Sözlü tarih araştırmacısı Elbruz Aksoy, 150 yıl önce Kafkasya’dan Rusya tarafından sürgün edilen Çerkesler’in torunlarıyla konuştu. 20 yıl süren çalışmada topladığı öyküleri “Benim Adım 1864: Çerkes Hikâyeleri” adıyla kitaplaştıran Aksoy, “Çerkeslerin fotoğrafını çekelim diye çıktığımız yolda bu coğrafyanın son 150 senesinin görüntüsünü ortaya çıkardım” diyor.
Uzun yıllardır farklı ülkelerde bulunan Çerkeslerle sözlü tarih çalışması yapan Elbruz Aksoy, derlediği anı ve hatıraraları ‘Benim Adım 1864: Çerkes Hikâyeleri’ kitabında topladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beyaz Köleler’ başlıklı yüksek lisans çalışmasını bitiren ve sözlü tarih çalışmalarına devam eden Aksoy’la kitabından yola çıkarak Çerkes tarihi üzerinden topladığı anıları konuştuk.
Ben 1996 yılından beri bu alan üzerinde çalışıyorum. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okurken ‘İnsanlığa Giriş’ dersinde kıymetli hocam Belkıs Kümbetoğlu, Çerkes olduğumu öğrenince benden Çerkes asimilasyonu üzerine bir çalışma istedi. Arşiv bilgileri dışında yaşlılarla görüşmem gerekiyordu. Ben de ilk olarak kendi akrabalarımla görüşmeye başladım.
Bu kitap aslında çok önceden çıkabilirdi. Eşim Suriye Kuneytralı ve Çerkes. Abisi de yaklaşık 7 senedir hapiste. Önce onun hatırasını hikayeleştireyim diye bir başladım. Çevremdeki insanlar okuyup beğendiklerinde ‘Savaşın böyle etkisi de mi varmış’ dediler. Ben de toplamış olduğum sözlü tarih çalışmalarını derlemeye başladım. Bunların bir kısmı sosyal medyada yayınlanmıştı. Baktım olmuyor. Kitap formatına getirdim. 2013 yılından beri kitap üzerinde çalışıyorum. 1902 doğumlu insanlarla konuşmuştum. Çerkes sürgününü yaşamış dedeleriyle beraber büyüdüler. Dedelerinin hatırılarını onlardan toparlamış oldum.
Anıları bir tarih süreç olarak ele almam gerekti. Çerkeslerin Kafkasya’da yaşadığı Rus harpleri sonrasındaki katliamlar, bu katliamlardan sağ kalan bir buçuk milyon insanın hiç bilmedikleri coğrafyalarla kaynaşma süreci ve iskânlaşmayı hikayeler üzerinden anlattım. Kitaptaki çoğu anı 1923 ve sonrasına dair. Çünkü 1923 öncesi Çerkeslerin kendi kimlikleriyle var oldukları bir dönem. Ötekileştirilmediği, çok rahat dilini kullandığı, Çerkes kimliğiyle paşa, üst rütbeli memur ve sadrazam olduğu bir dönem. Fakat 1923 sonrasında kendi kimliklerini terk etmeleri beklenmiş.
Evet bu bir tarih kitabı değil. Son 150 yılımız bu büyük coğrafya olan Türkiye, Suriye, Ürdün, Filistin’de yaşanan anı ve hatıraları anlatıyor. Ve bu coğrafyaya iskan edilen Çerkesleri. Kitapta Türkiye, Suriye, Ürdün ve Filistin’den Çerkeslerin ötekilerle olan hatıraları ve anıları var. Araplarla, Bedevilerle, Dürzülerle, Ermenilerle... Türkiye’nin ilk dünya güzellik kraliçesi Keriman Halis’in ömrünün son günlerinde Çerkes kimliğini ortaya çıkarması, Çerkesler tarafından köle edilen bir Ermeni’nin Çerkes kimliğiyle hayatını devam ettirmesi, Ankara hükümetinin Vahdettin’in eşi Emine Nazikeda Kadın Efendi’ye layık gördüğü o son geceyi, Çerkeslerin askeriyede nasıl var olduklarını tanıklarından dinleyip kendi dilimle anlattım. Bu kitap Çerkeslerin değil toplumun bir yüzleşmesi.
Ermenilerle ilgili 3 hikaye var. Ben Çerkes toplumu içerisinde doğdum büyüdüm ben de bilmiyorum. Çerkesler yaptıkları iyi bir şeyi konuşmazlar. Ayıplarlar. Hele bir toplumda kaçak göçek işler yapmış, eşkiyalığa soyunmuşsanız yaptığınız iyikler hiç söylenmez. Çerkeslere ait konakların aslında Ermenilere ait olduğunu öğrendik. Kemikli Çınar bölümünde annesinin Çerkesce konuşmasından utanan bir askerin onu kaybettiğinde aslında Çerkes olmadığını öğrenip hayatının şokunu yaşamasını ve Çerkes Araksi bölümünde de eski ev sahibem olan bir Ermeniyi anlattım. Sözüm ona Çerkeslerin fotoğrafını çekelim diye çıktığımız yolda bu coğrafyanın son 150 senesinin görüntüsünü ortaya çıkardık.
Kafkasya’da kültür dil hala var ama Sovyetlerin etkisi altında asimile olunmuş. Sürülen Çerkesinlerin yüzde 95’i de Türkiye’de. Bugün Suriye’de 150 bin, Ürdün’de 170 bin, İsrail’de de sadece 2 Çerkes köyü kalmış durumunda. Çerkes diasporasında dili, kültürü, örfü yaşatan sadece şu an bu 2 köy var. En orijinal halleriyle yaşıyorlar. Hatta o kadar orjinaller ki Kafkasya’dakiler o kadar temiz Çerkesce konuşamıyor. Wadi Roum o köylere ait bir hikaye. Kendi içlerinde kalmışlar. Yahudilerle, Araplarla, Bedevilerle evlenmek yerine tamamen kendilerini kapatıp kendi içlerine evlilik yapmışlar. Köyde Çerkes olmayan bir damat ya da gelin yok. Erken yaşta evlenip 5-6 çocuk yapıyorlar. Gelenek görenikleri en orijinal haliyle devam ettiriyorlar.
Vatanını, bir savaşı kaybetmiş kişilerin konuşması elbette kolay değil. Kahraman bir millet yenilgiyi anlatmaz. Benim kendi ailemde anlatmazdı. Ben içerden biri olarak ‘Siz anlatmazsanızda ben biliyorum. Ermenilerle neler yaşadığınızı, eşkiyalıkları, kölelikleri’ dediğim an anlatmaya başladılar. Herkes kendi hayatından bir şeyler koydu ortaya.