Bu film başkası için acı çekebilene: Başkası için acı duyana sözüm var

Abdulhamit Güler
00:0012/03/2022, Cumartesi
G: 12/03/2022, Cumartesi
Yeni Şafak
Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi Ceviz Ağacı vizyona girdi.
Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi Ceviz Ağacı vizyona girdi.

Faysal Soysal’ın ikinci uzun metraj filmi Ceviz Ağacı vizyona girdi. Senaryosundan biçimine kadar yoğun işçilik ile örülmüş filmde kadına şiddetten sanatçı eleştirisine, taşra fotoğrafından modern zaman yorumuna kadar çok katmanlı yapı var. Soysal, “Acı duymayı hele de başkası için acı duymayı bilmeyen kimseye söyleyecek bir şeyi yok bu filmin” diyor.

İlk filminiz daha çok kadın meselesine eğiliyordu. Bu filmde de yine kadın meselesi var fakat erkek hikayesi ile… Neden?
Aslında iki filmimin de doğrudan kadın meselesine odaklandığını söyleyemeyiz. Üç Yol’da Şair Bünyamin’in, arkeolog-Hattat kardeşi Yusuf ile olan tek taraflı kıskançlık-aşk-vicdan çatışmasını, hakikat-rüya ekseninde takip etmeye çalıştım. Ceviz Ağacı’nındaki temel meseleme gelince; aynı zamanda bir hikaye yazarı da olan edebiyat öğretmeni Hayati’nin kendi adına bir söz sahibi olma ve var oluş serüveni...
Babası ile çatışmasının en temelde ise her yönüyle kendi verimsizliğinin ve kısırlığının yani yaratma korkusunun imgesi olarak Ceviz Ağacı hikayenin ve filmin tam göbeğinde duruyor.
Hikaye katman katman açıldıkça kadın cinayetinin de darbe travmasının da totalde bizim bugün gittikçe tepkisini, duruşunu, haksızlığa-zulme karşı sesini kaybeden başta sanatçının ama özelde ise insan tekini anlamaya ve onun yeni bir insan olarak dirilişine hizmet ettiğini söyleyebilirim. Ben kadın-erkek ayrımı yapmıyorum. Zaten sıkıntıların büyüğü ayrım yapmaya başlayınca ortaya çıkıyor.

SOSYAL MESELELERE DOLAYLI YOLDAN PARMAK BASMAYI TERCİH EDİYORUM

Tam burada sanatçıların güncel meseleler karşısındaki tavrını değerlendirmenizi isteyeceğim. Zira sanatçı konuşmaz diyen de var, susmamalı diyen de...
  • Kanayan güncel yaralarımızdan ikisi olan darbe ve kadına şiddet her sanatçı gibi benim de sessiz kalabileceğim konular olamazdı tabii. Ben sosyal meselelere dolaylı yoldan parmak basmayı tercih ediyorum.
    Küçümsüyor gibi algılanmak da istemem ama doğrudan ve yumrukla bastığını söyleyenlerin ikiyüzlülüğünü bildiğim için daha naif ve içerden bir ses üretmeye çalışıyorum. Yani kadın derneklerinin, aile bakanlığının ve feministlerin alkışına ihtiyacım yok. Dolaylı yoldan, bir erkek karakter üzerinden meselenin özüne inmeye çalışarak esas sorumluğu üstlenmeye davet ediyorum onu ve tabii ki kendimi.
    Erk sahibi, yani görünüş itibariyle güç sahibi kendini düzelttiği ve cezayı kendine kestiği vakit, zayıfın korunmasına, birilerinin korumacı pozisyonda kendine makam tutmasına ve başka hukuki cezalara ve önlemlere de gerek kalmayacaktır.

ZAMAN OLGUSU TAŞRADA HİSSEDİLİR

Hayati’nin hayatındaki temel sorun, hayatında kendisinin olamaması. Taşrada bir hikaye olsa da Anadolu insanı eleştirisi ya da özeleştirisi var diyebilir miyiz?
Taşra, kasaba bize modern insanın sanatçının sıkışmışlığını, çıplaklığını daha sert ve doğrudan hissettirdiği için gerek yazarlar gerekse yönetmenler olarak sık sık başvurduğumuz bir atmosfer.
Bu bahsettiğim sebep dışında daha büyük içsel bir nedenden de bahsedebilirim tabii. Bilerek ya da bilmeyerek aslında hepimiz zaman denilen olguyu en iyi orda hissederiz. Bütün sanatların başta şiir ve müziğin özellikle de sinemanın doğrudan zamanla ilişkisi var.
İç katman yani metinsel olarak Hayati’nin hikayesinin tamamiyle geçmişe ve geleceğe bağlı olması bir yana dış katman/yani biçemsel olarak filmin formu ve kamera dilini de çok fazla plan ve kesmeye yer vermeden sekans planlarla tasarlayıp kasabanın o yavaş ritmi ve zamanın gerçek varlığı olabildiğince seyirciye hissettirilsin istedim.
  • Hayati’nin kendini var ettiği, her şeye herkese rağmen vicdanını yargıladığı ve suçu kendi üzerinde hissederek bütün toplum adına acı çekmesini, bir Anadolu insanına evrildiği şeklinde yorumlamak isterim tabii. Ben Anadolu insanını daha çok buna yakın görmek istiyorum. Tabii ki günümüzde çok kaldı mı ondan? Soruyu önce kendimize sormalıyız.

HOLLYWOOD’UN KATARSİS DUYGUSUNDAN KAÇINDIM

Hayati’nin kararı tartışmalı bir sona bağlanıyor. Kararı Hayati mi verdi, Faysal Soysal mı?
Aslında bir Srebrenitsa annesinin katil Mladiç’in idam sahnesini düşleyerek yazmıştım onu… Tartışmalı sondan kast ettiğiniz eğer Hayati işlemediği bir suçtan dolayı hüküm giydi meselesi ise...
“Hayatta bazen böyle şeyler başımıza gelebilir”
diyerek ucuz bir cevap vermek istemiyorum. Hayati, Serap’a yaptığı itirafta
“İlk defa verdiğim bir karardan dolayı mutluyum. Hayatım boyunca başkalarının benim için biçtiği rollere itiraz etmedim belki de gizli gizli zevk aldım o rollerden”
diyor… Tıpkı Kafka’nın Dava’daki K’sı ve Korkuyu Berklerken’deki kahramanımız gibi bütün hukuk tabularına reddiye olsun diye de ‘Evet, ben yaptım diyor’.
  • Filmin meselesi bu değil ama. Sonrası ile ilgilenmiyorum. Yaprak’ın bir kaza geçirdiği ve topallayarak hapishaneye Hayati’yi ziyarete geldiği bir sahne de vardı senaryoda. Bunu koyarsam klasik Holywood filmlerinin katarsis duygusunu tamamlamış olacaktım ve ortalama seyirciyi belki tavlayacaktı yönetmen ama bu klişeye düşmek bana biraz ucuzcu bir yaklaşım geldi ve Hayati’ye yakışan bir son ile bitirmek istedim. Burada varın siz karar verin, son karar Hayati’nin mi Faysal’ın mı?

O SİLAH HER ZAMAN PATLAMAZ!

Hayati de babasıyla aynı kaderi paylaşacak diye beklemedik değil...

Oysa o Çehov’un “bir romanda bir tüfek varsa patlar” anlayışına bir itiraz geliştirerek her tüfek “her zaman patlamaz ya da senin gördüğün belki de tüfek değildi bir daha gözün yıka” demek istiyor. Herkesin-hepimizin beklediğinin aksine babası gibi intihar etmek yerine kendini kurban ederek sistemin ve çemberin dışına çıkarak marjinal bir tavır sergiliyor. Yıllardır yazamadığı kitabı yazıyor. Yani yaratma cesaretini ortaya koyuyor.

FİLMLER, BATILI FONLARLA TEKTİPLEŞİYOR

Filminizin yapım süreci önemli. Sinema Genel Müdürlüğü ile TRT’nin yanı sıra İran ortaklığı da söz konusu. Nasıl bir süreçti?
  • En çok vaktimizi alan kısmı aslında senaryo yazım süreci oldu. 5 yıla yakın sürdü nerdeyse. İlkin Ümit Cihan Canpolat’tan destek aldım. Sonrasında Ankara’da yazar arkadaşlarımdan Beşir Sevim ve Abdullah Ataşçı ile ilerleme kaydettik. Diyaloglar konusunda Eşim Esra ve Belkıs Bayrak’tan destekler aldım. Hasanali Yıldırım da süreç boyunca hep danıştığım hocalarımdan biri oldu.
    Bakanlık bütçesi, TRT’nin ortak yapım-ön alım bütçesi ve Vakıfbank sponsorluğu ile ancak filmin çekimlerini gerçekleştirebildik. Yerelden de tabii ki Göynük Kaymakamı Ahmet Tozlu’nun, Bolu Valiliğinin ve Erpiliç’in destekleri oldu. Hepsine ve Göynük halkına ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Bütçemiz bittiğinde İran’dan yakın dostum Eshragh filmin sahibi Ali Noori Oskouei ile Farabi’ye başvurduk ve oradan post prodüksiyon desteği çıktı.
    Maddi bir destek olmamakla birlikte çalıştığımız kurgucunun, ses tasarımcısının, film müziği bestekarının, özel efekt tasarımcısının ve renk tasarımcısının bütçelerini karşılayıp bana temiz bir Dcp kopya verdiler. İlk Türk-İran ortak yapımı olması da şu sebeple sevindirici bence. Sürekli Batı fonlarına doğru giden ve onların anlayışıyla evrilen ve gittikçe sıradanlaşan ve tek tipleşen bir Türk-yabancı ortak sinema anlayışından çeşitliğin ve anlam arayışının merkeze alındığı filmlerin desteklenmesine vesile olacaktır bu durum.
Salgın süreci filminizi nasıl etkiledi? Gerek çekim, gerek festival ve gerekse vizyon…
Salgın filmimiz tam da festival yolculuğuna çıkacağı sırada başladı. Haliyle sağlıklı ve faydalı bir festival ortamı yaşamadık maalesef.
Ne film ne de film ekibi. Yine de katıldığı bir çok festivalde hem alkışlandı, güzel eleştiriler yazıldı ve de bir çoğundan ödüllerle döndü.
En ilginci 6. Bremen Film Festivali Edebiyat Filmi Ödülü, Torino Underground Film Festivali’nde aldığı Kurgu ve En İyi Film Ödülü ve New York’tan aldığı en iyi oyuncu ve en iyi film ödülleri oldu. Türkiye’den de Adana ve Balkan Panoram film festivallerinden toplamda 4 ödül aldı.

BAŞKASI İÇİN ACI DUYMAYANA SÖYLEYECEK ŞEYİM YOK

İzleyiciden umutlu musunuz? Hem filminiz özelinde hem de genel olarak. Zira izleyici alışkanlığı değişiyor…
  • İzleyiciden umutluyum tabi. Zira oturduğu yerden sadece izliyor. Kalkıp bir gayret gösterip kim nasıl yapmış, nerelerden buralara gelmiş, benim dünyama bunun ne katkısı var gibi diye şeyler sormuyor. Yani izleyiciliğini yapıp önüne ne gelirse izliyor maalesef. Benim ve benim anlayışımdaki sinema iz sürücünün peşinde. Yani Stalker’ların peşinde. Benim filmimin de en büyük cümlesinin bir yorumu olan her şeyi izleyen değil bazı şeyleri izleyen iz sürücülerin filmi bulup kendilerine ait bir yara ile ilişkilendirmelerini umut ediyorum. Yoksa acı duymayı hele de başkası için acı duymaya bilmeyen kimseye söyleyecek bir şeyi yok bu filmin…
Festival düzenliyor, eğitimler veriyorsunuz. Genç sinemacılara ne söylemek istersiniz?

Evde değil, sinemada film izleyin. Çıkınca yanınızdaki kim olursa olsun film hakkında konuşun, tartışın, birbirinizi anlamaya çalışın…

#Ceviz Ağacı
#Faysal Soysal
#Üç Yol