Çağın insanı daha kaygılı

Semiha Kavak
04:007/03/2021, الأحد
G: 7/03/2021, الأحد
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Ketebe Yayınları arasında çıkan “Dünya Sisteminin Doğası Değiştikçe Aynı Kalan” adlı kitabını anlatan Ercan Yıldırım mutasyona uğrayan virüs karşısında sürekli kaygılı ve ürkek yeni bir insan modelinin çağa damgasını vurduğuna dikkat çekiyor.

Ketebe Yayınları’ndan çıkan “Dünya Sisteminin Doğası Değiştikçe Aynı Kalan” adlı kitabını Ercan Yıldırım anlattı.


-Müslümanların bu dünya sistemiyle uzlaşması neden mümkün değil?

Müslümanların kapitalist dünya sistemiyle uzlaşması imkansız değil tam tersine ben Müslümanların uzlaşma değil sistemi sahiplenmeye çalıştığını, rehabilite etme teklifinde bulunduğunu iddia ediyorum. Müslümanlar değil İslam dünya sistemiyle uzlaşmaz! Ontolojik bir karşıtlık sözkonusu çünkü. Müslümanlar sisteme entegre olmak için her yolu deniyor ama İslam ve Anadolu’da kurduğumuz nizam bilkuvve karakteriyle sistemin karşısında bir alternatif olmayı sürdürüyor. Müslümanlar sisteme entegrasyon için can atıyor ama İslam ve bilkuvve Türk kimliği direniyor. Bakın Doğu Akdeniz meselesi başta gelmek üzere İslam ülkeleri Batı’ya kayıtsız şartsız entegre oldular, Batı merkezlilik karşısında bırakın alternatif kurmayı, bir sözleri, bir eylemleri bile kalmadı.


ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN KARI ARTTI

-“Post-korona sürecinde ya büyük finans baskılanacak ya ulus devletlerin acziyeti artacak” diyorsunuz. Bu alternatiflerden herhangi biri öne çıktığında nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağız?

Tabi bu kitap salgının en kesif döneminde yayımlandı. Salgın bir şekilde ulus devletleri öne çıkardı, en özgürlükçü, radikal demokrasi taraflısı ülkelerde bile salgına karşı devletin gücünü göstermesi, istisnayı işletmesi, yasakları uygulayabilmesi için halktan talepler geldi. Fakat iktisadi manada devletler değil küresel şirketler hala avantajlıydı, tedarik sorununu çözebilecek, üretim kanallarını işletebilecek güç onlarda ve Çin’deydi. Nihayetinde 2020 yılı değerlendirmelerine bakınca görüyoruz ki dünyanın sayılı şirketi, burjuvazisi yaklaşık 2 trilyon dolar kar yapmış. Pek çok sektör, şirket batar, istihdam çöker, büyüme oranları eksiyi görürken çok uluslu şirketler karlarını artırmış. Bu tablo artık netleşti. Bırakın orta ölçekli devletleri, ABD, Avrupa, Japonya gibi merkez ülkeler çok büyük gerilemeler yaşadı, bir tek Çin hariç! Bu sürdürülebilir bir durum değil.

SALGIN HESAPLARI ALT ÜST ETTİ

-Çin’in ağırlığı artar mı bu süreçte?

Elbette. Çin, salgın tüm dünyaya yayılana kadar adeta bu illeti sakladı, eksik ve yanlış bilgiler verdi. Tabi Çin uzun zamandır “dünya sistemine el koymak” için fırsat arıyordu. 2008 krizi kapitalizmin merkez ülkelerini adeta ezdi geçti, çöken şirketlerin yükü halklara yüklenince suni düşman üretmeye çalıştılar, İslam-göçmen-yabancı düşmanlığı da fakirleşmekten, iflaslardan, işsizlikten kaynaklanan rahatsızlığı kapatamadı. Trump Ticaret Savaşları ile Çin’i dengeleme yoluna gitti aslına bakılırsa başarılı da olacakken salgın tüm hesapları alt üst etti. Şimdi Çin, Sinosentrik-Çin merkezli bir sistem kurmanın peşinde. AB’nin zayıflığı, ABD’nin İmparatorluk vasfını 11 Eylül öncesi gibi kullanamaması Çin’i heveslendiriyor. Orta ölçekli, bağımlı devletlerle ilişkilerini artırıp, yeni ticari organizasyonlar, oligopoller inşa edip, durumu kötü ülkelere yardım paketleri hazırlayıp etkinlik alanını küresel boyuta getirmek istiyor. Doğu ve Çin imparatorluk mirasını, devlet organizasyonunu, çapul ekonomi yöntemini küresel dünyaya uyarlamaya hazırlanıyor.

-Türkiye, sizce yeni dünya düzeninden nasıl etkilenir, kendine nerede yer bulabilir?

Küresel dünyada kimse kendi hayatını yaşayamaz, yaşayamıyor da zaten. Müthiş bir etkileşim var, ister istemez başka’sının çizdiği çerçevelerin içine de dahil oluyorsunuz. ABD, Avrupa, çok uluslu şirketler, Rusya-Çin çok kutuplu dünyanın temel aktörleri... buna Türkiye gibi kadim İmparatorluk mirasını ve bilkuvve etki gücünü de ekleyebiliriz. Şartların zorlamasıyla Türkiye Transatlantik-Avrasya bloku arasında kalacak fakat Soğuk Savaş’ta olduğu gibi yekpare bir kampın içine girme zorunluluğu artık yok. Avrasya bloğu da cazip teklifler sunmuyor, bu ikisinin arasında teklif edilen 3. Yol fikrinin de muhtevası zayıf.

Biz Türkiye’yiz, İslam ülkeleri, Müslümanlar “öncü” bir güç beklentisinde... Kısıtlı ekonomik imkanlarına karşı Müslümanların Mekke’den sonra hassaten siyasi merkezlerinin başında Türkiye geliyor. Bu misyonu, Türkiye Merkezli bakış açısını güçlendirmemiz gerekiyor. Bu da 21. yy. varlık anlayışını kavrayıp ona göre adım atmaktan geçiyor. Teknoloji geliştirme, köklerimizden devşireceğimiz ilkeler doğrultusunda iktisadi güç olma, pratik aklın eyleme dönük yüzünü kuvvetlendirme, güçlü bir epistemolojik birikim, gen teknolojisinden yapay zekaya kadar varlığı oluşa getiren hikmeti keşfetme ve üretime katkı, insanlığın anlam krizini çözecek “cevapları” bulabilme, güçlü bir düşünme etkinliğine gitme, antagonistik yönelimleri özellikle İslam aleminde toparlayabilme, ümmete müşterek kader, müşterek düşünme ve müşterek gelecek fikrini yerleştirebilmemiz gerekir. İşimiz çok ama Türkiye olarak başka işimiz ve varoluş gerekçemiz de yok!

Tedirgin ve ürkek insanlık çağı

  • -Kitabınızda “Bu saatten sonra virüslerin küresel tehdit olmasının önüne geçemeyiz; tekno-medeniyetin günahları kendini küresel salgın düzeniyle gösterecek” diyorsunuz. Bu bir kıyamet senaryosu değil mi? Oysa daha önce de öldürücü virüsler oldu ve bunların sonu geldi. Sizi bu sonuca iten ana düşünce ne? Sizce, bundan sonra dünya neler yaşayacak?
  • Kıyametçiliğe külliyen karşıyım; kültleri ortaya çıkaran mesiyanik tutumlar, kıyametçilik insanlığa ve biz Müslümanlara çok zarar verdi. Her yüzyıl bir adlandırmayla anılır, Devrimler yüzyılı, İdeolojiler asrı gibi... anlaşılan o ki 21. yy. salgın, dijital-tekno kültür, anlamsızlık gibi kelimelerle anılacak. Salgın dünya tarihinin bir gerçeği fakat günümüz salgınının özelliği zamanın ruhuna bağlı olarak çok sık mutasyona uğra[tıl]ması... Nasıl sanayi-teknoloji 3.0, 4.0, 5.0 versiyonları varsa virüsler de sürekli güncellenerek hayatımızın bir parçası belki de en büyük etkeni olacak… “Bizimle beraber yaşayan tehdit” vasfıyla varoluşumuza içkinleşeceğinden hassasiyetleri, hissiyatları, kaygıları, umut ve sevinçleriyle çağımıza özgü yeni bir insanı haber veriyor. Şurası bir gerçek ki ürkek, tedirgin, çekingen bir insan gerçekliği doğuyor!

Hayatta kalma korkusu değerleri unutturur

  • -Kapitalizm, her krizde kendini yeniledi. Günümüzde de küresel hale geldi. Bundan sonra tekrar kendini yenileyebilecek mi, bireysel özgürlükler, demokrasi, siyasal modeller sizce nasıl şekillenecek? Bu yeni düzen insanlığı nasıl bir dünyayla buluşturacak? Sizce geleceğin ideolojileri nasıl olacak?
  • Geleceğin ideolojilerini 19. ve 20. yy. ideolojileri gibi görmemek gerekir. Her konuda “yeni normaller” ortaya çıkacaktır. İnsanlar hayatiyetlerini sürdürmek için her şeye başvurabilirler; hayatta kalma söz konusu olunca değerler, ilkeler, ahlak unutulur. Öncelikle belirtmeli ki içinde bulunduğumuz çağ salgın, dijital, yapay zeka gibi kavramlarla anılsa da aslen, varoluşun esasına uygun biçimde ekonominin etrafında şekillenecek. Kapitalizm eşitsizlikleri, gelir farklılıklarını, ayrımcılıkları iyice körükledi, büyüttü; eskiden de eşit, adil bir dünyada yaşamıyorduk ama siyasal sistemler yükselen sesleri kısabiliyordu. Dünya sistemini belirleyen Avrupa aklı, eşitsizliklerin modern değerler bakımından da sürdürülemez boyuta gelmesinden endişe ediyor. Aşının, ülkesine hiç uğramadığı dünya nüfusunun beşte dördü gibi her tür imkana sahip gelişmiş ülkelerin insanları da bu düzenin sürdürülemez olacağının farkında; tabi egemenler de... Avrupa uygarlığı da bir beka kaygısının içine girdi, düzenin başkaları tarafından değil kendi kendini tüketmesinden endişe ediyorlar. Dünya bu gidişle “mahşeri” bir ortama dönüşecek, rejimler daha otoriter, insanlar daha tatminsiz ve müsamahasız, devletler savaşmaya her zamankinden daha istekli olacak.
#Ketebe Yayınları
#Ercan Yıldırım
#Kaygı