Geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan 2007 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Doris Lessing, arkasından okuyucularına birbirinden değerli eserler ve dimdik ayakları üzerinde duran bir yazar portresi bıraktı. Bu eserler arasında hiç şüphesiz en etkilisi yaşadığımız çağın yalnızlığına ve iletişimsizliğine dem vuran Altın Defter romanıydı.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Doris Lessing geçtiğimiz ay 95 yaşında aramızdan ayrıldı. Elimde Lessing'e ait fotoğraflar ve dünyada ses getiren kitabı Altın Defter var. Lesssing'in gözlerine bakarken şunu düşünüyor insan: İnatla ve inançla çabalayan böylesi kadınlarda en son yaşlanan hatta belki hiç yaşlanmayan organ gözdür.
Ona duyduğum bu yakınlık belki – hatta büyük ölçüde - İran doğumlu oluşundan, bundan da öte başyapıtı Altın Defter'e kadar sirayet eden İdris Şah'a duyduğu yakınlıkla gelen sufizminden midir, belki öyledir. Yoksa daha genç yaşındayken reddettikleriyle şekillenen dimdik kadın duruşundan mıdır. Denilen o ki; Doris Lessing bir 'Dame' olabilecekken bunu reddeden bir kadındır. Nam-ı diğer Big Britain'den gelen böylesi bir onuru kendi deyimiyle '…Ortada bir imparatorluk kalmamışken 'Dame' olmanın ne anlamı var ki?...' diyerek reddeden bir kadın düşünün.
Doris Lessing standart kalıplar içerisinde Avrupa'lı ol(a)mayan bir Avrupa'lıdır. Sözgelimi bir diğer başyapıtı 'Mara ile Dann' da 'İfrik' diye adlandırdığı 'Afrika', 'Yerrup'un –Avrupa'nın karşısında nasıl da çaresizdir. Onun altını çizmiş olduğu bu çaresizliktir ki işte onu ve sevdiklerini de tıpkı Sisyphus söylenindeki gibi '…Belki bir çare vardır…' diyerek yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanan koca kayaları hep doruğa taşımaya yazgılı 'Kaya Hamalları' haline getirmiştir. Altın Defter'deki Anna – Ella ve Molly'nin tam aksine- sevgili Saul gibi bir 'Kaya hamalıdır. Hedef 'gerçek' adlı kayayı bıkıp usanmadan 'Aptallık Dağı'nın doruğuna taşımaktır. Özellikle Altın Defter'de dikkati çeken bu hal ise aslında gerçeği taşımaya çalışan
insanın kaderi gibidir.
Doris Lessing'in değip dokunduğu, içine yerleşememiş olsa bile yanından yöresinden tutunmaya ve tarif etmeye çalıştığı gündelik çarpıklık içinde sözgelimi tam anlamıyla bir feminist olarak duramayışına benzer biçimdeki körü körüne inanmış bir komünist olarak kalamayışını da bu 'kaya hamallığının' bir kader olarak işlenişinde aramak gerekiyor.
Kaya Hamallarının işi zordur. Garip tecelli; Doris Lessing'e 70'lerde Nobel Komitesi dikenli bir tavır takınarak; '…Sizden hoşlanmıyoruz…' bile diyebilmiş ve şöyle devam etmiştir; '…Sizden hoşlanmıyoruz, Nobel'i hiçbir zaman alamayacaksınız…' Ve yine garip tecellidir; 11 Ekim 2007 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak edebiyat dünyasını allak bullak eden bu uzun saçlı kaya hamalı Nobel ödülünü, kendisini en sert biçimde eleştiren ve ' …Son on beş yıldır yazdığı romanları okunamaz şeyler…' olarak niteleyen Amerikalı eleştirmen, yazar Harold Bloom'un elinden söke söke almıştır. Zira onların gözünde Doris Lessing çizilmiş yolda yürümeyi reddeden ve tasarlanmış haldeki feminist kuramsal yığına uymayan bir kadın yazar olarak daha en başından çizginin dışına çıkmıştır.
Oysa bu hal Doris Lessing' e hiçte uymayan bir hal değildir. Çünkü o daha çocukluk yıllarından itibaren uzun hayatı boyunca hep devam edecek bir uyumsuzluğun takipçisi olmuştur. 13 yaşındayken eğitilmeyi reddederek okulu bırakacak kadar kökü derinlerde duran bir uyumsuzluktur bu. O kadar ki hemen hepsi 20 yüzyılın çalkantıları içinde geçen ömrü boyunca yazmayı tasarladığı nevrotik konuların peşine düşmüş, gerçekliğin insanı büken ve çarpıtan bir zehir gibi yayılışını sürekli izlemiş ve kesin bir biçimde zamanın tüm inançlarını, kurallarını ve insanı sıraya koyan tüm yargı biçimlerini kırıp parçalayarak yaşamayı seçmiştir.
Altın Defter hem devasa içeriği hem de iç içe yerleşmiş kapsamlı katmanlarıyla tam da Doris Lessing' in bu parçalamak istediği gerçeklik içindeki yaşam mücadelesinin anlatısı gibidir.
Öyle bir mücadeledir ki bu, ona çokça roman, öykü ve oyunlar yazdırmış ve her yazdığı metinle tam ortasında yer aldığı bir zamanın karşısında daha bir dinçlikle durabilecek bir güç kazandırmıştır.
Bu haliyle de Lessing, Anna'nın hayatını yazarken bir cinsiyet eşiğini aşarcasına yer yer kadın dilinden koparak erkeksi bir dille yazmış olmakla suçlanmayı da göze alarak yaşadığı çağa ve bu çağın sunumlarına en gerçekçi cevaplardan birini vermiş, ne sadece kadınların ne de sadece erkeklerin peşine düştüğü bir özgürlüğün çığırtkanlığını yapmak yerine daha derinlerde bir yerde duran insanın özgürlüğüne ışık tutmaya çalışmıştır.
Bu parçalanmış gerçeklik içinde hatta bir 'persona non grata' ilan edilmek pahasına Terörist'i yazması bir yana kediler üzerine onca düşünüp hayvanların bu en duyarlısından yola çıkarak kendi savrulmasını toparlamak bile istemiştir Lessing. İşte 80'ler de Jane Somers olarak yazdığı iki kitapla yapmak istediği şey de belki bu toparlanma çabasının izleklerinden sayılmalıdır. Ama yine de oldukça şaşırtıcı bir izlektir bu.
Altın Defter' de içeriğe yüklenen onca yoğunluk bir yana, aynı zamanda bilardo topunu andıran ama bir o kadar da bile bile gevşek örülmüş yapısal bir başarının sıkılığını da ortaya koyabilmiştir Lessing.
feminizmden komünizme, ev hallerinden eğitime ve eğitimle gelen kırılmalara, onu Doğu'ya yakınlaştıran güçlü sufizm vurgusundan mistik oyunlara kadar uzayan ve yazının uçlarını mitolojiye kadar taşıyabilen bir büyük kalemin ürünüdür Altın Defter.
Bakmayın Altın Defter'in salt altın rengindeki parlayışına; o defter de aslında kırmızı, sarı, mavi ve siyahı bir araya getiren uzun saçlı bir simyacının kar(g)ışı toplanmıştır…
Altın Defter 1-2
Doris Lessing
Can Yayınları
400 sayfa