Şairlere ve yazarlara ilham olan Kandilli semtine doğru kısa bir yolculuk yapacağız. Boğazın en güzel semtlerinden olan Kandilli doğal güzelliğinin yanında tarihi kimliğiyle de öne çıkar.
Eskiler dünyânın en güzel yeri İstanbul, İstanbul’un en güzel yeri ise Boğaziçi derler. Bir şehrin denize kıyısı olmasının ne büyük nimet olduğu, yaz ayında kent yanıp kavrulurken ortaya çıkar. Boğaziçi işte tam da bu yüzden İstanbul’un sayfiyesi yâni yazlığı olarak değerlendirilir.
Boğaziçi köy köy büyüyüp şehirleşmiş, her köy bir iskeleyle denize kapı aralamış, her iskele bir toplanma noktası olmuştur. Kandilli bu köylerden birisidir; sâhile vuran dalgası kuvvetlidir, korusu set set yükselir, rüzgârı da sert mi serttir.
Kandilli isminin nereden geldiğine dâir iki ayrı rivâyetle karşı karşıyayız. 4. Murad İran seferi dönüşünde Kandilli’de kendisi için hazırlanan saraya geçer; yaklaşık bir hafta kadar sonra, oğlunun doğduğu müjdesini alınca; sâhil, saray hattâ ağaçların kandillerle aydınlatılmasını emreder. Semtin adının da, o karanlık geceleri ışıltılı hâle getiren kandillerden geldiği ileri sürülür.
Bir diğer rivâyet ise doğal güzelliklerinin yanı sıra tehlikeli bir su yolu da olan Boğaziçi’nin Akıntı Burnu’na işâret eder. Özellikle gece vakti deniz yolunu kullananların Kandilli’deki buruna toslamamaları için burada yakılan işâret fenerleri nedeniyle semte Kandilli denildiği söylenmektedir.
Boğaziçi’ni tanımak için adım adım gezmek, sokak aralarını keşfetmek, arka sokaklardaki hikâyeleri bilmek gerekir.
CEMİLE VE ADİLE SULTAN’A DAİR
Boğaziçi set set yükselir, Kandilli set set koruya doyar. Bugün İstanbul Ticâret Odası tarafından işletilen Cemile Sultan Korusu, Kandilli’nin temiz havasının kaynağıdır. Deniz kenârından sırta kadar basamak basamak yükselen bu korudan Rumelihisarı’na, Karadeniz yönüne doğru bakmak, denizin mâviden turkuaza döndüğüne şâhit olmak derde, tasaya bile iyi gelir! Cemile Sultan Korusu, Boğaziçi’nin seyir teraslarından birisidir. Peki kimdir Cemile Sultan? Kendisi saraylıdır, Sultan Abdülmecîd’in kızıdır. Genç kızlığa adım attığında Mahmud Celâleddin Paşa ile evlendirilir. Eşi, basamakları teker teker tırmanır tırmanmasına; fakat Sultan 2. Abdülhamîd’in tahta çıktığı sıralarda bu çift çocuklarını kaybeder. Hükümdâr, Cemile Sultan’ın acısını dindirmek için Kandilli İskelesi’nin yanı başındaki yalıyı alıp kardeşine hediye eder. Bir süre sonra Mahmud Celâleddin Paşa’nın Osmanlı târihinde darbe dönemi olarak adlandırılan 1876’daki olaylarda parmağı olduğu iddiasıyla cezâlandırılmasına karar verilir. İşte o zaman Cemile Sultan, kardeşi olan hükümdârla ters düşer hattâ Kandilli’deki yalıdan taşınır; kardeşiyle arasına kara kedi girmiştir. Bir yerin kıymetinin orada yaşayanlardan ileri geldiği söylenir. Kandilli denilir de Âdile Sultan hatırlanmaz mı! O da bir saraylıdır, 2. Mahmud’un kızıdır; Cemile Sultan’la, 2. Abdülhamîd’in de halasıdır. Kandilli’nin yüksekçe bir tepesinde oturduğu için oldukça şanslı olduğu zannedilir; fakat özel hayâtında ne yazık ki mutsuzdur. Evliliği yolunda gitmemiş, bir süre sonra eşini, daha sonra da kızını kaybetmiştir. Mutsuzluğu iliklerine kadar hissettiği için evlenmek isteyen genç kızların önündeki engelleri kaldırmaya çalışmıştır. Bir taraftan fakiri fukarâyı kollayıp durmuş öte yandan maddî engeller nedeniyle evlenemeyenlere destek olmuştur.Kandilli’deki sarayı, kendisinin vefâtından bir süre sonra yatılı kız okulu olur. İşin ilginç yanı şu ki; atılan bu adım, karşı kıyıda yer alan Arnavutköy Kız Lisesi’ne bir cevap gibidir. Robert Kolej’in erkek kısmı Bebek’te, kız bölümü ise Arnavutköy’de bulunmaktadır. Her iki mektep de Osmanlı döneminde açılan azınlık okullarındandır. Türk hükûmeti de Kandilli’de yatılı bir kız lisesi açarak azınlık okullarına bu şekilde bir cevap vermiştir.
KONT OSTROLOG VE ÜNLÜ YALISI
Boğaziçi aynı zamanda bir su medeniyetidir; hattâ Abdülhak Şinâsi Hisar başlı başlına bir Boğaziçi medeniyetinden söz eder. Kandilli’de leb-i deryâ yâni denizle dudak dudağa birçok yalı bulunmaktadır. İçlerinden Kont Ostrorog Yalısı’nın Kandilli’nin incisi olduğunu söyleyebiliriz. Yalının konumu ve albenisinin yanı sıra hikâyesi de dikkat çeker. Kont Ostrorog Polonyalıdır ve devrinin aydınları arasında gösterilir. Düyûn-ı Umûmiye’de görev aldığı gibi Adâlet Bakanlığında da kendisinin tecrübesinden faydalanılmıştır. Osmanlı hukuk düzeninin reforme edilmesi için raporlar kaleme almıştır. Zevk sâhibi de olan Kont Ostororog Kandilli’de güzelliği gönülleri çelen bir yalı alıp orada yaşamaya başlamıştır. Kendisi 1. Dünyâ Savaşı yıllarında İstanbul’dan ayrılır fakat eşi İstanbul’daki yalıda hayâtına devam eder. Çanakkale Savaşı yıllarında bu yalının bir bölümünün hastane olarak kullanılmasına da izin verirler.
FATİN HOCA VE RASATHANE
- Günümüzde deprem olduğunda Kandilli’den gelecek haberlere kulak kesiliriz. Kandilli Rasathânesi, semtin sırtlarında kurulmuştur. Aslında bu konu açılınca akla ilk olarak İstanbul’da 1580’de yıktırılan rasathâne gelmektedir. Pek yanlış olarak din gayretiyle ortadan kaldırıldığı söylenen bu yer, rasathânenin kurucusu Takiyüddin’i kollayan devlet adamlarını ekarte etmek isteyen diğer grubun hamlesiyle yıktırılmıştır. Konunun dinle diyânetle bir ilgisi yoktur; siyâseten satranç oynanmış, din siyâsete âlet edilmiştir, o kadar! Yaklaşık 3 asır sonra Beyoğlu’nda Rasathâne-i Âmire adıyla bir gözlemevi daha kurulur fakat o da kısa süre sonra Maçka tarafına taşınır ve yakın târihimizde Sultan 2. Abdülhamîd’in tahttan indirilmesine sebep olan 31 Mart olayında zarar görür. Nihâyet 1911 yılında, Cumhûriyet devrinde Gökmen soyadını alacak olan Fatin Hoca, Kandilli sırtlarında belirlediği yerde yeni rasathâneyi kurar. İşte Kandilli Rasathânesi’nin hikâyesi burada başlamaktadır. Rasathâne Müdürü Fatin Hoca aynı zamanda Mehmed Âkif Ersoy’un yakın dostu olduğu için, şâir zaman zaman kendisini ziyâret etmek üzere Kandilli’ye kadar gelir. Bugün Fatin Hoca’nın azîz hâtırasını yaşatmak için Kandilli’de Fatin Hoca Sokağı bulunmaktadır; fakat kendisini ne Kandilli’de yaşayanlar tanır ne de yolu oraya düşenler bilir!