
Mahir Kaynak, hem akademisyen hem de MİT teşkilatında bir dönem görev yapmış eski bir istihbaratçı, bildiğiniz gibi. Kendi istihbarat servisi tarafından deşifre edilen ilk ajan kabul edilen Kaynak, akademisyenliğini, ailesini ve tüm bunların yanında 2012'de eski bir ajan olmanın nasıl birşey olduğunu anlattı. Hayatının ajanlıktan öncesini ve sonrasını ikiye bölen Mahir Kaynak, MİT'te girdikten sonraki sürecin aleyhine işlediğini ve istifasından sonraki hayatının çok zorlu geçtiğini söylüyor.
Ben insanlardan bir şey beklemiyorum. Etrafımdaki insanlar da bana 'ben şu desteği verdim' diyemez.
Öyle tabi. Çünkü kimse benim üzerimde hak iddia edemez ve kimseye yük olmadım. Herşeye kendim katlandım.
Ailemin yanında kendimi çok güvende hissederim. Hayatımda ailem vardır. Çünkü aile sevgi demektir. Her akşam birbirimizi ararız. Bir çok olumsuz şeyler yaşamama rağmen o yüzden mutlu bir insanım. Kızım Bodrum'dan uçakla geliyor, sürekli ararım indi mi bindi mi diye merak ederim. Çocuklarım beş dakika geç kalsa onları balkonda beklerim.
Devletin anlayışı ile benim anlayışım arasında fark vardı. Devlet; "Türkiye Sovyetler Birliği bize saldırır onların adamları vardır ve biz onları takip edeceğiz" diye bir istihbarat yapıyordu. Fakat, benim görüşüm öyle değildi. Ben ise "Türk üzerindeki bütün mücadele Avrupa ve Amerika arasındadır. Avrupa Türkiye'yi kontrol etmek ve Amerika'nın elinden almak istiyor. Çünkü Amerika sonradan geldi" diyordum. Türkiye'de ilk defa bir Avrupa-Amerika çekişmesinden söz eden kişi benim. Ben Türkiye'deki solu Avrupa'daki sol olarak kabul ettim. Koministleri Ruslar gönderiyor filan demedim.
Hiç zor olmadı. Ben "Bu darbeyi bertaraf edelim. Siz komünistleri tasfiye etmek istiyorsunuz, ben ise Avrupa'yı... Her ikisini de tasfiye edelim ikimizin de işine yarasın" dedim. Avrupa'nın Türkiye üzerindeki etkisinin olumsuz olduğunu biliyordum.
Yoktu. Çünkü ilk günden beri Avrupa Birliği'ne giremeyeceğimizi düşünüyordum.
Evet.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesini destekleyen İngiltere'dir. Karşı çıkan da Almanya ve Fransa'dır.
'Türkiye Avrupa Birliği'ne girerse, İngiltere'nin kontrolünde olacaktır.' Fransa böyle düşünüyor. Avrupa'nın içerisinde İngiltere'nin ağırlığı artmasından, kendi etkinliklerinin azalmasından korkuyorlar. Onlar bizimle değil, İngiltere ile mücadele ediyorlar.
Kötü. Kanunlara uygun ve devletim için bir iş yaptım. Bunu en iyi şekilde yerine getirdim. 12 Mart'ta darbecilerle, darbeyi engelleyenler anlaştılar. Anlaşınca da ortak bir hükümet kurdular. Bütün Kuvvet Komutanları 12 Mart muhtırasını imzaladı. Halbuki onların yarısı darbeci yarısı da darbeyi engelleyenlerdi. Bir tek darbeyi önlemek için çalışanlar rezil oldu.
Beni tayin etmedikleri için, üniversiteye gidemiyordum. Hemen bir dilekçe verildi. 12 gün okula gelmediğinizde istifa etmiş sayılırsınız.
Hayır. Eğer istifa etseydim ortada kalacaktım.
Üniversiteden ayrıldıktan sonra 12 sene akademiye ara verdim.
Çok zor. Zaten deşifre edilmeye de ben karar vermedim. Çok başarılı bir akademisyendim. Hatta doktara derecem pekiyidir.
Esarete. Ben esir düştüğümün farkındaydım. Sadece "Lütfen bana er muamelesi yapmayın, rütbemi koruyun" dedim.
Davrandım. Bütün arzum ailemin bu durumdan rahatsız olmamasıydı. Onun için çaba sarf ettim. Mümkün olduğu kadar, evde istihbarattan bahsedilmedi. Çocuklarım benim istihbaratçı olduğumu bilmezdi. Matematik öğretmeni olduğumu zannediyorlardı.
Evet oldu. Deniz'e ilkokul öğretmeni küçükseyerek senin baban MİTçi demiş.
Türkiye'de kimse istihbarat teşkilatını önemsemez. Onların kötü olduklarını düşünürler. Devlet de himaye etmez. Bu Türkiye'nin ciddi bir zaafıdır.
Elbette. Mesela; İngiltere bir ada ülkesi olmasına rağmen istihbarat servisi onları ayakta tutuyor.
Tabi. "Türkiye'de istediğimizi yapalım kimse de bizi engellemesin" diyorlar. Türkiye'de başarılı olmamış bir istihbarat operasyonu yoktur.
Şu anda bilmiyorum. Bakın, oturup 'düşmanım Sovyetler Birliği diyeceksiniz' sonra da Sovyetler Birliği'nin Türkiye'de hiç operasyon yapmadığına inanacaksınız. Bu olacak iş mi?
Hayır. Çünkü bana kahraman gibi bakan bir kişi bile olmadı. Herkes en kötüsünü söyledi.
Elbette. Çünkü ben insanlarla iyi geçinen biriyim. Hiç kimseyle kavgalı değilim. Sıfatım sebebiyle herkes bana düşman oldu.
Bana orada hiç bir ciddi görev verilmedi.
Çünkü iyi bir istihbaratçı değilmişim. Bir gün benim sorumlu olduğum Daire Başkanı gazeteye beyanat verdi. "Mahir Kaynak iyi bir istihbaratçı olmadığı için terfi edememiştir" dedi.
Tabi. Hem de ilk günden itibaren. Fakat yapabileceğim başka hiç bir iş yoktu. Beni hiç bir yere almazlardı. Sonra 12 Eylül oldu ve hemen ayrıldım.
Hemen hemen on yıl. Teşkilatla ilişkim de 1966'da başladı.
İki seçeneğim vardı. Ya kendimi tatmin etmek için anlatacaktım ya da anlattığım şeyler birine zarar verip vermez mi diye düşünüp susacaktım. Karşı tarafa zarar vermesin diye söylemediğim şeyler var.
Neden rahatlayım, benim rahatlamaya hakkım var mı?
Bu benim hayata başladığımdan itibaren oluşturduğum bir görüştür.
Hayır. Başıma gelenleri uluslararası mücadeleye bağladım. Çünkü ben bir güce karşı mücadele ettim. O gücün de beni bertaraf etmesi çok doğaldır. Ben Avrupa'daki ülkelere Türkiye'yi size vermeyeceğim diyordum. Onlar da biz alacağız diyorlardı. Böyle bir durumda benim arkamda devletin olması gerekirdi ama kimse yoktu.
Yirmi yıl önce gazeteye verdiğim bir beyanat var. "Ben bu hayat mücadelemin sonunu biliyorum. Yenileceğim. İyi mücadele etti desinler diye oynuyorum" dedim.
Geçmişteki bakış olumsuzdu. Halk MİT mensubu olmayı, bir ispiyonculuk mesleği olarak algılıyordu. Erdemlerden yoksun insanlar bu görevi yapabilir gibi bir bakış var. Halbuki bir istihbaratçı arkadaşını ihbar etmez. Bir ortama girer, girdiğinde bunu o arkadaşı da bilir. Tersi olursa dürüst olunamaz.
Ajan provokatörlüğü şöyledir; siz suçu işlemeyi istemeyen bir insanı tahrik eder, o suçu işletir, sonra da onu ihbar edersiniz. Bana "ajan provakatör" diyorlar. O darbecilerin aklından darbe geçmiyormuş, ben onları darbe yapmaları için kışkırtmışım onlar darbe yapınca da ihbar etmişim. Bana böyle ithamlarda bulunuyorlar. Ben de diyorum ki; "Bakın, eğer ben insanları tahrik etseydim, çevremde bir çok akademisyen ve öğrenci vardı. 12 Mart'ta her kesimden insanlar gözaltına alındı. Fakat sadece İktisat Fakültesi'nde yoktu. Demek ki ben başarısız bir provakatörüm.
Yapacağım hiç bir şey yok. Birgün Hürriyet Gazetesi'nin üçüncü sayfasında manşet atılmış "Mahir Kaynak ahlaksızlık nedeniyle askerlikten atıldı" yazıyordu.
Hemen mahkemeye verdim. Askerlikten nasıl atıldığıma dair bütün belgeler ortadaydı. Hiç bir suç işlememiş, disiplin cezası almayan bir insandım. Emekli asker statüm vardır. Davayı kazandım. Sonra ikibin liraya tazminata mahkum oldular. Hürriyet Gazetesi bana o iki bin lirayı çok gördü ve mahkeme kararıyla o ücreti yediyüz elliye düşürdüler.
Kendim için değil, ailem için. Ama bizi perişan ettiler.
Bu durumu kaderim olarak kabul ediyorum. Çok zorlukla karşılaştım Allah'tan başka yardımcım olmadı. Onun yardımını hep hissederdim. Darda kaldığımda beni sadece 'O' kurtarırdı.
Ben hakkımı burada aramıyorum. Öbür dünya Allah'ın huzuruna çıktığımda beni kötü görmesin yeter. Başka hiçbir şey istemiyorum. Desin ki; "Sen benim istediğim gibi bir kulum oldun"
Hayır. Çünkü o görevi yaparken aslında ülkenizi koruyorsunuz. Size karşı hile yapan, oyun oynayan, sizi yok etmeye çalışan bir güç var. Bunları yenmeniz lazım. Kötü bir şey değil. Nasıl bir asker ülkesi için savaşıyorsa, istihbaratçı da ülkesine hizmet eder.
Ber Şark ve Garp olarak ayırmıyorum. Etkili olan ve olmayan vardır. Siz önyargıyla bana "şunlar düşmandır" derseniz olmaz. Yabancı istihbarat servisinin kullandığı ideoloji her şeydir. Din, Milliyetçi maskesi, altında gelir. O zaman da ne önemliyse onun tipine bürünür. Ona dikkat edeceksiniz. Bunun üzerinden bir oyun oynuyorlar mı onu ortaya çıkaracaksınız. Bizde hep Atatürkçülük kisvesiyle darbeler yapıldı.
Bu doğru değil. Çünkü yabancı güçler Türkiye içindeki güçleri kullanırlar. Türk insanını kullanır. Ben istihbaratı yaparken hep Türklerle içiçeydim. Bunların çoğu da cahildi. Vatan için bu işi yapıyorlardı. Kimin tarafından kullanıldıklarını bilmiyordu. Diyelim ki bir adam milliyetçi, bu milliyetçiyi getirirsin dışarıda kiminle işbirliği yaparsa sen uşaksın der. Nasıl kurtaracaksın? Amerika bile kendi ülkesini kurtaramaz.
Ajanlar genelde rol yaptığı için o rolü yapan kişinin profilini anlarım. Bir de söylediklerinin kime hizmet ettiğine bakarım. Bir düşünce Türkiye'ye değil, bir başka ülkenin menfaatini içine alıyorsa orada kendime şu soruyu sorarım; bu kendi düşüncesi mi yoksa kullanılan bir adam mıdır?
Evet. Bunu anlayabilirsiniz. Ben anlarım.
Hayır.
Kendi yöntemlerimle. Direk o hayatı yaşadım. Ne yaptığımın farkındaydım.
O dönemde asistandım. O zamanlar açık oturumlar yapılırdı. En yüksek rütbeli konuşmacıların arasında ben de yer alıyordum. Ecevit, Çetin Altan gibi. Öğrenciler benim etrafımda dolaşırdı. Problemi olan bana gelirdi. Ben insana insan muamelesi yaparım. Sıkıntı çekmemin sebebi de budur.
Zor bir şey tabi. Sonuç olarak geri çekiliyorsun ve güçle mücadele etmeniz için bir desteğin olması gerektiğini anlıyorsunuz.
Oldu. Hakkımda PKK'dan para aldığıma dair gazeteler yazı yazıyorlardı. Beni tanıyan bir adam sizin oturduğunuz koltuğa oturdu ve bana "hocam sizi öldürecekler" dedi. "Valla öyle gözüküyor ama yapacak bir şey yok" dedim. Bana "yurdışına kaçın" dedi. Ben de "pasaportum bile yok" dedim. Cebinden benim için hazırlanmış bir pasaport çıkardı. Ben de durumdan işkillendim ve sizi ararım dedim. Onlar gittikten sonra şöyle düşündüm, "bunlar beni yolda bertaraf edecekler, kaçınca da suçlamayı kabul etmiş olacağım. Ölmek bundan daha iyidir, aileme kötü bir isim bırakmam" dedim. Ertesi gün televizyonda "Mahir Kaynak Berlin'de görüldü" diye bir haber çıktı. Meğer, beni Berlin'e götüreceklermiş.
Herkes benim doğru söylediğimi bilir. Beni tanıyan tanımayan bilir ben yalan söylemem. Ama beni etkisiz hale getirmek istiyorlardı. Şahsıma ait değil, tamamen ideolojik. Bir gün bir gazeteye şöyle bir yazı yazdım; "Gizli servislere meydan okuyorum, beni bertaraf edebilirler, öldürebilirler, bu hiç zor değil, eğer kendilerine güveniyorlarsa benim aklımı yensinler" dedim.
Öyle. Hiç kimsem yok ki. Ben bu kadar insanın içinde nasıl yaşayabildim şaşırıyorum. Hiç kimse yanımda değildi ki.
Süleyman Demirel benimle hiç ilgilenmedi. Benim de hiç korunma gibi bir talebim olmadı ama şimdiki hükümet, bana "size koruma gönderelim" diyor.
Hiç birşey. MİT'e Fidan geldi hemen indirmeye kalktılar. Demek ki hala devam eden bir müdahale var. Ama hükümet yapılması gerekeni yaptı ve Fidan'ı korudu. Türkiye ilk defa bu dönemde devlet olmaya başladı. Ben devlete hizmet etmekten başka birşey yapmadım neden bana bu kadar zulmetti?
Hukuk tamamen tesadüfe dayalı olarak işliyor. Hukukun içine siyaset karıştıysa orada siyaset galip gelir. Hukuk MİT'in yanında değil, karşısındadır.
Çok rahatım.
Hürriyet Gazetesi benim için "Bu adamın hiç bir mal varlığı yoktur ikibin lira bu adamı zengin eder." demişti. Oturduğum ev benim değil. Benim hiç mal mülk gibi bir hevesim olmadı. Bütün servetim ailem.
Hayatımın küçük bir kısmını yazdım. MİT ile ilgili de çok az bilgiye yer verdim. MİT Müşteşarı, beni mahkemeye verdi ve 7,5 yıl hapsimi istedi. Mahkemeye şunları söyledim; "Üzerinde tartışılan konular ile ilgili kendi görüşümü yazdım. Başkaları da yazıyor ama bir tek ben engelleniyorum" dedim. Sonra beratıma karar verdiler. O yüzden kendi hayatımı da yazamıyorum.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.