Prof. Dr. Ahmet Özel, elli yıla yakın siyer birikimini “Kutlu Hayatın İzinde” isimli yeni kitabıyla okuyucuya sunuyor. Özel, çalışmasında Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatını bütüncül bir bakışla ele alarak onu hem bir insan hem peygamber olarak inceleyen özgün bir siyer ortaya koyuyor. Ahmet Özel, “yeni siyer” ifadesiyle tanımladığı bu eseri Hz. Peygamber’i anlama ve anlatma çabasıyla kaleme aldığını söylüyor ve ekliyor: “Hz. Peygamber’i Kur’an-ı Kerim nasıl açıklamış ve tanıtmışsa o şekilde tanıtmak ve bilmek için bu kitabı yazdım.”
Hz. Peygamber’in hayatı ve tebliğ ettiği ilahî mesaj doğrultusunda yaşadığı toplumu inanç, düşünce ve yaşayışta dönüştürmesi, insanlık tarihi boyunca hiçbir ıslahatçının başaramadığı olağanüstü bir başarı olarak tarihte yerini alıyor. Bu nedenle Peygamberimizin hayatını okumak, yalnızca İslam’ın doğru anlaşılabilmesi için en önemli kaynak olarak karşımıza çıkmakla kalmıyor aynı zamanda onun yaşamı, bizlere adaletin, merhametin, sabrın ve nihayetinde muzaffer olmanın en güzel örneğini sunuyor. Uzun zamandır başta klasik kaynaklar olmak üzere modern araştırmalardan istifade edilerek yazılan bir siyer kitabının eksikliğinin hissedildiğini ifade eden Prof. Dr. Ahmet Özel, Kutlu Hayatın İzinde isimli yeni kitabıyla özgün bir siyer ortaya koyuyor. Özel, “yeni siyer” kavramı çerçevesinde Efendimiz’in hayatının her yönünü derinlemesine inceliyor, literatürdeki mevcut tartışmalara usulüne uygun cevaplar veriyor. Peygamber Efendimizin hayatını bütüncül bir bakışla ele alıp onu hem insan hem peygamber olarak inceleyen bu çalışma; Hz. Peygamber’in hayatını anlatırken sadece olayları aktaran, hikâyeci bir anlatımdan uzak duruyor. Bunun yanı sıra, ifrat ve tefrit çizgisinde kalan diğer eserlerden farklı bir yer seçerek dengeli bir üslup benimsiyor. Prof. Dr. Ahmet Özel ile yeni kitabı Kutlu Hayatın İzinde’yi ve siyer çalışmalarını konuştuk.
Biz imam hatipten 1972 yılında mezun olduğumuzda Türkiye’de yalnızca bir tane ilahiyat fakültesi vardı. Sekiz tane de yüksek İslam enstitüsü vardı. 1971 yılında Erzurum’da İslami İlimler Fakültesi kuruldu. O zamanın üniversite rektörü Kemal Bıyıkoğlu büyük bir iş yaptı. O yıllarda, o şartlarda böyle bir şey çok zordu. Ben de aslında tıp, hukuk, siyasal bilgiler gibi günün öne çıkan bölümleri düşünürken İslami İlimler Fakültesi’ni kazanınca tekrar sınava girmedim, orayı tercih ettim. Öteden beri İslam hukukuna karşı ilgim vardı. O sırada rahmetli Muhammed Hamidullah Hoca bizim fakültemize de gelip konferanslar vermeye başladı. O konferanslarda Muhammed Hamidullah Hoca kendi kitaplarında da atıfta bulunduğu Faslı meşhur muhaddis ve tarikat lideri Abdülhay el-Kettânî’den alıntılar yapardı. Dünyanın belkide en büyük özel kütüphanelerinden birine sahip olan Kettânî’nin, Hz. Peygamberin Medine’deki 10 yıllık hayatı boyunca devlet idaresini, siyaset, hukuk, adliye, iktisat, eğitim ve öğretim, sosyal hayatı ele aldığı “et-Terâtîbü’l-İdâriyye” isimli bir kitabı vardı. Biz de hocalarımızın teşvikiyle o kitabı almıştık. Mezun olduktan sonra da ben tercümesine başladım. İşte siyerle alakam bu kitapla beraber başladı. Sonra da 1985’te İSAM’a geldim. Kitabın ilk baskısı 1927’de yapılmış ve çok kötüydü. Hataları çoktu, anlaşılması mümkün değildi. Kaynaklarda da problemler vardı. Ben bu kitap için sekiz yıl çalıştım. İSAM o yıllarda dışarıya açık değildi. Akşam 6’da kapanırdı. Ben hergün akşam 6’da kütüphaneye girerdim, kapıyı üzerime kilitlerdim. Saat 9’a, 10’a kadar çalışırdım. O zaman kitabın aşağı yukarı 500 kadar kaynağını tespit etmiştim, 5 bin kadar da dipnotu eklemiştim. Bu siyer kitabına başlamadan önce de o kitabın Arapça metnini de neşre hazırladım. Şimdi Kahire’de basılacak. Ayrıca tercümeyi yeniden gözden geçirdim. 5 bin dipnotu 7 bine çıktı, 500 kadar kaynak da 770’e kadar çıktı. Daha sonra “Yönetici Peygamber Hz. Muhammed” isminde bir kitap telif ettim. İkinci siyer tecrübem o oldu. Aklımda hep baştan sona bir siyer kitabı yazmak fikri vardı.
Batı tesirinde siyer hadis reddine kadar gidiyor
19. ve 20. yüzyıllara gelinceye kadarki bütün geçmişimizi ‘klasik dönem’ diye nitelendirirsek; bu dönemde özellikle edebiyat ve tasavvuf çevreleri başta olmak üzere Hz. Peygamber’i sürekli insanüstü vasıflarla, sürekli hayatında mucizelerle dolu bir peygamber olarak takdim ediyorlar. Bu bizim İslam dünyasına mahsus bir şey değil, bütün dünyada böyle bir eğilim var. Tabi oldukları, peşinden gittikleri din yücelerine mutlaka olağanüstü şeyler yakıştırılıyor. Bizde de böyle şeyler yapılmış. Dolayısıyla klasik dönem siyer literatürü böyle bir özelliğe sahip. Batı tesirinde siyer literatürüne baktığımızda ise pozitivizmin ve materyalizmin etkisiyle bu defa Hz. Peygamber, tüm mucize ve kerâmetlerinden soyutlanarak anlatılıyor. Bu anlayışla yazılan siyerlerin en insaflısında Hz. Peygamber, “başarılı bir lider”, “başarılı bir komutan” olarak takdim ediliyor. Nihayetinde bu görüş, Hz. Peygamber’i haşa bir postacı vazifesine indiriyor ve hadis ilminin reddi noktasına geliyor. Öyle ki bazı ilahiyat hocaları dahi onlarca ayet olmasına rağmen Hz. Peygamber’in Kur’an-ı açıklama yetkisi olmadığını söyleyebiliyor. Öyleyse, Cenab-ı Allah bir mesaj indirmişse, muhatapların anlamadığı bir şeyi kime sorabilirler? O mesajı getirene soracaklar ve o “bilmiyorum” mu diyecek? Bu akıl, izan işi mi? Maalesef, siyer ilmini ve hadisi reddeden bir anlayış İslam dünyasında gelişti. Çeşitli dini ve siyasi gruplar, İslam düşmanları Hz. Peygamber’i Allah ile ilişkisi bulunmayan sıradan bir insanmış gibi anlatmaya çalışıyor. Ama bu görüşler zamanında dönemin alimleri tarafından belirli kriterler ortaya konarak ayıklanmaya çalışılmış. Bugün eldeki teknik imkânlarla, mevcut malzemeyi değerlendirme imkânlarıyla bunlara pek çok kriter daha eklenebilir.
Siyer anlayışında iki farklı uç
Klasik siyer anlayışı ve Batı tesiriyle siyer anlayışı iki ucu temsil ediyor. Oysa İslam, her şeyde dengeyi tavsiye eder. Her türlü aşırılık; kullukta, ibadette aşırılık bile reddedilmiş. Denge, istikâmet orta yol… Biz bu kitapta iki aşırı ucun ortasını, orta yolu izliyoruz. Orta yol şudur: Hz. Peygamber elbet bir insandır, Kur’an defalarca buna işaret eder. Hz. Peygamber de insanüstü vasıflar ve yakıştırmalara şiddetle karşı çıkar. Evet, insan ama diğer insanlardan farkı var: Allah ile irtibata geçmiş. Allah onunla bir şekilde irtibat kurmuş; melekler vasıtasıyla, kalbine indirerek… Bu başlı başına olağanüstü bir durum. Bunu nasıl göz ardı edebiliriz? Üstelik bu ilişki kendisine ilk vahiy gelmesinden vefat gününe kadar çok dinamik bir şekilde hergün her an her saniye devam etmiş ve hiçbir zaman kesilmemiş. Onun hayatını okuduğumuz zaman bu ilişkinin izlerini sürekli görüyoruz. Bu iki hususu göz önüne alarak, klasik dönemdeki o yüceltmelerden sarf nazarla onu bir insan olarak bir de Batı tesiri çerçevesinde İslam dünyasından gelişen onu sıradan bir insan olarak görmekten de vazgeçerek diğer insanlardan farklı bir insan olduğuna, Allah’ın sürekli gözetiminde ve korunmasında ve yönlendirmesinde bulunduğunu göz önüne alarak onun hayatını anlatma çabası bu kitabı ortaya çıkardı. “Yeni siyer”den kastımız da budur.
Sahih rivayetlerle bir peygamber portresi
Elbette anlatmak ama en önemlisi anlamak… Cenab-ı Hak bu alemi neden yaratmış? Tanınmayı ve bilinmeyi istemiş. İnsanları bu konuda imtihan edecek, yapıp ettikleriyle de hesaba çekecek. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de son mesajını insanlara bildirmiş. Bunun hayatta nasıl gerçekleşeceğini de bu mesajı gönderdiği insanın şahsında bize göstermiş. Allah’ın bizden yapmamızı istedikleri ve uzak durmamız gerekenler bizim gücünüzün üzerinde olan şeyler değil, hepimizin başarabileceği şeylerdir. Bunun örneği de kendisine mesaj gönderdiği insandır. Hz. Peygamber’in, güzel ahlak örneği olarak Kur’an’da nitelenmesi de bunu gösteriyor. Dolayısıyla ben bu kitabı Hz. Peygamber’i Kur’an-ı Kerim’in kendisini nasıl açıklamış ve tanıtmışsa o şekilde tanıtmak ve bilmek için yazdım. Bir de kendisini tanıyan ilk halka onu nasıl görmüşler, onu nasıl anlatmışlar, ondan nakledilen şeyler nelerdir bunlara dikkat ettim. Bu rivayetlerin de sahih olanlarını ölçü alarak gerçek bir peygamber portresi ortaya koymaya çalıştım ki onun örnekliğinde biz de yol alalım. Bütün kitap boyunca açıkça görebiliriz ki aslında onun hayatı başlı başına bir mucizedir. Hz. Peygamber ister siyasi olsun ister günlük hayatta eviyle, ailesiyle dostuyla, düşmanlarıyla ilişkilerinde olsun her olayda insanı hep şaşırır. Hakikâten onun hayatının başlı başına bir mucize, bir olağanüstü güzellik olduğunu fark eder. Kitabın önsözünde de söylediğim gibi insan onu okumaya başladığı zaman bir süre sonra bakar ki artık o kendisine nüfus etmeye başlar. Bu defa artık bakarsınız ki o sizin gönlünüze kalbinize aklınıza tesir etmeye başlamış. Bunu hemen fark edersiniz. Bir de şu var ki; Kur’an-ı Kerim’i de Hz. Peygamber’i de bir insanın doğru anlayabilmesi için niyetinin salih olması lazım. Bir insan Kur’an’a ve onu bize getiren elçinin hayatına art niyetli yaklaşırsa ne Kur’an kendi sırrını açar ne Hz. Peygamber. Zaten Kur’an-ı Kerim’de geçiyor; “Biz onların kulaklarına tıkaç tıkarız gözlerine perde çekeriz anlamazlar” diyor. Cenab-ı Allah buna izin vermiyor. İhtiyacı yok çünkü. Hz. Peygamber’in de anlaşılmaya ihtiyacı yok aslında. Onları anlamak bizim ihtiyacımız. Batılı bilim adamlarının bir kısmı art niyetli. Bu nedenle ne Kur’an nüfuz edebilmiş onlara ne de Peygamberin hayatı. Ama onların içinde olumlu örnekler de var. Mesela Bosworth Smith onlardan biridir. Diğerleri, Hz. Peygamber’in Mekke dönemi için “İyi bir vaiz, bir din tebliğcisiydi, mütevazi bir hayatı vardı, Medine’ye gelince krallar seviyesine yükseldi” gibi şeyler söyler. Ama Smith, muhtemelen iyi niyetle yaklaştığı için Cenab-ı Allah ona marifet bahşediyor ve anlamasını sağlıyor. Mekke ve Medine dönemini karşılaştıran Smith, “Aslında Hz. Muhammed’in bu iki dönemde nasıl değiştiği değil, şartların bu kadar değişmesine rağmen nasıl aynı kalabildiği önemlidir” diyor.
Bu kitap için 150 cilt eser taradım
Ben çok özet ve net bir tablo ortaya koymaya çalıştım. Çalışmamı sadece siyer kaynaklarıyla sınırlı tuttum. Hadis kaynaklarına bakmadım. Çünkü o başka çalışmaların konusuydu. Ben burada doğumundan başlayarak vefatına kadar süren dinamik hayatını, ana hatlarıyla kronolojik olarak anlatmaya çalıştım. Bunun için bibliyografyada kaydettiğim aşağı yukarı 30 kadar klasik kaynak var. Bunlar toplam 150 cildi aşıyor. Ben bu 150 cildi baştan sona sayfa sayfa taradım. Sonrasında bunların hepsini fişledim. Aşağı yukarı 1200 fiş ortaya çıktı bu şekilde. Bu fişlerin bazısı 2-3 sayfa bazılarıyla 100-200 sayfaydı. Bu arada çıkan problemlerle ilgili olarak yazılan yeni kaynakları, özel bir konu hakkında çıkan yeni makaleleri okudum. Temel kaynaklardan sonra çağdaş kaynakları zikrettim. Aşağı yukarı 50 kaynak kitap ve bir o kadar da makale var. Sonra bunları değerlendirerek bir “İçindekiler” şablonu çıkardım. Araya eklemeler yaptım, çıkarmalar yaptım. bu listeye göre başlıkların altını doldurmaya başladım. Esas olarak kronolojik sırayı göz önüne aldım.
Allah ile irtibatı ona metanet ve ilham verdi
Öteden beri bize Hz. Peygamber’in tebliğ dönemlerini dinlerken hep ilk inananların fakir fukara düşkün kişiler olduğu anlatılırdı. Burada insan ister istemez “Bu dinin ilk tebliğ safhasında getirdiği ölçüler, değerler öyle büyük insanlara, düşünen, zengin insanlara hitap etmiyor” diye düşünebilir. Oysa ben tam aksini gördüm. İlk Müslümanlar arasında Hz. Ebubekir gibi biri var. Hz. Peygamberden sonra İslam toplumunun lideri olacak, devleti yönetecek kapasiteye, olgunluğa sahip bir insan. O günün şartlarına göre çok zengin. Ardından Abdurrahman bin Avf, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam var… Bunlar aklıyla, fikriyle, düşüncesiyle, ahlakıyla ashabın en seçkin insanları. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in getirdiği mesajın sadece ezilmişler, fakir fukara insanlar değil zengin iktidar sahibi insanların da aklını kalbini etkilediğini görmek şaşırtıcı oldu. Hep dikkatimi çeken şey: Hz.Peygamber kendisine vahiy geldiği andan itibaren vefatına kadar, 23 yıl boyunca hiçbir liderin karşılaşmayacağı büyük sıkıntılarla karşılaştı. Fakat hiçbir zaman ümidini kaybetmedi. Sonunda kendi davasının galip geleceğini, muzaffer olacağını hep düşündü. Etrafındaki insanların ümitsizliğe düştüğü, dağılıp parçalandıkları anda bile bu metanetini, sabrını, gücünü hep koruyageldi. Bir insanın Allah ile irtibatı yoksa bu kadar metin olamaz. Bir yerde sarsılabilir, der ki “Artık bu işin sonu geldi.” Bu kolay bir iş değil. Bir başka husus da Hz. Peygamber kendisine vahiy gelişinden vefatına kadar pek çok konuşma yaptı. Günlük konuşmalar, siyasi konuşmalar yaptı. Hac sırasında bir çok yerde hutbeler okudu, her cuma insanlara konuştu… O konuşmaların hepsini dikkatlice incelediğimiz zaman bir insanın o cümleleri o kadar güzel, o kadar mantıklı, o kadar hakimane şekilde bir araya getirmesi için saatlerce çalışması lazım. Yahut bunu ona ilham eden başka bir kaynağının olması lazım. Aynı şeyi konuşmalarında olduğu gibi dualarında da görüyoruz. Günlük hayatında yaptığı dualar, savaş sırasında sıkıştığı ordusunun dağıldığı dönemde yaptığı dualar var. Bütün bu duaları da göz önüne aldığımızda aynı şeyi görüyoruz. Bir insanın Allah’la yaratıcıyla ilişkisini bu kadar güzel olabileceğini, ondan neler istenebileceğini bu kadar güzel bilebilir.
Gazve ve seriyyelerin her biri stratejiktir
Medine döneminde neredeyse her ay bir askeri hareketlilik var. Aşağı yukarı 27-28 tane Hz. Peygamber’in kendisinin katıldığı “gazve” dediğimiz savaşlar var. Bunun iki misli yaklaşık 60-70 tane “seriyye” var. Bütün bunların hiçbirini ben kuru kuruya anlatmadım. Her anlatışta bunun dini sebebi neydi, siyasi sebebi neydi, ekonomik sebebi neydi mutlaka ele aldım. Baktığınız zaman Hz. Peygamber kendi arzusuyla çıkıp Mekke’den ayrılmış değil. Kaçarak, gizlenerek Mekke’den çıkmış. Medine’ye ilk geldiğinde yine müşrikler onu rahat bırakmamış. Mektuplar gönderip, tehditler etmişler. Fakat Hz. Peygamber’in nihai amacı başta Arap Yarımadası olmak üzere tüm dünyaya Allah’ın mesajını iletmek. Bu hedeften hiç şaşmamış. Bunun için de Arap Yarımadası’nın siyasi ve dini merkezi olan, en prestijli kabilesi Kureyş’in yok edilmesi değil, kazanılması lazımdı. O yüzden de Hz. Peygamber, sürekli Kureyşi yola getirmek üzere bir strateji takip etti. Dolayısıyla Kureyşle savaşmak yerine onu iktisadi yönden kuşatma altına aldı. Kureyş hayatını ticaretle geçiniyordu. Hz. Peygamber, Kureyş’e giden kervan yollarını kuşatma altına aldı ve Kureyş’i bastırdı. Gerçekleşen seriyyelerin hepsi Medine’de kurulan yeni devlet için alınması gereken tedbirlerdi. Hz. Peygamber, Medine’de geçirdiği bu on yıl içerisinde yapılan mücadelelerde iki taraftan topladığınızda ölen insan sayısı 700’ü bulmuyor. Hz. Peygamber buna çok dikkat etti. Çünkü derdi siyasi rakibini alt etmek, üstün gelmek değildi. Derdi daha çok insana ilahi mesajı iletmek ve Müslüman olmalarını sağlamaktı. Mekke’nin fethiyle insanlar akın akın Müslüman olmaya başladı. O zamana kadar kabileler halinde yaşayan Arap toplumunu tek bir liderlik ile birleşti. Üstelik yüzlerce kabileden meydana gelen bu güç, çeyrek asır içinde o günkü bilinen dünyanın büyük bir kısmını, Orta Asya’dan Endülüs’e kadar fethetti.
İkinci bir örneği insanlık tarihinde yok
Bu kitabın böyle bir altyapısının olması lazımdı. Allah, peygamberini nasıl bir topluluğa gönderdi? Önce o ortamı ve çevresini tanımamız bilmemiz lazım. O yüzden coğrafi yapısından örf ve adetlerine varıncaya kadar önce bunları anlatmak istedim ki zemin anlaşılsın. Hz. Peygamber, Medine’de 10 yıl kaldı, o toplumu nereden nereye getirdiğinin bilinmesi için bunun öğrenilmesi lazım. Bunun ikinci bir örneği insanlık tarihinde yok. Yani bir adam kalksında bir yarım adayı böyle değiştirebilsin. Ahlaken dönüştü, aklını dönüştürdü, hukukunu dönüştürdü… Dolayısıyla bunu anlaşılması için önce bunları tanımak gerekliydi. Bir de şunu gördüm. Muhatapları içerisinde o inkârcı takımı dediğimiz insanların aslında hepsi onun getirdiği mesajın doğru olduğunu ve hak olduğunu biliyordu. Yahudiler de Hristiyanlar da kendilerine inen kitaplardan yeni bir peygamber geleceğini biliyordu. Ama reddettiler. Reddetme sebepleri farklıydı. Kimi siyasi yönden, kimi maddi yönden kimi sosyal yönden yeni dine itiraz ettiler. Bu itirazları anlamak için de o günkü Mekke ve Medine’yi tanımak gerekiyordu.