Depremin ardından kurulan çadırkentlere adım attığınız an bu insanların yalnızca sıcak bir eve, sağlıklı yiyeceklere, temiz giysilere ihtiyacı olmadığını anlıyorsunuz. Sizi karşılarken o ana kadar yaşadıkları her şeyi, eteklerine topladıkları tüm taşları birer birer döktüklerine şahit oluyorsunuz. Kimi kaybını, o günü anlatıyor önce, kimi sadece size sorular soruyor. Özellikle çocuklar asla depremden ve acılardan bahsetmek istemiyor. Onlar için çadırkentte dinlenecek bir omuz, dikkat dağıtacak bir el işi, atmosferi bir an olsun değiştirecek yeni bir yüz olmak çok değerli.
Kadın ve Demokrasi Vakfı’nın Türkiye’nin dört bir yanında kadınlara destek vermek üzere oluşturduğu kadın destek merkezleri yeni adresi tam da bu nedenle deprem bölgeleri olmuş. Özellikle kadın ve çocuklara yönelik destek için çalışmalarına başlayan KADEM’in halihazırda Hatay ve Kahramanmaraş’ta hizmet veren iki merkezi bulunuyor. Adıyaman’daki kadın destek merkezi ise sel sebebiyle aktif değil ancak KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu, merkezin en kısa sürede yeniden aktif hale getireceklerini söylüyor. Bugüne kadar kurulan üç merkezde yaklaşık 3500 kadına ulaşılmış. Yeni Şafak Pazar olarak bizim görme fırsatı yakaladığımız Hatay İskenderun’da Eski Lunapark Alanı’na kurulan çadırkentte ise yaklaşık 210 çadır bulunuyor. KADEM, çadır kentte ulaşan ilk STK olarak önem taşıyor.
Kadın destek merkezlerinde istihdam edilen psikolog ve sosyologlar sayesinde hem kadınlara hem de çocuklara psikososyal sağlanıyor. Bunun yanında halk eğitimle birlikte hareket ederek yemek atölyeleri, nakış ve örgü atölyeleri gibi çeşitli kurslar düzenleniyor. Bu etkinlikler ile kadınların deprem süresince yaşadıkları tramvayı atabilmeleri için onlara destek olmak hedefleniyor. Her gün çadıra gelenlerin kaydı alınıyor. Kim gelmiş, hangi çadırdan bunlar not ediliyor. Böylece görevliler hem tüm çadırkent sakinlerinden haberdar oluyor. Öğleden sonra saat 14’ten 17’ye kadar hep birlikte el işlerini yapıyorlar. Kimi hiç bilmediği bir işi öğreniyor kimi takıldığı yerde hocasından arkadaşlarından fikir alıyor. Ayrıca Ramazan ruhunu diri tutmak adına sabahları da mukabele okunuyor.
Zehra ve Semir Ödük çifti aileleriyle birlikte depremin ilk günlerini komşularının tek katlı, eski, kiremit evinde geçirmişler. Bir odada yirmi dört kişi kalıyorlarmış. “Depremden önce biz o eve üflesen yıkılır gözüyle bakıyorduk ama deprem günü ona sığındık” diyor Semir Ödük. Geçmişte Semir Ödük çay ocağı işletirken, Zehra Ödük ise ev hanımı olarak zaman zaman evden satış yapmış, dantel işleyip satmış aile bütçesine destek olmuş. Ödük, “Bizim cebimiz birdi. Katar katar bir ev alırdık ailemiz için, çocuklarımız için. Çocuklarımıza bir gelecek yapmaya çalıştık” diyor. Çifti yıllarca çalışarak, biriktirdikleri malları üç çocuklarına bölüştürmüşler. Deprem sonrasında ise 44 yıllık birikimleri olan iki evlerini, bir dükkanlarını bir de arabaların kaybetmişler. Şimdi sadece hasarlı bir ev, bir çadır ile dört yatak ve ısıtıcıları var. Evin hanımı Zehra Ödük, “Sıfırlandık. Allah bana bir ev bıraktı o da hasarlı. Ama korktuğumuz için dönemiyoruz. Beni ömür boyu bıraksalar burada kalırım. Hele o yatak odası bana mezar geliyor. Beyim gitse ben gideceğim İskenderun’dan kalmak istemiyorum. Buraları unutmak istiyorum” diye anlatıyor.
Ancak Ödük ailesi her şeye rağmen bir arada ve sağlıklı olduklarına şükrediyorlar. “Bayram yaklaştı. Çocuklarımız çadırımıza gelecekler, bayramlaşacağız yine. Kalpler ne kadar buruk da olsa bir arada olacağız” diyor Semir Ödük. Geçmişte ortanca çocuklarının sağlığı nedeniyle geçirdikleri zor günleri anımsıyor: “Ortanca oğlumuz Bünyamin doğduğu zaman bir takım sağlık problemleri vardı. Doktorlara götürdük bir şey yok dedilerse de rahat edemedik. Biz de onun sağlığı için bir adakta bulunduk. Allah yüzümüzü güldürdü. Bünyamin iyileşti. Biz de her sene Ramazan’da adak yapıp iftar verir gibi pişirdiğimiz yemeğimizi dağıtmaya başladık.Tüm mahalle adağımızın ne zaman dağıtılacağını bilirlerdi. O gün kapımızda bir kuyruk olurdu. Top atışından bir saat 30 dakika önce dağıtmaya başlardık.” Bu sene adağın çadırkente nasip olduğunu söyleyen Zehra Ödük, “Bu Ramazan için de aylar öncesinden 75 kilo bulgur, 10 kilo nohut, yağ herşeyi hazırlamıştım. Ancak bu yıl hazırlayamayacağım için hepsini buranın yemekhanesine bağışladım” ifadesinde bulunuyor.
Çadır kentte kadın destek merkezinde rengarenk giysileri ve içten gülüşü ile etrafına neşe saçan birini görürseniz bilin ki o destek merkezinin el sanatları öğretmeni Saniye Vahide Mazmancı. Doğma büyüme Hatay-İskenderunlu olan Mazmancı, 64 yaşında ve uzun yıllar halk eğitim merkezlerinde el sanatları öğretmenliği yapmış. Eşi rahatsızlanınca bir dönem bırakmak mecburiyetinde kalmış ancak eşinin ardından yeniden öğreticiliğe geri dönmüş. Depremin ardından bir kadın destek merkezi kurulduğunu ve el sanatları öğretmenine ihtiyaç olduğunu öğrenir öğrenmez, “Ben yaparım” demiş. “Daha önce de deprem görmüştüm. Ama 64 yaşındayım İskenderun’u hiç böyle görmedim. Depremde öyle sarsıntılar yaşadık ki, anlatamam. Enkazdan çıkan insanları gördüm. Evim eski olmasına rağmen sağlamdı. Onlara evimi açtım, evimde misafir ettim. Ama bu yetmedi” diyen Mazmancı, evden çıkıp dışarıda onlarla birlikte olmak istemiş, “Kendi üzüntümü atmam lazımdı, benim insanlarla olmaya ihtiyacım vardı. ‘Kul kuldan sebep olur’ derler. Sağolsunlar beni kabul ettiler” açıklamasını yapıyor.
KADEM çadırında görevli olan sosyolog Nurcan Özcan, deprem öncesinde halihazırda Hatay KADEM’in yönetim kurulunda görev alıyormuş. Deprem sonrasında, hem bir depremzede hem de bir gönüllü olarak önce sahaya inmiş. KADEM burada bir kadın destek merkezi kuracağını söylediğinde bölgeyi çok iyi bildiğinden görev Özcan’a verilmiş. Kendisi de mutlulukla kabul etmiş. Kadın destek merkezi kurulmadan evvel bölgedeki tüm çadırkentler gezilmiş ve en çok ihtiyacı olan, ortalama bir çadır sayısına ulaşmış bir yerleşim yeri seçilmiş. 210 çadırdan oluşan bu çadırkent sosyo-ekonomik durumları düşük ailelerden oluşuyor. Çoğunun evi orta ve ağır hasarlı. Hafif hasarlı olup apartmanda kalamayanlar da evlerinde yeniden bir depreme yakalanma korkusuyla bu çadır kentte ikamet ediyor. Özcan, çadırkentteki sosyal yapının Dumlupınar ve Muradiye mahalleleri olmak üzere iki mahalleden oluştuğunu söylüyor. “Buradaki insanlar, farklı yerlerden bu bölgeye göç etmiş. Ama yıllar içerisinde tutunma çabasıyla kendi öz kültürlerini unutup, kent kültürleriyle kaynaşmaya çalışmışlar” diyor. Buradaki kadınlar daha öncesinde birbirini tanımazken KADEM çadırı sayesinde bir araya gelmişler. Bir arada yapılan etkinlikler sayesinde birbirlerini tanıyarak güzel ilişkiler geliştirmişler. Afetin ardından ilk günlerde kadınların kendilerini ifade etmekte zorlandığını söyleyen Özcan, KADEM çadırının depremzede kadınların normalleşmesinde büyük bir etkisi olduğunu, depremin üzerlerinde bıraktığı korku ve dehşet psikolojisinin yavaş yavaş yerini mutluluğa bıraktığını ifade ediyor. Özcan, değişen atmosferi, “İlk günlerde biz onlara selam verirken şimdi onlar bizi gördükleri yerde selamlıyor, sarılıyorlar. Henüz üç haftadır buradayız ama bu üç haftadaki psikososyal değişimleri bizi ciddi anlamda mutlu ediyor” sözleriyle anlatıyor.
İftar vakti geldiğinde Meryem ve Mehmet Bulut çiftinin evlerine konuk oluyoruz. Çadır kentin Konya’dan gelen eli lezzetli bir aşçısı olduğunu anlatan çift hem sahur hem de iftar yemeğini oradan alıyor. Zaman zaman ufak tüplerinde pişirdikleri yemeklerle de kendilerini evlerinde hissediyor. Bize sofrasını açan Meryem Bulut, aynı zamanda kadın destek merkezi açıldığı gün ilk gelenler kadınlardan. “Ben el işini, örgüyü zaten çok severdim” diyen Bulut’un ustalığı sergi salonuna dönüşen çadırın girişine asılan ilk dört işin ona ait olmasından anlaşılıyor. “Burada sohbet eşliğinde beraber örmek daha güzel. Saat 2’den 5’e kadar beraberiz. Zaman zaman hocamız anlayış gösteriyor, biz akşam 6’ya kadar burada kalıyoruz” diyor. Çiftin çekirdek ailesinde bir kaybı yok. Hatta deprem gecesi onların evden apar topar kaçmaya çalıştığını gören karşı apartman komşuları ve evlerini yapan usta, “O evi ben yaptım korkmayın, yıkılmaz kaçmanıza gerek yok” diye bağırmış. Mehmet Bulut, “Evimizi yapan ustanın ismi Veysi Yaşarsoy, bu civarda kendisinin oturduğu ev dahil 7 tane bina yaptı, sahiden de hepsi ayakta” diyor. Ailenin evi de az hasarlı ve kullanılabilir durumda ancak Meryem Bulut’un o eve girmeye niyeti yok.
Depremden sonra ilk on gün arabada kalmışlar. Hem çocukları hem torunların arabaya sığmadığı zamanlarda yağmurda sokakta beklemişler. Sonrasında yine hep beraber çadırda yaşamaya başlamışlar. Eşi, çocukları ve torunları zaman zaman eve gitseler de Meryem Bulut, çadırkentten hiç ayrılmamış. “Ev daha konforlu ama ben burada kendimi emniyetli hissediyorum. Depremden sonra bir süreliğine Alanya’ya gittik. Orada kayınvalidemin evinde kaldık. Sabaha kadar uykumdan bağırarak uyandım. Hal bu olunca eşim de anlayış gösterdi” diyor. Bulut’a bir de en büyük torunu 12 yaşındaki Mehmet Efe eşlik ediyor. Annesi, kardeşleri ve dedesi eve gitse de o hep babaannesinin yanında kalıyor. Mehmet Bulut ise evini ve düzenini özlemiş, “Kendisine bayrama kadar süre verdim. Bayramdan sonra evimize döneceğiz inşallah” diyor. Bulut çiftinin bu Ramazan Bayramı’ndaki en büyük istekleri her yıl olduğu gibi
yine büyüklerinin kabirlerini ziyaret edebilmek. “Hatay Kırıkhan’da büyüklerimizin mezarları var. Her bayram olduğu gibi arefe günü ya da bayramın ilk günü gidip onları ziyaret edeceğiz. Bu bayram da geleneğimizi bozmayacağız inşallah” diyorlar.