‘Büyük’ olanı yazmak kolaycılıktır

Yeni Şafak
Haber Merkezi
04:0013/06/2018, Çarşamba
G: 13/06/2018, Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

“Seke Seke Ben Geldim” serisinin yazarı Metin Kayahan Özgül, sekme yazmayı âdetâ günlük bir itiyat hâlinde sürdürüyor ve “Zihnimdeki ve evdeki yığın hafifleyene kadar da sürecek sanırım” diyor.

HALİL SOLAK

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Metin Kayahan Özgül ile okurlarda tiryakilik yaratan Sekmeler’in uzun bir aradan sonra çıkan 3. cildi vesilesiyle konuştuk. Biz bu söyleşiyi yaparken de 4. cilt matbaaya gitmek üzereydi.

* Seke Seke Ben Geldim: Sekmeler’in ilk iki cildinden sonra, nihayet 3. cildi de geldi. Bizde bu yazım tarzı pek yaygın sayılmaz. Fragmanlardan oluşan kitaplar yazma fikri nereden çıktı?

Bizde edebiyatı, bir sanatla ilgilenmenin zevkli gevşekliği içinde değerlendirmek zor. Yazarken ne kadar somurtkan ve bilimsel görünürseniz, inandırıcılığınız bir o kadar artıyor. Rasyonel metodolojiyi takip etmek, analitik ciddiyet taşımak, akademik titizlenmenin “biz” özneli cümleleriyle düşünüp yazmak, Amerikan ara notlu referans göstermelerini, İngilizce özetli ve anahtar kelimeleri sıralanmış makalemsi kekelemeler yazmayı önemsemek gibi ârazlar, edebiyattan zevk almayı da gevşeyip metni özümsemeyi de engelliyor. Makalenin bilimsel bir tezi, bir iddiası, bir tesbiti, bir isbat gayreti vardır. Oysa, edebiyatın “bana göre”lerini makale kıvamına sokmak için çırpınırken ortaya çıkan metinler, APA 0.6 makyajından geçmiş soysuz ve kişiliksiz yazılar olmaya başlar. Sanırım, son yirmibeş yılda yazılmış ve hakemli dergilerde basılmış bir tek makalem bile yok. Akademik dergilerin, göstermelik hakemlerin, “objektif ölçüt” mizansenlerinin ortasında, yazdığım hiçbir şey yeteri kadar “bilimsel” değildi ve otuzbeş yıldır akademisyen olup da bilimsel makale yazmayı reddedişimi kâra dönüştürmek için gevşek, ironiye hazır bir deneme üslûbu edinmem gerektiğini anladım. Bu tarz, mutlaka cevaplar bekleyen makalenin aksine, doğru sorulmuş sorularla yetinmeyi bilmeliydi. Üstelik, tek cümleden ibaret kaldığında bile eksiklik hissi uyandırmamalıydı. Dahası, hacim makalenin büyük handikapı... Çok önemli olsa da bu hacmi dolduramayacağı anlaşılan konular elimizde kalıyordu. Fragman, bütün sıkıntılarımı bitirecek bir çare olarak belirdi. “Sekme” kelimesini de yaygınlaşır ve terimleşir ümidiyle icat ettim.


* Siz sekmelerde bir meseleyi “efradını câmi ağyarını mâni” bir şekilde ortaya koyuyorsunuz. (Bizde de genellikle bir mesele ele alınırken Hz. Adem’den itibaren evveliyatına gidiliyor, asıl meram çoğu kere havada kalıyor). Bu nasıl başarıyorsunuz?

Doğrusunu isterseniz, bir konuyu doğru anlamak için evveliyâtına gitmenin gereğine ben de inanıyorum. Bir kavramı, meseleyi, nesneyi, kelimeyi anlamaya tarihçesinden ve etimolojisinden başlamanın en sağlıklı yol olduğunu düşünürüm. Kandille İskandil bunu doğrulayan örneklerle dolu. Lâkin, sekebilmek için ritminizi yükseltmeniz gerek. Benim gibi ağırkanlı ve ayrıntı seven biri için, çekirge misâli zıplayan küçük metinler yazmak zor. Bunu kısa yazmayı öğrenme sürecimin mecburî bir aşaması sayıyorum. Mâlûmat-füruşluk sevdasıyle her ayrıntıyı yazmaya teşne bir yanım varsa da yaş geçtikçe daha iyi anlıyorum ki, öyle bir teferruat düşkünlüğünü sürdürürsem, yazmak istediğim herşeyi yazamadan ömrün mumu sönecek. Biraz da nasibimi toplama telâşıyle elimdekileri, aklımdakileri tüketmeye çalışınca, sekmelerin çerçevesi çok da genişleyemiyor. Yine de arada lâfı uzattığım ve sekiz-on sahîfeyi bulan metinler yazdığım oluyor; fakat, onların kısa yazmaya çalışan herkese müşkilât çıkaracak konular olduğunu düşünerek tesellî buluyorum. Sözlerinizden sanki konunun merkezine sabitlenmiş dikkatlerim olduğu sonucu çıkıyor. Emin olun, öğrenirken, öğretirken, yazarken çağrışımların akışına ve yönlendirmesine bırakılan metinlerin “accidens”ine çok güvenirim. Sekmelerde de lâfın lâfı açması ve konunun başka yerlere sıçraması beni rahatsız etmiyor; bilâkis temerküz etmiş dikkatlerin yumuşamasına yardımcı olduğu için, hoşuma gidiyor.

POPÜLERİ YAZMAK FARKLI
* 3. cildin girişinde sekmelerdeki tavrınızı akademisyenliğinize yakıştıramayanlar olduğunu söylüyorsunuz. Akademisyenlerin “popüler tarzda yazma”sına nasıl bakıyorsunuz? Bir akademisyenin yazdıkları illâ tatsız tuzsuz mu olmalı?

İddiam o ki, beşerî disiplinlerin hiçbirinde pozitif bilimlerin veri netliği ve yorum kesinliği mümkün değildir. Hele edebiyattan bahsediyorsak, metnin sanatlaştığı yerde, onun üzerine eğilen eleştirmenin, yorumcunun, araştırmacının ortada bir bilgi nesnesi varmış gibi davranmaya çalışması tam bir komedi. Bir sekmenin değerini muhtevası mı yoksa bu muhtevanın nasıl sunulduğu mu belirler? Sunuluşunu beğenmediğimiz bilgi, artık bilgi değil midir? Bu bakımdan akademizmi akademinin en büyük başbelâsı olarak görüyorum. Akademisyen pop için, popüler olan için mesaî harcayabilir; lâkin popüler veya popülist olmak için çabalayamaz. Popüler’i yazmak’la popüler tarzda yazmak arasındaki farkı hatırdan ırak tutmamalı.

KÜÇÜK İŞTEN BÜYÜK İŞ ÇIKARMAK
* Siz Sekmeler’de ilgiyi daha çok “küçük şeyler”e yöneltiyorsunuz ve buradan büyük bir hikâye çıkabileceğini gösteriyorsunuz. Tarih alanında olduğu gibi edebiyatta da hep “büyük” meseleler, oluşumlar ya da kişiler üzerine çalışmak daha mı cazip geliyor araştırmacılara/ yazarlara?

Sorunuz biraz da yazarın kalem oynatış sebebiyle ilgili. “Büyük” olanı yazmak kolaycılıktır, büyüklüğün bir kısmına ortak çıkmaktır. Oysa, buradaki korelasyon tersine çalışır: Büyük ve mâruf konulardan küçük ve ortalık malı çalışmalar çıkardığınızda küçülür; küçük ve kenarda kalmış konulardan büyük ve önemli işler çıkardığınızda büyürsünüz.

* Sekmeler’de Türk edebiyatına dair pek çok “ilk”i, “en”i ve “yeni”yi ya ilk kez duyuyoruz ya da doğru bildiklerimizin yanlış olduğunu “sessiz sadasız” gösteriyorsunuz. Ve diyorsunuz ki, “Araştırdıkça daha da emin oluyorum ki, sağlam ve eksiği azca bir edebiyat tarihi yazmamıza daha çok var!” Bu yol gerçekten çok mu uzun?

Metodolojisi, tesbitleri, yorumları ve derinliği ile gerçek bir edebiyat tarihinin ortaya konabilmesi için kütüphane ve belgelik taramaları bitirilmiş, metin değerlendirmeleri yapılmış, eleştiri kalıcı olanı seçmiş, yorumcu bir metni ölümsüz yapan yanları ortaya dökmüş, biyografiler, monografiler tamamlanmış ve nihayetinde son sözün edebiyat tarihçisine gelmiş olması gerekir. Bizim gibi, henüz kütüphanelerinde keşfedilmeyi bekleyen binlerce eser bulunan bir kültürün edebiyat tarihinin yazılması için rahat rahat bir asır gerektiğini söyleyebilirim.

#Sekmeler
#MEtin Kayahan