Prof. Dr. Abdullah Uçman ile yayına hazırladığı Rıza Tevfik’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Makaleler adlı kitabına dair konuştuk.
80’li yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde rahmetli Mehmet Kaplan hocamın danışmanlığında Rıza Tevfik’in edebî şahsiyeti üzerinde doktora yapıyordum. Tezimi tamamlamak üzere iken fakültede bir gün Ümit Meriç Hanım’la karşılaştık; bana Rıza Tevfik’in ailesiyle tanışmak isteyip istemediğimi sordu; verdiği telefon numarasından aileden randevu aldım ve bir hafta sonu Moda’daki evlerine gittim. Evde Rıza Tevfik’in küçük kızı Munise Başikoğlu, küçük oğlu Nazif Bölükbaşı, torunu Rıza Başikoğlu ve gelini Nihal Hanım bulunuyordu. Tanışma faslından sonra tezimde aileyle ilgili halledemediğim bazı soruları sordum, bir kısmına cevap verdiler bir kısmına veremediler. Rıza Tevfik’ten geriye herhangi bir şey kalıp kalmadığını sorunca da, Rıza Tevfik’in vefatından sonra eşi Nazlı Hanım’ın Büyükdere civarında bir evde tek başına ikamet ederken bir gün evi su bastığını ve evdeki her şeyin berbat olduğunu söylediler. Ellerinde sadece Rıza Tevfik’in, kızına gönderdiği bir miktar mektup bulunduğunu belirttiler. İade etmek üzere bu mektuplardan bir kısmını aldım ve vedalaşıp ayrıldım. Ancak aileyle ilişkimi bayramlarda ve yılbaşlarında gerek telefon gerekse kart göndererek sürdürdüm. Sanıyorum zaman içinde benim herhangi bir art niyetimin olmadığını anlayınca Rıza Tevfik’ten ellerinde kalan defter, müsvedde, mektup, kartpostal, telgraf ne varsa peyderpey hemen hepsini bana verdiler. Ben de tasnif ettiğim evrakı zaman içinde bir kısmını makaleler hâlinde bir kısmını da kitaplar hâlinde yayımladım ve yayımlamaya devam ediyorum.
Rıza Tevfik hakikaten devrin birçok aydınından farklı, çok yönlü bir şahsiyet. Aileden gelen birtakım genetik özellikler yanında okuduğu okullardan edindiği kültürel birikimi de hesaba katmak gerekir. Mekteb-i Mülkiye’de hocaları arasında Mîzancı Murad, Recâizâde Ekrem, Hacı Zihnî Efendi, Mihail Portakal Paşa gibi devrin tanınmış şahsiyetleri var. Ayrıca, küçük yaştan beri doymak bilmeyen bir öğrenme arzu ve iştiyakı olan birisi. Arapça, Farsça, Fransızca, İspanyolca ve İbranice yanında bir münakaşa dolayısıyla 40’lı yaşlarında İngilizce öğreniyor. Gençlik yıllarında Darwin, Büchner ve Marks gibi materyalist filozofların eserlerini okumuş. 1909’da Leiden’de basılmış Hurûfîlikle ilgili Fransızca bir kitabı var. Dolayısıyla onu başta felsefe, estetik ve ontoloji olmak üzere, edebiyat, dil, dil felsefesi, sosyoloji, pedagoji, ekonomi-politik, dinler tarihi ve kültür tarihi alanlarında kitaplar ve makaleler yazmış çok yönlü bir aydın olarak görüyoruz.
Bu kitapta onun doğrudan doğruya Türkçe, eski ve yeni Türk edebiyatı ile ilgili makalelerini bir araya getirdim. Rıza Tevfik, Türk dili ilgili yazılarında, Türkçenin uzun bir geçmişi bulunan ve yapı bakımından gelişmeye elverişli, her türlü duygu ve düşüncemizi ifadeye elverişli bir dil olduğu görüşündedir. Ancak Batı dünyasıyla sıkı ilişkiler içine girdiğimiz XIX. yüzyıldan itibaren Batı dillerinden giren felsefî ve ilmî terimlere uygun karşılıklar bulmada Türkçenin yetersiz olduğu; bu durumda Batı dillerinden ya da Arapçadan ıstılahlar almak mecburiyetinde olduğumuz kanaatindedir. Kendisinin de âzâsı bulunduğu “Istılahât-ı İlmiyye Encümeni” dağıldıktan sonra hazırlamaya başladığı Mufassal Kamus-ı Felsefe adlı lügatında ne yapmak istediğini örnekleriyle ortaya koymuştur.
Kitaptaki makalelerin bir kısmında nazirecilik, sanat yapmak gayesiyle gereksiz birtakım oyunlarla yenilerde Fransız edebiyatı etkisi üzerinde durulurken çoğunda da eski ve yeni dönemin isim yapmış şairleri ve onların edebî hüviyetleri ele alınmaktadır. Rıza Tevfik’in, yenileşme dönemi edebiyatında üzerinde en çok durduğu, hakkında müstakil bir kitap da kaleme aldığı, Abdülhak Hâmid’dir. Hâmid’i o, asılardır belli bir estetik anlayış içinde değişmeden sürüp giden Türk şiirine romantik anlayışı getirmek suretiyle büyük bir inkılâbı gerçekleştiren bir “müceddit” olarak görür. Servet-i Fünûncuların Türk şiirini çıkmaza soktuğu bir sırada sade Türkçe ve hece vezniyle yazdığı şiirlerle yeni bir çığır açtığına inandığı Mehmed Emin’i de alkışlayanların başında gelir. Yakın arkadaşı olan Tevfik Fikret de Rıza Tevfik’in üzerinde en çok durduğu şairler arasındadır. Fikret’in bir buhran ânında yazdığı “Tarih-i Kadîm” dolayısıyla çıkan tartışmalarda onu müdafaa edenlerin başında Rıza Tevfik gelir.
Bunların dışında Fuzuli, Nâbi, Nef’i, Nâilî-i Kadîm, Nedim, Sümbülzâde Vehbi, Osman Nevres ile Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib ve Hersekli Ârif Hikmet gibi Encümen-i Şuara mensupları da ele alıp tanıttığı şairler arasındadır. Rıza Tevfik’in yazılarının önemi, Gibb’in kitabı dışında bizde henüz bir Türk edebiyatı tarihinin yazılmadığı bir sırada kaleme alınmış olmasından gelmektedir. Onun divan şairlerinde gördüğü en büyük kusur ise nazireciliktir; nazireciliği şahsiyetin gelişmesinde büyük bir engel olarak görür.
2016 yılında hacimli bir cilt hâlinde Rıza Tevfik’in Mektupları’nı yayınlamıştım. Geçtiğimiz günlerde de Rıza Tevfik’e Mektuplar-I adıyla Büyüyen Ay Yayınları arasında bir kitabım çıktı. Bunun ikinci cildi de hazır. Ayrıca henüz el atamadığım günlükleri var. Rıza Tevfik yurt dışında sürgünde bulunduğu yıllarda günlük tutmuş. İnşallah bir gün 15-20 defter hâlindeki bu günlüklere de sıra gelir.