Yeni Şafak Kitap olarak TÜYAP Kitap Fuarı için özel olarak hazırlanan bu sayıda yayıncıların kapısını çaldık ve onlara yazarların/şairlerin “bütün eserleri”ni hazırlarken nasıl bir yol izlediklerini sorduk. Zaman zaman pek çok yazarın külliyatı yayınlandıktan sonra, tartışmalar başlıyor: Eser sahibinin vefatının ardından kitaplara yapılan müdahaleler, editörlerin sorumluluğu, teliften düşen eserlerin yayın süreçleri vs.
Buradan yola çıkarak Türk ve dünya edebiyatından değerli isimlerin külliyatlarını neşreden yayınevlerinin editörlerine şu 4 soruyu yönelttik:
1- Yazarın hayattayken yayınladığı bir esere, editörün sonradan eklemeler-çıkarmalar yaparak onu “yeniden düzenlemesi” ne kadar doğrudur?
2- Yazarın herhangi bir sebeple yaşarken “reddettiği/kabul etmediği” eser(ler)ini vefatından sonra külliyatına dahil edilmeli midir?
3- Son zamanlarda yazarların yeni bulunan eser(ler)i ya da süreli yayınlarda kalan kitaplaşmamış ürünleri de külliyatına dahil edilerek neşrediliyor. Bu aşamada editörün sorumluluğu nedir?
4- Son dönemde kimi yayınevleri teliften düşen bir yazarın “çok bilinen” bir şiirinin/hikâyesinin başlığını kullanarak yeni eserler “üretiyorlar”. Bu ne kadar etik bir durumdur?
Alfa’dan Mustafa Küpüşoğlu, Büyüyenay’dan Mustafa Kirenci, İş Kültür’den Rûken Kızıler, İz’den Hamdi Akyol, Ketebe’den Furkan Çalışkan, Yapı Kredi’den Murat Yalçın tezgâhlarında fuara yetiştirmeye çalıştıkları kitapların arasında sorularımızı cevapladılar.
1. Yazarın kaleme aldıkları neye tekabül ederse etsin, onu yazar hayatta değilken yayımlayan aslına riayet etmelidir. Eğer yazarın eserinde ya da yazılarında editörün katılmadığı görüşleri takdim yazısında; tarih, olay gibi zamanın şartlarından kaynaklanan bilgi eksiklikleri ya da yanlışlıklarının geçtiği yerlere dipnot koyarak tahkir etmeden doğrusunu belirtebilir.
2-Yazarın reddetme çekinceleri araştırılıp, sorgulanabilir. Örneğin Kafka konusunda, arkadaşı Max Brod’un onun isteğini yerine getirmeyip sağlığında yayımlanmamış eserlerini yayımlaması eserlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda bana doğru bir davranış olarak geliyor. Necip Fazıl ise başlangıçta kaleme alıp reddettiği birkaç şiirine karşılık ortaya büyük bir şiir koymuş bir şairdir. Burada dikkat edilmesi gerekenin “Çile” kitabı olduğunu düşünüyorum, reddettiği birkaç şiir değil. Bu konuda insanları şaşırtmaya, coşturmaya yönelik medyatik bir tavırla değil, aklıselim ve ahlâk sahibi entelektüel bir tavrın yolunu izlemek gerekir.
3. Bu, Büyüyenay olarak bizim de sıkça yaptığımız bir uygulama. Böyle bir durumda editör asıl sorumluluk sahibi kişidir. Editör çalışma yaparken, eserini ya da makalelerini derlediği yazarın yerine kendini koyarak, adeta “o yaşasaydı nasıl yapardı” diye düşünmesi gerekir. Editör, eserin hazırlık sürecinde bir nevi yazar karşısında imiş gibi onunla içsel olarak hasbıhal etmeli, eseri meydana getirmek için gerekli olan mantığı, yolu ve yordamı yazarın daha önce yayımladığı eserlerini; makale ve eserlerinde dile getirdiği düşünceleri çok iyi tanıyıp, dikkate alarak, onun sağken sunduğu örnekleri iyi anlayarak ve yorumlayarak bir sonuca ulaşmalı, nasıl yayımlaması gerektiğini yine yazarın eserlerinden öğrenmelidir.
4. Bu maalesef sık karşılaştığımız bir durum. Nazire yazılabilir, bu zaten anlaşılır bir şey. Ama sanki o yazar hiç yokmuş, yaşamamış gibi onun eserlerinin isminden başlayarak bazı cümlelerini alıp yeniden üretmek büyük bir haksızlık. Ölmüş, artık kendini savunamayacak bir kişinin, malını gasp etmekten farkı yok. Bu durum daha aşırı bir şekilde, Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bir eserin –bu yazıyı bilenler tarafından– kurgusuyla, içerdiği düşüncelerle çok küçük değişikliklerle aynen kopyalanıp, sanki böyle bir eser vaktiyle hiç yazılmamışçasına kendi buluşu, kurgusu, düşüncesi gibi telif edilen eserlerde dikkatimi çekiyor. Bu konuda tam anlamıyla bir yağma söz konusu.
1. Bu sorunuzu sanırım şöyle anlamalıyım: Artık hayatta olmayan bir yazarın kitabına müdahaleyi doğru buluyor musunuz? Doğru/yanlış başka bir konu, biz okur ve yazar arasındaki sorumluluğumuz açısından bu türlü değişiklikleri/müdahaleleri yapmıyoruz. Örneğin Sait Faik ve Can Yücel’den örnekler verebilirim. İki büyük ismin kitaplarının yeni edisyonlarını hazırlarken her seferinde her kitap için yazarın/şairin sağlığında yayımlanmış ilk baskıyı ve sonra değişen yayınevlerindeki çeşitli baskılarını, varsa elyazmalarını ve tefrikalarını karşılaştırarak çalıştık. Sait Faik yaşarken de yayıncısı Yaşar Nabi’den şikâyetçidir kitaplarına özen göstermediği için. O günün koşullarında, her işi kendi gören Yaşar Nabi’yi ne kadar suçlayabiliriz... Ancak bugün biz mümkün olduğunca eksiksiz, tashihsiz hazırlamalıyız kitapları, her türlü imkâna sahipken özensiz kitaplar hazırlamanın gerekçesi olamaz. Sait Faik’te eski sözcükler ve artık olmayan mekânlara dönük dipnotlara ve krokilere de yer verdik. Bu kısım yayınevinin tercihidir. İşin esası her zaman orijinale dönüp çalışmaktır.
2. Böyle bir durumla tam olarak karşılaşmasam da örneğin yine Sait Faik’in Şimdi Sevişme Vakti’ne almadığı ve manüskürileri Sait Faik Müzesi’nde bulunan şiir dosyasında, çeşitli günlük notlarla iç içe geçmiş, karışmış başka şiirimsiler/dizeler de mevcuttu. Ancak bunları kitaba almadık. Bitmiş, yeni bulunmuş şiirler olarak bunları ilan etmek yazara karşı üstlendiğimiz sorumluluğumuza aykırıydı.
3. Bu editörlüğün ta kendisidir.
4. Yayıncılık için duyulan romantik duyguların ötesinde, kitap üretip satan bir sektörden söz etmeliyiz. Diğer türlü yazarın, okurun, çevirmenin, editörün, yayınevi çalışanlarının ve elbette kitabın varlığını nasıl koruyabiliriz? Sözünü ettiğiniz türlü başlıklar yine yazara ait bir öykünün, şiirinse (şiirde durum değişir aslında) yeni kitaplar üretilebilir. Bu yayınevinin tercihidir. Yeter ki aşırıya kaçılmasın.
1. Açıkçası yazarın tercihlerine sadakatten yanayım her zaman. Yazarın hayatta olmaması eserin kendisine olan aidiyetini azaltmadığı gibi üzerinde tasarruf yapmak hakkını da (yaşarken bu doğrultuda bir salahiyet vermediyse birisine) bir başkasına vermez.
2. Yaşarken reddedilen eserlerin sonradan yazarın nüfusuna geçirilmesi çok sık rastlanan bir durum. Doğru bulmuyorum. Yazar ya da şair eserlerinin kendi sanat anlayışı içinde bir bütüne kavuşmasını arzu eder. Bazen bu bütünü bozan ya da bir başka sebeple kendisini temsil etmesinden rahatsız olunan bir eser reddedilebilir. Vefatından sonra bu eseri külliyata dahil etmek öncelikle sanatçıyı anlamamak manasına da gelir.
3. Yeni bulunan eser ya da yarım kalmış eser açıkçası yazarın tasarrufunu bilemediğimiz ve fakat bu konuda bir inisiyatif geliştirebileceğimiz bir alan sunuyor bize. Bu aşamada editörün yapması gereken bu yeni metinlerin yazım süreçlerinin izini bir dedektif gibi sürmek, onların yazarın edebi hayatında tekabül ettiği yeri kestirmek ve sanki yazar hayattaymış gibi olağan seyrini bulup yayına hazırlamaktır.
4. 70 yıllık telif süresi dolduktan sonra yayın dünyasının eserlere bir miktar nobran davrandığını düşünüyorum. Fakat yazarın ya da şairin hayatta iken veya hak sahipleri tarafından telif süresi içinde toplu şiirleri, toplu öyküleri yayınlandı ise, bu toplam içinden seçki yapmak ve bu seçkilerin kompozisyonuna en uygun şiirlerin ya da öykülerin ismini vermek tuhaf bir durum değil. Yeter ki iyi bir edisyon, titiz bir çalışma yapılsın.
1. Burada değişken bazı durumlar vardır. Örneğin, yazarın dalgınlıkla yaptığı aşikâr olan hataların düzeltilmesinde bir beis olmadığı düşüncesindeyim. Coğrafi bir konum, bir tarihi hakikat, bir yer adı, matematiksel bir işlem... gibisinden durumlarda o dalgınlık giderilebilir. Ancak bunun ötesine geçen ekleme ve çıkarmaların kabul edilmesi mümkün değildir. Ancak editör, bazı istisnai durumlarda “Yayıncının Notu” diyerek dipnot alanında kendini ifade edebilir.
2. Yazarın yaşarken reddettiği bir eseri, vefatından sonra arzusu hilafına yayınlamak, en başta onun ruhuna ve hatırasına hakarettir. Ancak herhangi bir şarta bağlı reddediş varsa, o şartlar da değişmişse o zaman varislerinin rıza ve onayıyla dahil edilmesinde bir beis görmemekteyim.
3. Türkiye’de yayıncılık aslında 90’lı yıllardan itibaren ivme kazanmış bir alan. Öncesinde hem eser üreten, hem de eser neşreden bakımından çorak bir manzaraya sahiptik. Bu sebeple, kimi yazarların yazdığı metinler, sadece o mecmua/gazete vs. mecrada kalmış oluyor. Bu, onun tüm metinlerine ulaşmak isteyenler adına bir haksızlık. Bir yayıncı, bu tür metinleri bir araya getirip, gerçekte olmayan “kitap”lar üretebilir ve bunda da bir beis yoktur. Editörün sorumluluğu ise, ilk sorunuzda sorduğunuz hususla mahduttur. Ayrıca, metinlerin kendi içinde bir tutarlılığı ve bütünlüğü olmasına da dikkat etmek gerekiyor elbette...
4. Metinlerini tefrika halinde yayınlamış bir yazarın eserlerini, kendi içinde bir tutarlılıkla derleyip yayınlamakta; bunu yaparken de herhangi bir başlığı eser adı olarak ortaya koymakta bir sakınca görmüyorum. Örneğin Çehov kısa öyküler yazmıştır. Hafızımda yanlış kalmadıysa 300’e yakın öyküsü olsa gerek. Bir yayıncı, mesela onun “aşk” üzerine yazdığı öyküleri bir araya getirip, sonra içinden birini kitap adı yapabilir. Belki sorumluluk şu olabilir: Eserin arka kapak yazısında, yazarın hangi öykülerinin kitaba alındığı belirtilebilir.
1. Bahsettiğiniz yeniden düzenleme yazarın bütün yapıtları göz önüne alınarak yapılmışsa, kitapların içeriğine, kapsamına, türüne, amacına uygunsa doğrudur. Yazarı hayattayken yayımlanmış olması kitaba dokunulmazlık kazandırmaz.Her kitap her baskıda yazarı ya da yayıncısı eliyle değişebilir.Yazar da “ister istemez”, “yarı buçuk”, “kırık dökük”, “yalan yanlış” yayımlamış olabilir. Kitaplar bazen sonra sonra, bazı editörlerin masasında tamamlanır, güçlenir, bütünlenir, gelişir.
2. Yazar yapıtları üstüne son söz hakkı olan kişi değildir. Yazarın hangi koşullarda, hangi kıstaslarla tutum aldığını yayıncının iyi bilmesi, onun yok saydığını var etmenin geçerli nedenleri varsa onu da bulması gerekir. Bir ikna sürecidir bu. Yayıncının kendini, yazarın vârislerini ama daha da önemlisi yazın kamuoyunu ikna edebileceği gerekçeleri varsa, –yeni bir zamanda, başka koşullarda, farklı bakış açısıyla– yazarın vaktiyle aldığı dışlama kararı geçerliğini yitirebilir. Yazarın varlığına yokluğuna bağlı değildir kitapların kaderi.
3. Yazarın bütün yapıtlarının, ölümünün ardından, raflarda genişlemesi güzeldir, beklenendir, umulandır. Yazarın ölmediği, yaşarken yaşamadığı kadar yaşadığı anlamına gelir. Editör burada isabetli bir sınıflandırma yapmalı, tema seçiminden yazım biçimine yazarın eğilimleri doğrultusunda kitaplar kurmalı. Derleme, düzenleme, notlama, işleme aşamalarında ilgili akademisyenlerden yararlanmalı. Kısacası yazarın değerini gösterecek, kitabın niteliklerini parlatacak, yayınevini destekleyecek yollar bulmalı. Editör yazarın çevresini işe ortak etmeye, koordinasyon sağlamaya dönük çabalardan geri durmamalı.
4. Gelgel yapan, albenili başlığı kullanırken bir yanıltmaca, bir kandırmaca yoksa, salt ticari bir seçimse “etik” bir değerlendirme yapmam. Ama bir yayınevi gerçekte çizgisine uygun olmayan ünlü bir yazarı tecimsel kaygılarla eğip bükerek, okuru yanıltacak biçimde basit bir mala dönüştürürse düpedüz okuru dolandırmaktır. Elden bir şey gelmese de gönüllerde ayıplanır, kınanır. Öyle bir yayıncının eline “düşmüş” yazar sevdiğimizse acırız, umursamadığımızsa “oh olsun” deriz.
1. Külliyat yayınlarken hem yazarın hayattayken yayımladığı eserler hem de daha önce kitaplaştırılmamış, süreli yayınlarda mevcut yahut yeni keşfedilmiş metinlerle muhatap olabiliyoruz. Ve hayattayken yayımlanmış eserlerde farklı baskılar/versiyonlar da mevcut olabiliyor. Editör bu versiyonların farklarını notlamak, gerekirse bir sunuşla okuru bilgilendirmek ve kitaplaştırılmamış metinleri de doğru sıralama, başlık, tematik bütünlükle bir araya getirmekle mükelleftir. Geri kalan tüm müdahaleler de hududu aşıyordur.
2. Biz bunları yayımlamakta bir sıkıntı görmüyoruz; nihayetinde tarihi vesika olduğu kanaatindeyiz; ancak okuru bilgilendirici sunuş ve önsözlerin de bu metinlerle birlikte sunulmasının elzem olduğunu, bu reddedilmiş metinlerin yazarın edebi yahut siyasi yolculuğunda nereye tekabül ettiğinin açıklanması gerektiğini düşünüyoruz.
3. Külliyat yayımlamak yoğun emek ve masraflı bir iştir; üretken bir yazarın söz gelimi üç kitabı çok satarken sekiz kitabı satmıyor olabilir; tarih, kültür ve hürmet bilincine/kaygısına sahip yayıncı zaten bunu göğüsleyerek külliyat yayımlamayı üstlenir.
4. Bahsettiğiniz türde yayımlar ise, elbette yazardan bağımsız hızlı ve kârlı bir ticaretin nesnesi, okuru en bildiği yerden manipüle eden birer yayıncılık kolaycılığıdır.