Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam Bilimleri Tarihi araştırmacısı. 65 yıldır, uykusundan ve yemeğinden vakit ayırarak günde 17 saat okumalar yapıyor. CNR'da düzenlenen MÜSİAD fuarında İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Sergisi'yle ziyaretçilerle buluşan Sezgin bilimin İslamiyet yüzünden geri kaldığını savunanlara karşı çıkıyor ve ekliyor;
Neden araştırmayayım ki?
Ben lise de matematiğe çok meraklıydım. Mühendis olacaktım. İki yıl önce vefat eden ağabeyim mühendis olmamı ve bir şeyler keşfetmemi çok isterdi. Ama ben mühendislik okumaktan vazgeçtim. Kendimi şarkiyatçılığa verdim.
Sebebini anlatacağım. Mühendisliği bıraktığım için ağabeyim yıllarca benimle konuşmadı. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı düşündü. O keşfeden bir kardeşi kaybetmişti.
Tabii barıştık. Otuz yıl sonra mühendis olmayıp İslamiyatçı olduğuma çok şükretti ve sevindi.
Başka sebepler de var. Ama temelinde; bir akrabam edebiyat okuyordu. Alman oryantalist Hellmut Ritter'in talebesiydi. Ne olacağım konusunda kafam karışıkken Haydarpaşa vapurunda o akrabama rastladım. Bana "Ne yapacaksın?" diye sordu. Ben de "Mühendis olacağım" dedim. "Bizim Edebiyat Fakültesinde Alman bir adam var. Müthiş Arapça biliyor." dedi. Bir Türk için Alman birinin Arapça bilmesi o zamanlara bakınca müthiş bir şeydi.
Tabii ki afalladım. Benim dönemimde dünya görüşümüz o kadar dardı ki hiç birşey bilmiyorduk. Oysa Almanlar Arapça'yı yüz yıllardır biliyorlar. "Gelecek hafta seni onun yanına götüreyim" dedi. Beni götürdü baktım. Hakikaten büyük bir alimdi, zor bir adamdı.
O zaman da akıllıymışım. (gülüşmeler) Adamı görür görmez "Şarkiyatçı olacağım" dedim.
Hemen Edebiyat Fakültesi'ne girdim. Ama kayıt yaptırma tarihini kaçırmıştım. Dekanlığa başvurdum. "Lütfen bana yardım edin" dedim. Bana acıdılar. Dekanın yanına gittim şansım varmış. Biri kapıyı çaldı, içeriye yakışıklı bir Alman girdi.
Hellmut Ritter'di. Benim çıkmamı bekledi. O beklerken dekan ona dönüp "Sizin talebiniz olmak isteyen biri var" dedi. O da bana dönerek "Niye gelmek istiyorsun?" diye sordu. Ben de "Sizin seminerinize gelmiştim, talebeniz olmak istiyorum" dedim. "Baban milyoner mi?" diye sordu. "Hayır ve üstelik vefat etti" dedim. "Çalışkan mısın, sabırlı mısın?" dedi. Ben de "Sabırsız sayılmam" dedim. Baktı benden kurtulamayacak; "Peki kabul edeyim" dedi. "Bu iş bir iki lisanla olmaz çok fazla dil öğreneceksiniz" dedi. Ben de "Gayret edeceğim" dedim. Mühendisliği bıraktım ve onun öğrencisi oldum.
Oldum ama iş onunla bitmedi. Ritter bir gün bana "Günde kaç saat çalışıyorsun" diye sordu. Bende 14 saat çalışıyorum dedim. Almanca öğrenmeye başlamıştım. “Bu tempo ile alim olamazsın. Eğer olmak istiyorsan buna bir kaç saat daha eklemelisin" dedi.
O günde yirmi saat çalışırdı. Eğer günler 24 saatten daha uzun olsaydı eminim daha fazla çalışırdı.
Tabi ona söz vermiştim. Başka çarem yoktu. Çok fazla dil öğrenmem gerekiyordu. Yetmiş yaşıma girinceye kadar günde 17 saat çalıştım.
Söylemem. Her sene bir dil öğrenmeye çalışıyordum.
1961 senesinde Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldım. Almanya'ya gittim. Baktım halim harap, daha çok dil öğrenmem lazım. Kaç dil öğrendiğim sormayın ama sistematik olarak akşam yemeğine kadar bilim çalışıyordum. Saat yediden on ikiye kadar dil öğreniyordum. Bu kırk yıl böyle devam etti. Sonra da İslam Bilimleri Tarihçisi oldum.
İslam da bir insan tipi vardır. Ona 'zahit' derler. Onun anlamı insanın varlık içerisinde dünyanın gösteriş taraflarını bırakarak kendini bilgiye sevk eden insandır. Zahit aynı zamanda inançlı bir insan tipidir.
Evet.
Benim de herkes gibi yaşama imkanlarım var. Buna rağmen enstitüye giderken her gün bir dilim ekmek getiriyorum. Eşim bana bazen kızıyor "Çok az yiyorsun, daha çok getir" diyor. Ben eşimin sözünü bazen dinliyorum, bazen de dinlemiyorum. Bir dilim ekmek alıyorum, yanına yağsız reçel çıkarıyorum. Yedi dakika içinde yemek işini halledip çalışmaya devam ediyorum. İslam bilim dünyasında bu tip insanlar çoktur. Zaten bilim adamları bu şekilde yaşıyor. Bugün böyle insan yok. Hiç olmazsa ben varım. Zahit bir bilim adamıyım.
Kendimden bahsetmek zorundayım. Altmış yıldan beri İslam bilimleri tarihi yazıyorum. Frankfurt'ta İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü kurdum. Onu kurarken mesuliyetler üzerime aldım.
Bilmiyorum ama bu enstitüde 1400 cilt kitap yayınladık. Son günlerde yine İslam bilimleri üzerine kitabım çıktı. Kendimi dağıtmasaydım yirmi cilt yazabilirdim. Bu delilikti. Ama bunu üzerime aldım.
Zaten çoğu insan söylediklerim ve yazdıklarımla ilgili şüphe etti. Yolumdan caymadım inancımda sabit kaldım.
Açıkçası Müslüman bir Türk'ün böyle şeyler yazacağını düşünmüyorlardı. Kitabımın içinde kendime dair yazılar var. Bazıları reddedemiyorlar. İnsaflı bir bilimler tarihçisi dünya bilimleri tarihi yazarsa benim kitaplarımı ihmal etmeyecektir. Bunun için Allah'ıma hamd ediyorum.
Zor oldu ama önemli olan benim kendimi inandırmam. Çok araştırmam ve okumam bana güç verdi. Ben birçok teoriler ortaya attım ona hücum etmeye kalktılar. Ben inandığım müddetçe sarsılmadım. Bazı teorilerimi yavaş yavaş kabul etmeye başladılar. Çok önemli şeyler yazdığımı düşünüyorum.
Takip edenler var. Bundan dört yıl önce öldü. Matthias adında büyük bilim adamı arkadaşım vardı. O benim bir çok teorime inanırdı. O büyük bir matematik ve fizikçiydi. Ben onun yazdığı kitaplara hayrandım. Beraber Frankfurt'taydık. Evimde kalan tek ecnebi kişiydi. Ben onun bilgilerini kabul ediyordum ama o benim bilgilerimi kabul ettiği için değil. Coğrafya'ya dair kitaplarım çıkınca ona gönderdim. Bir müddet ses çıkmayınca ona telefon ettim "Matthias ne oldu?" diye sordum. "Beğenmedim" dedi.
Şöyle söyleyeyim; bir gün darbeyi yapan bakanlardan Mehmet Özgüneş'in yanına gittim. Ona şunu söyledim: Size karşı muhaliftim. Siz her şeyi yanlış yaptınız, fakat içlerinde sadece bir şeyi doğru yaptınız... Bu da beni bu ülkeden dışarı çıkarmış olmanız." dedim. Çünkü o çıkarmasaydı bu kadar çok şey öğrenemeyebilirdim.
Ben bütün dünya haritalarının 19 yüzyıla kadar Müslümanlar tarafından yapıldığını Avrupa'daki haritaların bunların kopyasını olduğunu ispat etmeye çalıştım. Buna şaşırdı. Ama bunu bana yirmi yıl önce söylemiş olsaydınız ben de "imkansız" derdim.
İslam coğrafyası üzerine çalıştığımın on birinci yılında bu realiteye ulaştım.
Bundan bugünkü bilime göre hiç kimsenin beni vazgeçiremeyeceğini biliyorum. O bana "İnanmıyorum burada bir tedbirsizlik yapıyorsun" dedi. "Lütfen kitabımı oku delillerime bak sonra seninle konuşalım" dedim. İki yıl sonra beni aradı. "Fuat senin kitabını okudum, delillerine baktım ve tezlerini kabul ediyorum" dedi. Ben biliyorum ki insanların çok zor kabul edeceği iddialar ortaya atıyorum.
Uyanırsa farkında olacak.
Ben öyle söylemedim. (Gülüşmeler)
Şu kadarını söyleyeyim; uzun bir uğraşıdan sonra baktım, 8. yüzyılda krativite başlayıp 16. Yüzyıla kadar devam ediyor. Avrupalılar 10. Yüzyıldan itibaren muhtelif yollardan başlıyorlar ve İslam bilimlerini alıyorlar. Bu en az 500 yıl sürüyor. 17. yüzyılın başında kendilerini önder görmeye başlıyorlar. Öğreniyorlar ve bir kısmı Müslüman oluyor. İktisadi ve iklim bakımından şartları daha iyi. Kendilerini önder görüyorlar. Sonra bakıyorlar ve bu önderliğe nasıl geçtiklerini bilmiyorlar.
Tarihi gelişmenin sonucu olduğunu zannediyorlar. Müslümanlar bakıyorlar ki 17. yüzyıl sonunda Avrupalılar bilim alanında ilerleme kaydetmiş. Sonra Müslümanlar Avrupalıları kendilerinden üstün görmeye başlıyor. Kendilerini aşağıda görüyorlar bu defa…
Bu o günden bugüne kadar devam ediyor. Mesela; nizamı cedidi değiştirmek istiyorlar ama hiçbir zaman bu geri kalmanın nedenlerini düşünmüyorlar.
O gerilikte oldukları için. Oryantalistler yüzyıllardan beri münakaşa ediyorlar. Benim şahsı inancıma göre bunun din ile ilgisi yok. Politik, jeopolitik ve iktisadi sebeplerden ötürü İslam dünyası gerilemeye başlıyor. Ticaret yolları değişiyor ve İslam dünyası çok genişlediği için bu yükü taşıyamıyor.
Onu bilmiyorum. Fakat mühim olan jeopolitik olarak kendilerine yeni bir dünya oluşturdular. Müslümanlar Avrupalılarla komşu olduklarında ellerindeki Hipokrat ve Galile gibi önemli şahsiyetlerin kitaplarını tanımalarına rağmen dünya görüşü ve bilgiler hep İslam dünyasından geldi. İslam dünyası ardıllarının yollarını döşedi. Gayret ettiler ve geçtiler. Ama 19. Yüzyıldan itibaren bu gayretlerle nedenle sebep birbirine karıştırıldı. Mühim olan Müslümanların nedenleri bulması. O hastalığı ancak öyle tedavi edebilirler. Bu henüz kimsede başlamadı.
Onun şartları hazırlanırsa olabilir.
Bugünkü gidişle olmaz.
Bugünkü din anlayışı ile ilgisi olabilir. Beni çok zor bir yere sokmak istiyorsunuz. Kaçmaya çalışıyorum. Bu kadar kafi…
Allah kainatı yaratıyor. Ondan sonra tabiat kanunu yaratıyor. Bu kanuna göre bir çok gelişme oluyor. İlimde din ayrımı yok. Allah insana irade veriyor. Çalışıyorlarsa kazanıyorlar. Allah'ı adil kabul etmek lazım. İlimleri araştırırken adaletle araştırıyoruz. Avrupalılar neden bizden daha çok ileri veya zengin? Tabiat kanunun şartlarına göre daha iyi hareket ediyorlar. Bu sonuca geliyorlar.
Yahudi bilim adamı Rosenthal'la arkadaştık, ara sıra mektuplaşırdık. İkimiz de birbirimize hürmet ederdik. Diyor ki; "Belki de kapsamı hızla genişleyen çeviri faaliyetlerini temellendirmek için Müslümanlara tıp, kimya gibi pozitif bilimlerle tanışmayı çekici gösteren ne pratik faydacılık ne de felsefi teolojik sorunlarla uğraşmalarına sebep olan teorik faydacılık yeterli olabilirdi. Eğer İslam dini başlangıçtan itibaren bilim rolünü dinin bütün bir insan hayatının asıl itici gücü olarak öne sürmemiş olsaydı. Bilim İslam'da böylesine merkezi bir konuma yerleştirilmiş, neredeyse dini bir saygı görmemiş olmasaydı muhtemelen çeviri faaliyeti olduğundan daha az bilimsel, daha az sürükleyici ve daha ziyade yaşamak için zaruri olanı almaya bilinenden farklı bir şekilde sınırlanmış olarak kalırdı." Ne kadar müthiş değil mi?
Ben Müslüman olduğum için bunu söylersem mübalağa edebilirim. Yahudi kökenli büyük ve insaflı bir oryantalistin böyle bir şey söylemesi benim söylememden daha büyük bir şey. Ben mütemadiyen İslam bilimlerinin nasıl geliştiği ile ilgileniyorum. İslam bilimlerinin umumiyetle üzerinde durulmamış bir tarafı, benim bile çok geç kaldığım bir yanı var.
İslam bilimlerinin herhangi bir kültür dünyasının tanımadığı bir hız alışı var. İşe parmak sayarak başlayan Araplar ikinci yüzyılda matematiğin tekniğini anlayacak hale geliyorlar, fizik ve geometriyi tercüme ediyorlar. Kimyayı ikinci yüzyılda deneysel ve matematik esaslara dayanan bir bilim olarak ortaya koyuyorlar.
Müslümanlar ikinci yüzyılın ortalarında bin sayfalık bir gramer kitabı yazıyorlar. Üçüncü yüzyılın hemen hemen her alanında kreatif oluyorlar. İslamiyet'in gelişiyle insanlarda bilime karşı bir susama başlıyor. İslam geldiğinde okuma yazma sayısı parmakla sayılacak kadar azdı. Ama ben mesleğim icabı 65 yıldan beri gece gündüz İslam bilimleri tarihi ile uğraştım. Bu bana bazı görüşler kazandırdı. Araştırmalarım sonucunda şunu fark ettim; İslam birinci yüz yılın sonlarına doğru okuma yazma orana bütün dünyaya göre daha fazlaydı.
İslam bilimleri tarihçisi değil, toplum bilimleri tarihçisi George Sarton İslam bilimlerinin genel bilimlerdeki tarihin yerini oryantalistlerin etütlerine dayanarak bilim çağını Müslüman bilginlerin adıyla değerlendiriyor. O İslam bilimleri değil, Arap bilimleri diyordu. Arap bilimlerinin gelişmesini büyüklüğünü mucize olarak görüyordu ve 'Arap mucizesi' diyordu İzah edemiyordu. Türklerin bunu duyması lazım. Çünkü onlara göre Müslümanlar hiçbir şeyi bilmezler.