Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi Ceviz Ağacı vizyona girdi. Senaryosundan biçimine kadar yoğun işçilik ile örülmüş filmde kadına şiddetten sanatçı eleştirisine, taşra fotoğrafından modern zaman yorumuna kadar çok katmanlı yapı var. Soysal, “Acı duymayı hele de başkası için acı duymayı bilmeyen kimseye söyleyecek bir şeyi yok bu filmin” diyor.
SOSYAL MESELELERE DOLAYLI YOLDAN PARMAK BASMAYI TERCİH EDİYORUM
- Kanayan güncel yaralarımızdan ikisi olan darbe ve kadına şiddet her sanatçı gibi benim de sessiz kalabileceğim konular olamazdı tabii. Ben sosyal meselelere dolaylı yoldan parmak basmayı tercih ediyorum.Küçümsüyor gibi algılanmak da istemem ama doğrudan ve yumrukla bastığını söyleyenlerin ikiyüzlülüğünü bildiğim için daha naif ve içerden bir ses üretmeye çalışıyorum. Yani kadın derneklerinin, aile bakanlığının ve feministlerin alkışına ihtiyacım yok. Dolaylı yoldan, bir erkek karakter üzerinden meselenin özüne inmeye çalışarak esas sorumluğu üstlenmeye davet ediyorum onu ve tabii ki kendimi.Erk sahibi, yani görünüş itibariyle güç sahibi kendini düzelttiği ve cezayı kendine kestiği vakit, zayıfın korunmasına, birilerinin korumacı pozisyonda kendine makam tutmasına ve başka hukuki cezalara ve önlemlere de gerek kalmayacaktır.
ZAMAN OLGUSU TAŞRADA HİSSEDİLİR
- Hayati’nin kendini var ettiği, her şeye herkese rağmen vicdanını yargıladığı ve suçu kendi üzerinde hissederek bütün toplum adına acı çekmesini, bir Anadolu insanına evrildiği şeklinde yorumlamak isterim tabii. Ben Anadolu insanını daha çok buna yakın görmek istiyorum. Tabii ki günümüzde çok kaldı mı ondan? Soruyu önce kendimize sormalıyız.
HOLLYWOOD’UN KATARSİS DUYGUSUNDAN KAÇINDIM
- Filmin meselesi bu değil ama. Sonrası ile ilgilenmiyorum. Yaprak’ın bir kaza geçirdiği ve topallayarak hapishaneye Hayati’yi ziyarete geldiği bir sahne de vardı senaryoda. Bunu koyarsam klasik Holywood filmlerinin katarsis duygusunu tamamlamış olacaktım ve ortalama seyirciyi belki tavlayacaktı yönetmen ama bu klişeye düşmek bana biraz ucuzcu bir yaklaşım geldi ve Hayati’ye yakışan bir son ile bitirmek istedim. Burada varın siz karar verin, son karar Hayati’nin mi Faysal’ın mı?
O SİLAH HER ZAMAN PATLAMAZ!
Oysa o Çehov’un “bir romanda bir tüfek varsa patlar” anlayışına bir itiraz geliştirerek her tüfek “her zaman patlamaz ya da senin gördüğün belki de tüfek değildi bir daha gözün yıka” demek istiyor. Herkesin-hepimizin beklediğinin aksine babası gibi intihar etmek yerine kendini kurban ederek sistemin ve çemberin dışına çıkarak marjinal bir tavır sergiliyor. Yıllardır yazamadığı kitabı yazıyor. Yani yaratma cesaretini ortaya koyuyor.
FİLMLER, BATILI FONLARLA TEKTİPLEŞİYOR
- En çok vaktimizi alan kısmı aslında senaryo yazım süreci oldu. 5 yıla yakın sürdü nerdeyse. İlkin Ümit Cihan Canpolat’tan destek aldım. Sonrasında Ankara’da yazar arkadaşlarımdan Beşir Sevim ve Abdullah Ataşçı ile ilerleme kaydettik. Diyaloglar konusunda Eşim Esra ve Belkıs Bayrak’tan destekler aldım. Hasanali Yıldırım da süreç boyunca hep danıştığım hocalarımdan biri oldu.Bakanlık bütçesi, TRT’nin ortak yapım-ön alım bütçesi ve Vakıfbank sponsorluğu ile ancak filmin çekimlerini gerçekleştirebildik. Yerelden de tabii ki Göynük Kaymakamı Ahmet Tozlu’nun, Bolu Valiliğinin ve Erpiliç’in destekleri oldu. Hepsine ve Göynük halkına ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Bütçemiz bittiğinde İran’dan yakın dostum Eshragh filmin sahibi Ali Noori Oskouei ile Farabi’ye başvurduk ve oradan post prodüksiyon desteği çıktı.Maddi bir destek olmamakla birlikte çalıştığımız kurgucunun, ses tasarımcısının, film müziği bestekarının, özel efekt tasarımcısının ve renk tasarımcısının bütçelerini karşılayıp bana temiz bir Dcp kopya verdiler. İlk Türk-İran ortak yapımı olması da şu sebeple sevindirici bence. Sürekli Batı fonlarına doğru giden ve onların anlayışıyla evrilen ve gittikçe sıradanlaşan ve tek tipleşen bir Türk-yabancı ortak sinema anlayışından çeşitliğin ve anlam arayışının merkeze alındığı filmlerin desteklenmesine vesile olacaktır bu durum.
BAŞKASI İÇİN ACI DUYMAYANA SÖYLEYECEK ŞEYİM YOK
- İzleyiciden umutluyum tabi. Zira oturduğu yerden sadece izliyor. Kalkıp bir gayret gösterip kim nasıl yapmış, nerelerden buralara gelmiş, benim dünyama bunun ne katkısı var gibi diye şeyler sormuyor. Yani izleyiciliğini yapıp önüne ne gelirse izliyor maalesef. Benim ve benim anlayışımdaki sinema iz sürücünün peşinde. Yani Stalker’ların peşinde. Benim filmimin de en büyük cümlesinin bir yorumu olan her şeyi izleyen değil bazı şeyleri izleyen iz sürücülerin filmi bulup kendilerine ait bir yara ile ilişkilendirmelerini umut ediyorum. Yoksa acı duymayı hele de başkası için acı duymaya bilmeyen kimseye söyleyecek bir şeyi yok bu filmin…
Evde değil, sinemada film izleyin. Çıkınca yanınızdaki kim olursa olsun film hakkında konuşun, tartışın, birbirinizi anlamaya çalışın…