"Geçen günlerin birinde tam ikindi namazından çıkmıştık ki caminin karşı kaldırımında bulunan bir marketin önünde ufaktan bir kalabalığın toplandığını müşahede ettim."
Sevgili karilerim, aslında bana ayrılan bu müstesna sütunda gazetelerin kitap ekleri ve bu ilavelerin kültür hayatımıza bilumum katkıları hakkında bir makale-i müfide derc edecektim fakat içinden geçtiğimiz şu çetin zamanlar yazdığım bu makaleyi bir miktar tehiri icap ettirdi.
Geçen günlerin birinde tam ikindi namazından çıkmıştım ki caminin karşı kaldırımında bulunan bir marketin önünde ufaktan bir kalabalığın toplandığını müşahede ettim. Ne olduğunu anlamak için yanlarına vardığımda kalabalığın baş müsebbiplerinin omzu kameralı bir oğlan ile eli mikrofonlu bir hanımefendi olduğuna kanaat getirdim. Biraz kulak kabartınca marketten çıkan vatandaşları enseler gibi yakalayıp boykot meselesi üzerine birtakım sualler sorduklarını fehm ettim. Kimi boykotu mühimsediğini söyleyip poşetlerindeki malzemeleri gösteriyor, kimi boykotu portakal pıçaklamak yahut kola şişelerini kaldırımlara dökmekle alakalandırıyordu. Yıllardır Rize çayından başka çay, Afyon kaymağından başka kaymak, Adıyaman tütününden başka tütün bilmeyen bir vatandaş ve son bir aydır yaşananlardan dolayı yüreği parçalanan bir Müslüman olarak olaya müdahale etme gereği duydum. Hemen markete girip birkaç yerli malı alarak kasadan geçirdim ve çıkışa doğru ilerledim. Çıkar çıkmaz sanki marketten değil de bakanlar kurulundan çıkmış ve basın açıklaması yapmak üzere kameraların karşısına geçmiş bir siyasi gibi etrafı kolaçan ettim. Herkesin hazır olduğunu görünce “Boykot iki babtır.” dedim. Kalabalığın uğultusu birden kesildi. Tüm gözlerin üzerimde olduğuna emin oluncaya kadar bekleyip devam ettim. “Birinci bab maddi boykot, ikinci bab ise manevi boykottur.” Eli mikrofonlu kızımız neye uğradığını şaşırdı. “Maddi boykot iki nevidir. Birincisi alışveriş listesini, ikincisi ise arkadaş listesinin gözden geçirmektir. Zor zamanlarda elbette bazı arkadaşlarınızdan vazgeçmek de imtihanın bir parçasıdır.” Herkesin zihninden aynı soru geçiyordu: ne demek istiyor bu ihtiyar? “Gelelim manevi boykota. Manevi boykot da üç nevidir. Birincisi el boykotudur. Elini kime uzattığın, kimden el aldığın düşünülmesi gereken boykotlardır. İkincisi göz boykotudur. Bu ise neye baktığımız, neyi izlediğimiz, neleri ve kimleri takip ettiğimizle alakalıdır. Sonuncusu ise zihin boykotudur. Galip geleceğine inanmayan hiçbir zihin muzaffer olamaz. ‘Bütün bunlar iki gün sonra unutulur gider’ diyenlere ancak okuyarak ulaşılan, kendine güvenen bir zihinle kulak tıkayabilir ve yolumuza devam edebiliriz.”
Biraz nefeslenmek için durduğumda mikrofonlu kız araya girdi. “Efendim boykota katılıyor musunuz? Boykot sizce başarılı olabilir mi?” diye sorunca az önceki bütün hava dağılıverdi. “Charles Boycott.” dedim. “İngiliz bir emlakçı. Henüz hiçbir dilde boykot diye bir kelime yokken büyük toprak sahiplerinin değnekçiliğini yapıyordu. Toprak kiralayıp çiftçilik yapan köylülerin kiralarını fahiş bir şekilde arttırdığı için boykota maruz kaldı. Uşakları onun hizmetini görmedi, ırgatları işlerini yapmadı. Postacı bile ona gelen mektupları kendisine ulaştırmıyordu. Böylece bütün sosyal ve ticari ilişkileri akim kaldı.”
Mikrofonlu kız verdiğim cevaptan yine tatmin olmamıştı. “Boykot sizin için tam olarak ne ifade ediyor?” Derin bir nefes aldım. “Charles Boycott toplumdan öyle bir dışlandı ki,” dedim marketin önünden ayrılırken. “Bulunduğu yerden taşınıp gitmek zorunda kaldı.” Mikrofonlu kız arkamdan hala aynı soruları soruyordu. Bir an durup geri döndüm, “Bu olayların haberini yapan dönemin gazeteleri o günden sonra boykot kelimesini artık fiil olarak kullanmaya başladılar.” dedim. “Ne diyorsunuz sosyal medyada? Alın bu bilgiyle ne yaparsanız yapın şimdi!”