Doç. Dr. Mehmet Öncel: Musiki, ilahi buyruklara hizmet eden bir araçtır

Muhammed Sefa Ulusoy
12:342/12/2021, Perşembe
G: 4/12/2021, Cumartesi
Yeni Şafak
Doç. Dr. Mehmet Öncel.
Doç. Dr. Mehmet Öncel.

Doç. Dr. Mehmet Öncel, ''Kaside Formu ve Emin Işık'' üzerine yenisafak.com'a verdiği röportajda: "Biz musikiyi sefih bir yaşamın unsuru olarak kullanmaktan öte özünde medeniyetimizin temel gayesi de olan ilahi buyruklara hizmet eden bir aracı ve bir vasıta olarak görmekteyiz." ifadelerini kullandı.

• Musikiyi nasıl tanımlarsınız?
Öncelikle musikinin kelime kökeni hakkında bir şeyler söylemek lazım. Bu konuda muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Evvelen musikinin
Yunanca
’dan geldiği ifade edilmektedir. Saniyen, Tanrı
Jüpiter
ve Tanrıça
Mnemosyne
’nin 9 kızının isimleri olarak geçiyor. Yine tesadüf ettiğim bir kaynakta
Muse
ve
İke
şeklinde iki ayrı kelimenin birleşimden oluştuğu aktarılmaktadır. Burada
Muse
’yi peri olarak isimlendiriyorlar, İke’yi ise konuşulan dil olarak nitelendiriyorlar. Dolayısıyla musiki ;
‘’
Perilerin Dili
’’
manasında kullanılmıştır.
10.-11.
yüzyıl kaynaklarında mûsikînin
‘’
Musikakia
’’
denilen bir felekten neşet ettiği belirtilmektedir. Musiki kelimesi bir diğer eserde birleşik bir kelime olarak kabul ediliyor
‘’
Musi
’’
ve
‘’
Ki
’’
kelimelerinden oluşan bu terkibin ilki
‘’
güzel nağme
’’
ikincisi ise
‘’
ölçü
’’
manasında kullanılmıştır. Yani
‘’
ölçülü güzel nağme
’’
olarak da tanımlayan kaynakları görmüştüm…
Son olarak,
İbrahim Müsellem El-mevsili
diye bir zat var, bu zatın bir rivayeti var ama kanaatimce bunun doğruluğu pek güvenilir değil. Rivayette diyor ki;
Bakara
suresinde
Hazreti
Musa
’ya emrediliyor
‘’
asanı vur ey Musa! Her kavim, 12 meşrep kendine göre suyundan içsin
’’
manasında. Burada ‘’
iski ya musa
’’ cümlesinde ‘’
İski
’’ emir kipi,
‘’
sula
’’
anlamına geliyor,
‘’
Ey Musa sula
’’
demek. Buradan hareketle diyor ki;
‘’
Ya Musa’daki ‘’ya’’ harfi nida ekidir. Dolayısıyla nida ekini kaldırdık ‘’İski Musa’’ kaldı, kelime güzel görünsün diye kelimeyi başa aldık Musa-iski, musiki oldu.
’’
Bu şekilde oluşturmuştur diye kanaatimce zayıf bir rivayetin varlığından bahsediyor. Musikinin kelime kökenine baktığımızda karşımıza çıkan rivayetler bunlar.

Musikinin tanımına gelecek olursak bu konuda da muhtelif izahatla karşılaşmaktayız. Bunlar arasında size söyleyebileceğim;
‘’
Ölçülü sesler arasında insanlar üzerinde büyük tesir ve heyecan meydana getirme sanatı’’; ‘’Sesler bilimi ve o sesleri insanın karakterine ve duygularına uygun bir şekilde kullanma ve uygulama sanatıdır
’’
diye iki ibare var her iki tanım da kanaatimce nakıstır çünkü insanlar üzerinde her ölçülü ses bir tesir ve heyecan meydana getirmeyebilir. Ayrıca her insanın kendi mizacı, ruh dünyası farklı olduğu için ikinci tanım da görecelidir.
Son güncel tanımlamalardan bir tanesi de şu;
‘’
bir duyguyu, bir düşünceyi, bir fikri veya bir doğa olayını anlatmak gayesiyle, ölçülü ve ahenkli seslerin belirli bir sanat anlayışı içerisinde ritimli veya ritimsiz ama bunların estetik bir şekilde bir araya getirilerek sunulduğu bir ilimdir
’’
diyebiliriz. Kanaatimce
efradını cami ağyarını mâni
olarak bir tarif yapmak gerekirse son tanımın arzu edilene yakın olduğunu düşünüyorum.
İlimler tasnifine baktığımızda, musiki,
Riyazi İlimler
’in dördüncüsü olarak gösterilmektedir. Bu ilimler,
Aritmetik, Astronomi, Hendese ve Musiki
’dir. Bu tasnife göre Musiki aslında sayısal bir ilimdir. Çünkü mahiyeti itibariyle ham maddesi ses olan bu yapının belirli bir oran, ölçü ve ahenkle ifade edilmesi gerekir. Yani her duyduğumuz sesin musiki olabilmesi için sesler arasındaki münasebetin, fıtrata, tabiata uygun olması gerekiyor...

Düşünürlerin üzerinde çokça tefekkür ettiği bir meseledir musiki. Ancak bu ilmin ulema arasında halen hala ittifak edilmemiş bir mesele olduğu da malumunuzdur. Kanaatimizce menfi yaklaşımların sergilendiği gerekçeler aslında musikinin bizzat kendisi ile alakalı olmayıp onunla beraber kullanılan arızların rolünün yer almasıdır.

• O zaman caiz olduğuna dair delillerin varlığından mı bahsediyorsunuz?
Evet, mesela
Hüccet’ül-İslam
olarak bilinen
İmam-ı Gazali
’nin çok güzel bir sözü vardır. İhya’sında kendisi de naklen;
‘’
Udun ve evtarının, (yani tellerinin,) baharın ve ezharının, (yani baharın ve çiçeklerinin) tesir eylemediği bir kişinin mizacı o kadar fasittir ki bunun ilacı yoktur
’’
diyor.
Kınalızade Ali Efendi
ise bunu bir adım daha öteye taşıyor ve şu şekilde Gazali'yi destekliyor, ben bunu ilk dinlediğimde çok şaşırmıştım;
‘’
güzel name ve seslerin tesir etmediği kişi daire-i insaniyetten hariçtir.
’’
yetmiyor, diyor ki;
‘’
belki daire-i hayvaniyetten de alçak, insan-ı kamil katında ise cemadu mutlaktır (yani mutlak bir cansızdır)
’’
diyor.

Düşünün, güzel nağme ve güzel sesten etkilenmeyen bir insanın insanlık dairesindeki konumu sorgulanıyor. Burada kasıt herhalde tahkir değildir. Mizaç olarak, yapı olarak, beşer duygusaldır, ruhumuz vardır bizim yani cesedimizden önce ruhumuz vardır, biz mahiyet itibariyle bir ruhuz. Dolayısıyla bu ruhun etkilenmesi lazım. Gördüğü şeyden tesir alması lazım… İmam-ı Gazali ve Kınalızade gördüğünüz gibi süfli, şehevi veyahut hayvani iştihalarımızı kabartacak seslerden bahsetmiyorlar.

Musikiden kastımız ne? Biz musikiyi sefih bir yaşamın unsuru olarak kullanmaktan öte özünde medeniyetimizin temel gayesi de olan ilahi buyruklara hizmet eden bir aracı ve bir vasıta olarak görmekteyiz.

Çünkü biz
Cebraili
metodun temsilcileriyiz. Cebraili metot, bizim
meşk
sistemimiz demektir. Meşk ne demek? Hocanın
Fem-i Muhsin
’inden çıkan kelamın talebenin dimağına, kulağına ve gönlüne sirayet etmesidir. Buna niye Cebraili metot deniyor? Cebrail Aleyhisselam'ın fem-i muhsininden çıkan ayeti celileler, Hazreti Peygamber Efendimizin önce kulağına gidiyor sonra diline dökülüyor. Dolayısıyla bizim dayanak noktamız bu Cebraili metottur.
Mevlâna da çok güzel söylemiştir;
‘’
Musiki Allah aşıkları için ruhun gıdasıdır
’’
Tabii bunu sadece Mevlana mı söylüyor? Bir de Batı’ya bakalım…
Beethoven ‘’müzik ilahi bir sanattır’’ diyor. Weber ‘’Müzik insan ruhunun dilidir’’; Aristo ‘’jimnastik bedenin disiplini için ne kadar gerekliyse müzik de ruhun disiplini için gereklidir’’ ; Konfüçyüs ‘’müziğe sahip olan kişi kalbini ıslah eder’’
diyor.

Kısaca müzik, bu ifadeler ışığında ruha, gönle hitap eden bir aracı diyebiliriz.


• Musikinin muteber alimler ve önemli düşünürlerce bizlere aktarılmasının caizliği noktasında bir dayanak noktası olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Yaptığım araştırmalar sonucu edindiğim intiba şu; bir defa o dönemde kullanılan musiki tabiri ile bugün bizim kastettiğimiz musikinin aynı olmadığı kanaatindeyim. Ne demek istiyorum? Hazreti Peygamber’in
‘’Erihna ya Bilal’’
dediği
Bilal Habeşi, Abdullah İbni Mektum, Sa’d İbni Aız
gibi sesi güzel müezzinanın icrası, musikişinasların piri
Davut Aleyhisselam
’ın sesiyle insanları, hayvanları hatta cemadatı irşat ettiği bir musikiyi kastediyorum. Yoksa süfli ortamda insanı Allah'tan uzaklaştıran, dünyevi gailelerin içerisine sokan bir musikiden bahsetmiyoruz. Bu meselede konuştuğumuz zeminin iyi anlaşılması gerekiyor. İnsanların ruhuna gönlüne hitap eden, İlahi hakikatleri estetik ve sanatlı bir şekilde sunmanın gayreti içerisinde olan bir icrayı kastediyorum. Biliyorsunuz Cibril hadisi vardır. En sonunda
İhsan
kavramı geçer işte o İhsan düsturlarına göre yani Cenabı Allah’ı görüyormuşçasına tüm işlerimizi eksiksiz ve yerinde yapmayı amaç ediniyoruz.

İlahi hakikatlere hizmet etme hususunda ezan ve Kur’an tilavetinin çok önemli bir rolü vardır. Bu iki form aracılığı ile pek çok insanın hidayetine erdiğine, yerinde kullanılan musikinin İnsanların ruhunu celbettiğine dair pek çok karineler, deliller ve hüccetler var elimizde.

Size yaşadığım bir hadiseyi anlatayım; 2009 veya 2010 yılında bir Mevlevi ayinin akabinde, Bakara Suresi 115.
‘’Velillahil meşriku’’
ayeti ile başlayan kısım genellikle okunur. O ayeti hicaz makamında okuduktan sonra
Fransız
bir karı-koca geldi, gözleri dolmuş bir şekilde yakamı tutarak
‘’Arkadaş sen ne okudun’’
diye sordular. Ben de okuduğum ayeti biliyor musunuz? Arapça biliyor musunuz? Diye sual edince cevaben bilmiyoruz dediler. O gün anladım ki; musiki hakka hizmet etmede çok önemli bir aracıdır. Yine bir hatıramı anlatayım size. Geçen yıl TRT1 Uyanış Selçuklu bu yıl da Barbaros dizileri vesilesiyle birkaç televizyonda zikir sahnesi çekme fırsatımız oldu. Bu zikirlerin seslendirilmesini ve bazı eserlerin bestelerini Mevlam bize lütfetti. O zikir sahnesinden vesilesiyle
‘’ya ben Müslüman olmak istiyorum’’ ‘’ben ateistim kalbim ürperdi’’ ‘’Ben bir an önce namaza başlamam lazım. Günahlarımdan tövbe ediyorum.’’
şeklinde binlerce mesaj geldi bize. Bu anlamda musikinin ne kadar mühim bir role sahip olduğunu bir kez daha tecrübe etmiş oldum. İnsanları yıllarca zihnen ikna edemeyen okumalar, tartışmalar bu tür icralar sayesinde direkt olarak kalplerine nüfuz edip onların maneviyatına sirayet edebiliyor elhamdülillah…
• Musiki kendi içerisinde birçok kategoriye ayırılıyor, bu kategorilerden birisi de Dini musiki. Dini musiki nedir?

Dini mûsikîyi en kısa ve özlü olarak kanaatimce şu şekilde tarif edebiliriz. Dini öğretilerin aslına riayet edilerek sanatlı bir şekilde sunulması olarak tanımlayabiliriz. Bugün pek çok dinde musikinin kendine yer bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hıristiyanlığa baktığımızda kilisede müzik adeta konservatuvarın bir üst versiyonuymuş gibi faaliyet gösteriyor. Oradaki okunan ilahiler, dualar, İncil ayetleri neredeyse tamamen belli bir musiki ahengiyle icra edilmektedir. Sinagoglara gittiğimizde de aynı vaziyetle karşılaşmaktayız.

Musikiyi üst başlık olarak düşündüğümüzde müzik nazariyesine dair yazılmış eserler saz musikisi ve söz musikisi olarak iki kısma ayrılmaktadır. Söz musikisi de kendi içinde ikiye ayrılıyor bunlardan biri dini diğeri ise ladini olarak geçiyor. Buna göre ilki dini temalı olup ilahi yola hizmet eden, manevi neşe ve cezbeyi arttıran; diğeri ise dünyevi ihtiyaç ve zevkleri konu edinen formlar silsilesi diyebiliriz. Bu tasnifte kullanılan “Ladini” kelimesi yerine “dünyevi” ibaresinin kullanılmasının uygun olacağını düşünüyorum.

Az önce de zikrettiğim gibi dini musikimizin 2 temel sacayağı vardır. Biri camiler diğeri ise tekkelerdir. Görüldüğü gibi mekana göre bir tasnifin kendiliğinden oluştuğunu söyleyebiliriz. Camilerde daha çok sözleri Arapça ve içinde müzik aletlerinin kullanılmadığı formlar; tekkelerde ise Arapça’ya ilaveten Farsça ve Türkçe eserlerin belli çalgılar aracılığıyla icra formların kullanıldığını diyebiliriz. Cami ve tekkelerde icra edilen formların sayısı takriben 40 kadardır. Bunlardan bir kısmı cami bir kısmı tekkeler bir kısmı ise hem cami hem de tekkelerde icra edilmektedir. Cami musikisi formları kısaca Ezan, Kamet, Kur’an-ı Kerim tilaveti, Sala, Tekbir, Telbiyeler, Mahfel sürmesi, Teravih tertibi, Temcid, İstiğfar, Mevlit, Muhammediyye, Feraciyye, Miraciyye, Regaibiyye’dir.

Tekkelerde ise İsm-i celal, Durak, Mersiye, Nefes, Deyiş, Mevlevi ayini, Savt, Salat-i Kemaliye, Nevbet ve Gülbanklar; İlahi, Naatlar, Kasideler, Şuğul dediğimiz formlar ise hem tekkelerde hem de camilerde hatta muhtelif meclis ve evlerde icra edilmektedir.

• Tekke ve cami musikisinin arasındaki fark, birinin saz eşliğinde birinin ise sazsız olmasından mı kaynaklanıyor?

Sadece sazdır diyemeyiz. En büyük farklardan birisi olarak kullanılan müzik aletleri diyebiliriz. Ancak buna ilaveten icra edilen dil, üslup ta farklıdır. Ayrıca camilerde daha çok ibadete yönelik formlar icra edilirler. Ezan bizatihi ibadete çağıran bir şeydir. Yani birinde mükellefiyetin de olduğu hususiyetler var (camide) ama tekkede ise tamamen manevi bir cezbe ve neşe vardır.

• Peki dini musikinin önemli formlarından biri olan kaside formu nedir?
Kaside,
Arapça
‘’ka-sa-da’’ kökünden türemiştir çoğulu ise
kasait
tir. Bu kelime aslında sözlükte
‘’bir şeye doğru yönelmek, ilerlemek, uğramak, yolunu tutmak, bir şeye kast etmek’’
manasında kullanılıyor. Bu edebi bir türdür aynı zamanda. Edebiyatta,
‘’belirli bir amaç için söylenmiş, üzerinde düşünülmüş, gözden geçirilmiş şiir’’
manasında kullanılıyor. İlk olarak bunlar
Arap
edebiyatında ortaya çıkmış ardından
Fars
edebiyatında kısmi bir değişiklik göstererek gelişme kaydetmiş ve sonra da
Türk
lere sirayet etmiştir. İslamiyet'in serencamı gibi önce Araplar, Farslar sonra Türkler… aynen kasidenin kaderini de buna bağlayabiliriz. Bu şekilde
Türk
dünyasına geçerek oldukça yaygınlaşmıştır ama şunu da söyleyebiliriz; Türklerin İslamiyet’i kabulünden önce ozanlar tarafından okunan koşuklar aslında muhteva bakımından bizim kasidelerle müşabehet gösteriyor.. Şekil ve biçim bakımından birbirine benziyor diyebiliriz. Kasideler içerik olarak, muhteva olarak Hicviye, Mersiye, Hasbihal, Arzıhal gibi konuları barındırır.
Kasidelerin, Hazreti Peygamber başta olmak zere din büyüklerini önemli devlet adamlarını öven, Cenab-ı Allah'a yakarışı, şefaati, birilerinden dünyevi cihetle talepte bulunma, himaye görme, destekleme ve cezadan kurtulma, af dileme, şecaat ve hamasi duyguları ifade etme, vatan sevgisi gibi çeşitli hususlarda yazıldığını söyleyebiliriz. Kaside,
Divan
edebiyatının bir formudur 31 ile 99 beyit arası değişen bir yapıya sahiptir. ilk beyitine
Matla
diyoruz, son beyitine
Makta
diyoruz, şairin mahlasının bulunduğu beyite
Taç Beyit
diyoruz Kaside’nin en güzel beytine ise
Beytülkasid
diyoruz ve bu 6 bölümden oluşuyor. Giriş bölümü daha çok tasvirlerin kullanıldığı bölüm, ikincisi girizgah veya giriz bölümü bu ise bir sonraki bölüm ile önceki arasındaki irtibatı sağlayan bir bölümdür. Methiye bölümü vardır kasideye konu olan kişiler veya meselenin anlatıldığı bölümdür. Tegazzül dediğimiz gazel olarak da tabir edilen bu bölümde yeni bir matla açılıyor. 5 veya 12 beyit arasında bir hacme sahip. Sonrasında Fahriye dediğimiz şairin kendisini fahrettiği yani övdüğü, methettiği bir bölüm en sonunda ise dua ile bitiriliyor. Cami ve tekke musikisinde müşterek olarak kullanılan kaside formuna geldiğimiz zaman, içerik olarak, öncelikle Cenab-ı Allah, Hazreti Peygamber ve din büyüklerine gösterilmesi gereken tazim ve hürmet başta olmak üzere İslam dinine ait ibadet ve ahlak meselelerini konu edinen, uyarıcı, öğüt verici dini tasavvufi şiirlerdir diyoruz. Kasideler de kendi arasında müzikal olarak tasnife tabi tutulabiliyor yani Cenab-ı Allah’ın varlığını ve birliğini bildiren kasidelere
Tevhid
diyoruz. Cenab-ı Allah’tan yardım, medet dilemek için yazılan kasidelere
Münacaat
, Peygamber efendimiz ve din büyükleri için yazılan kasidelere
Na’t
diyoruz. Bunlara baktığımız zaman kasidenin tanımı noktasında yaptığım araştırmalar sonucu şu bilgiler ortaya çıktı diye bilirim;
Herhangi bir usule bağlı kalmadan kendi içerisinde makam uygulamalarının sanatlıca kullanıldığı, müzik aletinin ise mekana göre kullanıldığı, irticalen, o andaki ilhamla bestelenen ve okunan dini musiki formuna kaside diyoruz.
• İrticalen ne demek?

İrticalen doğaçlama demektir. İcra esnasında okuyucunun kendi müzikal zenginliğine ve ruh dünyasına göre şekillenen bir icra türü diyebiliriz.

• Kasidenin İcra alanları nelerdir? Hangi münasebetlerle okunabilir?

Cami, tekke ve muhtelif meclislerde herhangi bir münasebetle kaside okunabilir. Özellikle önemli gün ve gecelerde, kandil gecelerinde de sesi ve makam bilgisi müsait kasidehanlar bunu icra ederler.

• Kasidehan ne demektir?
Kasidehan
kaside okuyan
kişiye denir. Kasideyi tanımlarken bahsettiğim Arapça
k-s-d
kökünden türeyen kaside kelimesi ile
Farsça
’da
okumak
anlamına gelen
‘’handen’’
fiilinin birleşimiyle oluşmuş, kaside okuyan kişi anlamında bir birleşik kelimedir
Kasidehan
.
• Sağlıklı bir Kaside icrası için bir kasidehanda bulunması gereken özellikler nelerdir?

Kasidehanların özellikle musiki alanının erbabı olması gerekiyor. Kaside okuyan kişinin ses genişliğinin müsait olması lazım. Pestinin, tizinin, ses aralığının iyi olması lazım. İniş çıkışları iyi bilmesi lazım. Müzik kulağına sahip olması lazım. Kasidehanların, tiz bölgelerde gezebilen, sesini rahatça kullanabilen, makam bilgisine vakıf olan, seyir esnasında makam ile güftenin uyumuna, ruhuna münasip geçişler yapabilen usta kişiler olması gerekir. Bu hususiyetler çok önemli.

Ses güzelliğinden ziyade sesin terbiyeli olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ses güzelliği Cenab-ı Allah'ın bir vergisi bunu değiştiremeyiz ama tavrımızı değiştirebiliriz. İyi okuyucuları dinleyerek, önce taklit ederek sonra tahkike ulaşabiliriz. Taklitten tahkike geçiş ancak böyle usta kişileri dinleyerek mümkün olur.

Mesela
Hafız Kani Karaca
’ya baktığımızda sesi çok mu tizdi? Hayır ama sesini o kadar ustaca kullanıyordu ki... O kadar usta ki hem makama hâkim hem sesine hakim hem de güfteye hakim yani haiz olunması gereken her şeye sahip. Böyle bir kişi ne okursa okusun, herkes tarafından, bazen acziyetle;
‘’ya bu adam nasıl yapıyor? Enstrümanın yapamadığını bu adam sesiyle nasıl yapıyor?’’
diye hayretle dinlenir.

Kısaca kasidehanın heybesinin dolu olması lazım. Çünkü insan heybesindekini dışarıya vurur olmayanı çıkaramaz. Yani duymadığı sesi, nağmeyi çıkaramaz. Yukarıda zikrettiğim vasıflar ideal kasidehanın hususiyetleridir. Bunun altını çiziyorum. Çünkü bugün baktığımızda herkes bir şekilde kendince kaside okuyor. Küçük bir duyuşla, ufak bir melodi alıntı yaparak kaside okuyanlara şahit oluyoruz.

• Peki son devrin en önemli kasidehanları sizce kimlerdir?
20. yüzyıla baktığımız zaman meşhur
Hafız Sami
’yi zikretmek gerekir. Hakkında
Ali Rıza Sağman
tarafından bir kitap bile yazıldı. Ben o kitabı okuduğumda
‘’ya bir beşer bu kadar nasıl övülür’’
diye kendime soramadan edememiştim. Ali Rıza Sağman hocanın kendisi de biliyorsunuz hem Kur’an ilimlerinde hem Mevlid üzerine önemli çalışmaları olan ve dini musiki tarihinde köşe taşı denilecek bir isimdir. Dolayısıyla bir mûsikîşinasın methiyelerle taltif ettiği Hafız Sami’nin kudretini açıkçası pek de mübalağa olarak kabul edilmemelidir. Bir mecliste Hafız Sami ile ilgili bir anı duymuştum şöyle deniyor; Hırsızlar yolda geçerken Hafız Sami’yi tanımıyorlarmış yakalamışlar, sıkıştırmışlar, cebinde, üstünde, başında ne varsa her şeyi almışlar Hafız Sami de buna içerlemiş başlamış bir kaside okumaya sesi duyan hırsızlar
‘’Ah biz ne yaptık! Hafız Sami’yi soymuşuz’’
diye eşyalarını derhal geri getirmişler ve hafızdan özür dilemişler. Hafız Sami’yi vicahen tanımıyorlar ama sesinden tanıyorlar düşünün. Hafız Sami böyle bir insanmış.
Hafız Sami, Hafız Kemal, Bülbül İsmail
ki o Bülbül kasidesi bugün pek çok mahfilde okunuyor.
TRT
sanatçıları bile motamot ezberleyerek onun okumuş olduğu kasideyi okuyorlar,
Hafız Bekir Sıtkı Sezgin, Hafız Kani Karaca, Aziz bahriyeli, Yusuf Gebzeli, İsmail Coşar, İsmail Biçer, Hafız Yahya Soyyiğit
ve tabi merhum
Emin Işık
hocalarımız büyük kasidehanlarımızdan bazılarıdır. Günümüzdeki kasidehanlara baktığımız zaman;
Hafız Yunus Balcıoğlu
başlı başına bir değerdir, aynı şekilde
Bekir Büyükbaş
hocaya baktığımızda kendine has bir tavrı olan kendine ait okuyuşu olan bir zat olarak görüyoruz.
Ahmet Şahin, Mehmet Kemiksiz
bu alana hizmet etmiş önemli isimlerdir.
• Okumuş olduğu bir kaside icrası ile alakalı bir makale de kaleme aldığınız Hafız Emin Işık son devrin şüphesiz en önemli Kasidehanlarından biriydi… Kısaca Emin Işık’ın hayatından bahsedebilir misiniz?

Emin Işık’ın hangi vasfını anlatalım bilemiyorum, Kur’an üstadı mı desek, Mesnevihan mı desek, Kasidehan mı desek, Mevlidhan mı desek, Aşırhan mı desek hangi vasfını söyleyelim bilmiyorum. İnanılmaz güzel, tavırlı bir sese sahip, hezarfen bir zat Allah rahmet eylesin…

Hafız Emin Işık
Hocamız
Hatay
ili merkez ilçesine bağlı
Karamanca
yeni adıyla
Tepehan
köyünde
1936
yılında dünyaya gelmiş, babası
Şemsettin Efendi,
annesi
Zahide Hanım
’dır. İlkokulunun ilk üç yılını köyünde, geriye kalanı ise
Antakya Reyhanlı
'da devam etmiş. Sesinin çok gür olması ve güzel olmasından dolayı hem akrabalar hem de çevresi tarafından hemen dikkatleri üzerine çekiyor ve hafızlığa yönlendiriliyor küçük yaşta hafız oluyor.
Hıfzının ardından Arapça, Sarf, Nahiv ve İslami İlimlere dair dersleri okuyor. Babasının farklı bir yere tayininin çıkmasının ardından vekil müezzin olarak göreve başlıyor. Dönemin müftüsü Emin hocayı çok seviyor ve onun medrese eğitimi almasını sağlıyor, yönlendiriyor. Emin Işık o dönemde pek çok iyi hocadan dersler alıyor. Medrese eğitimini bitirdikten sonra İmam-hatipte okumak istiyor. Yine bir hocasının teşvikiyle İmam-hatip okulunun ilk iki senesini başka bir okulda okuduktan sonra
İstanbul
'da
1960
yılında İmam-hatipten mezun oluyor.
1964
'te
Yüksek İslam Estitüsü
'nden mezun olur. Bir müddet İmam hatip okulunda meslek hocalığı yaptıktan sonra
Marmara Üniversitesi
'nin açmış olduğu asistanlık sınavına girer ve bu dönemden itibaren
Tefsir
bölümünde hizmet etmeye başlar. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim derslerine de girer.
Emin Işık, kitap, makale, ansiklopedi maddesi başta olmak üzere 100’den fazla ilmi eser kaleme almıştır.
2001
yılında Marmara Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra vefatına kadar çalışmalarını aralıksız sürdürmüştür. Tasavvufi bir meşrebe sahip, Mevlevi tarikatine mensup bir zattı. Bir rüya üzerine
Karagümrük
’teki tekkeye intisap eder burada pazartesi ve perşembe günleri yapılan zikirlere sık sık katılır. Kur’an-ı Kerim ve kasideler okur.
Şeyh Fahrettin Efendi, Muzaffer Ozak Efendi, Safer Dal
gibi isimlerle hemhal oluyor, bu zatlardan manevi olarak istifade ediyor. Özellikle de
Sahaflar Şeyhi
olarak bilinen
Muzaffer Ozak Efendi
'nin
Beyazıt
'taki dükkanına giderek orada Muzaffer hocadan oldukça istifade ediyor.
İstanbul'da
Ali Rıza Sağman
’dan mevlidi öğrenir.
Üsküdarlı Ali Efendi
, Rahmi Şenses, Halil Can hocalardan dini musiki dersleri alır.
Hafız Kani Karaca, Bekir Sıtkı Sezgin
gibi devrin kudretli sanatkarlarının musiki meclislerinde yer alır. Gazel, Kaside, İlahi, Durak, Mersiye, Mevlid, Ezan gibi her biri ayrı olan bu formların hepsini ustalardan meşk ederek ustalaşır. Bu manada Emin Işık heybesini çok iyi doldurmuş. Her alanda kendini geliştirmiş ve ispatı vücut yapmış, herkes tarafından kabul görmüş mümin, muvahhid, mesnevihan, hafız, düşünce adamı, musikişinas birisidir.
• Kaside formunda Emin Işık örneğini çalışma fikri nasıl ortaya çıktı?
Emin Işık çalışmamın başlangıç süreci şöyle oldu; benim,
Diyamandi
, namıdiğer
Yaman Dede
'ye karşı büyük bir muhabbetim vardır çünkü yaşantısına baktığımız zaman yıllarca müslümanlığını ailesinden gizlemiş, yıllarca sahursuz oruç tutmak zorunda kalmış, mahalle aralarındaki küçük camilerde ibadetlerini yapmaya çalışmış, Allah aşığı, Mevlana Aşığı bir zattan bahsediyoruz.
Bu zatın
‘’yak sinemi ateşlere efganıma bakma’’
diye başlayan
‘’Ruhumda yanan ateşe niranıma bakma, hiç sönmeyecek aşkıma, imanıma bakma, ağlatma da yak hali perişanıma bakma’’
şeklinde devam eden şiiri beni çok etkilemişti. Bu şiiri araştırırken baktım ki Emin Işık Hoca, (ben o yayını ilk kez yayınlanırken de izlemiştim) TRT'nin yıllar önceki bir iftar programı vardı o programda konuk olarak bulunuyordu.
Emin Işık ile beraber müzisyen hocalarımız da programda bulunuyorlardı merhum
Halil Karaduman, Ali Tüfekçi
vardı, onların icrasında Emin Işık bir kaside okuyor. O zaten yıllardır aklımın bir köşesindeydi Diyamandi ile Emin Işık Hoca bu televizyon programı vesilesiyle bir araya gelince bunun model olarak yani
‘’bir kaside nasıl okunur?’’
denildiğinde, efradını cami ağyarını mâni bir şekilde icra edilen bu eseri en azından akademik dünyaya tanıtalım ilaveten biraz nota bilen arkadaşlarımız da bu çalışmadan faydalanarak icra yapabilsin diye musikimize katkı sağlamak istedim.
• Araştırmalarınız neticesinde Kaside formu özelinde Emin Işık ile alakalı hangi bilgilere ulaştınız? Emin Işık’ı Türk müziğinde Kaside icrası noktasında nasıl konumlandırırsınız?

Hocamızın bir kere kaside formunda kelimeler ile melodi uyumunu çok güzel sağlandığını düşünüyorum. İcra esnasında uzatma gereken yerde uzatma, kısaltma gereken yerde kısaltma, sesini yükseltmesi gereken yerde yükseltmesi ve alçaltması ustacadır. Makamların da kendine ait bir örgüsü vardır. Bizim musikimiz hakikatte seyir musikisidir. Musikimizin, makamlarımızın güzelliği yapılan seyirle ortaya çıkar. Emin Işık Hoca da okumuş olduğu bu kasidede bu seyri bihakkın yerine getirmiştir.

Nasıl ki yazıda bir giriş, gelişme, sonuç şeklinde kompozisyon var ise musikide de bu vardır. Giriş bölümünde icra edilen makamın karar perdesi etrafında küçük kalışlar yaparak seyre başlanır. Kısaca başlanılan makamda olması gerekenleri gösteriyorsunuz. Gelişme bölümü biz buna meyan diyoruz. Bu bölümünde ise sesin öncesine göre biraz daha tizleştirilir ve çeşitli geçkilerin de yapılabildiği bir bölümü muhtevidir. Aynı makamda da meyan yapılabilir. Hocamız okumuş olduğu kasidenin girişini, meyan bölümünü ve kararını makamın bütün inceliklerini bihakkın yerine getirerek gerek telaffuz açısından gerekse müzikal cümleler açısından çok güzel bir şekilde okuyarak bu icrayı bize hediye etmiştir.

• Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ufak da olsa katkımız varsa bu bizim için büyük bir sürur vesilesidir. Bu vesileyle hem Yaman Dede’ye hem Emin Işık Hoca’ya hem de bizden önce ahirete göçmüş bütün büyüklerimize rahmet olsun. Onlara hakkıyla hizmet edebilmeyi, inşallah gelecekte de bizleri bu şekilde hayırla yad edebilecek nesiller bırakabilmeyi Mevla’dan niyaz ediyoruz. Tek duamız kıyamete kadar hayır ve hasenat defterimizi açık bırakacak büyük amellerde bulunabilmektir.

Doç. Dt. Mehmet Öncel - Biyografi

1980 Şanlıurfa'da doğdu. Marmara Üniversitesi Bilgisayar ve Kontrol Öğretmenliği bölmünden mezun oldu. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Güzel Sanatlar Müzik Öğretmenliği bölüm başkanı olarak çalışmaya devam ediyor.

#Doç. Dr. Mehmet Öncel
#Musiki