Son yıllarda dünyanın önemli melodileri ard arda kulaklarımıza çalınırken, klasik müziğin başkenti Viyana'dan tarihin en köklü orkestrası Viyana Filarmoni de İstanbul'a uğradı. 38. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında buradaydılar, Haliç Kongre Kültür Merkezi'nde. Ve olağanüstüydüler. Kimi zaman fısıldar kimi zaman haykırır gibi ama her daim uyumlu ve her an berrak, duru bir sesle, sanıyorum benim kadar tüm dinleyenleri de büyülediler. Mozart'ın sadece dört günde bestelediği Linz senfonisi ile başladı konser. Bu işi dört günde çıkarabilen Mozart'a, Amadeus filminde karakterize edilen Salieri'in gözüyle baktım biraz. O tabi muadili gördüğü hatta beğenmediği bir dahinin notlarını incelerken kıskançlık duymuş ve hayrete düşmüştü; “Tek bir değişiklik yok, tek bir karalama” diyerek. Ben sadece hayranlıkla dinledim. Sonra orkestra devam etti. Schubert'in bitmemiş senfonisinde flüt, Tchaikovsky'nin Patetik'inde fagot muhteşemdi. Linz'in Presto finalindeki coşku, Patetik'in Adagio'sundaki hüznü de öyle. Tüm müzisyenler ve tabi şef Riccardo Muti de. Kariyeri boyunca sayısız ödül almış bir müzik adamı. Küstah denecek kadar kendini takdirle yöneteceğini düşünüyordum orkestrayı ama aksine kontrbasa, viyolonsele 'Lütfen siz buyurun' der gibiydi. Beklediğimden çok daha naifti. Kısaca müthiş bir geceydi. Kendi hesabıma tekrar gelsinler isterim. Schumann'ı, Beethoven'ı da getirsinler. Yine gelsinler, yine dinleyelim…
Biterken bir şey geriye sadece gerçekler kalıyor
Dizi sektörü geliştikçe yapımlar da seyircinin gözünde devleşen bir konuma getirilmeye çalışılıyor. Sezon boyunca devam eden bu gayret final bölümlerinde doruk noktasına ulaşıyor. İlk örnek Asmalı Konak'tı. Zamanla ününün sınırlarını genişleten dizinin ekibi, “Nasıl yapsak da hafızalarda silinmez bir yer edinsek” diye düşünmüş ve finali apayrı bir sinema filmi olarak çekmeye karar vermişti. Sonuç hatırladığım kadarıyla fiyaskoydu. Bu hafta da her gün ayrı bir haberle Aşk-ı Memnu'nun finali pompalandı. Onu sıradan bir sondan ayırmalıydık. Suada'da özel bir davetle izlenecekti, adı da final değil 'veda' olacaktı. İddia edildiği gibi 'Hafızalarda silinmez bir yer edinebilir mi?' diye baktım. Tahminimce işi zor. Çünkü biterken bir şey, hep gerçekler çıkıyor ortaya, hep 'bu muymuş' dedirtenler. Sanıyorum vedadan da geriye Behlül'ün mezar başındaki eğreti sakallı hali kalacak akıllarda. Çünkü tüm parıltı sona erdiğinde en gerçek şey, en kibar haliyle söylemek gerekirse Kıvanç Tatlıtuğ'un başarısız oyunculuğu oldu. Ve tabi hiç yeri hiç zamanı olmadığı halde mottosudur diye iliştirilmeden edilememiş 'Behlül kaçar 'lı sözleri…