Hikâyeleriyle, 'bu dünya bir sepet hayâlden ibaret' mesajını veriyor Recep Seyhan. Bizi, sepetimiz sırtımızda uzun bir yolculuğa çıkarıyor.
Seyhan hikâyeleri hemen kavradı beni. Bu kavrayış yazarın anlatımıyla, tarzıyla ve elbette 'dönem'le alâkalı. Biz 'eskiler' olay-durum hikâyesini daha çok seviyoruz. Anton Cehov veya Guy de Maupassant düşkünlüğümüz de bundan.
'Kelime avcısı ve enstantane ustası' olarak nitelenen Seyhan'ın kalemi kesinlikle insanın hallerini merkeze alıp, özde saklı olana yöneliyor. İnsan ve hayvan tabiatını hakkıyla analiz etmiş olması kendisine avantaj sağlıyor. İlk dikkati çeken yönü dili yerli yerinde kullanması ve 'gözlem' gücü. İkincisi de yazıda yapay söz oyunlarına hiç tenezzül etmemesi. Anlatımı önemsiyor. Konuşur gibi yazıyor. Anadolu söyleyiş ve deyişlerini sık ve yerinde kullanıyor. Söz oyunlarına gerek duymuyor. Söyleyişinde rahatlıkla gelenekseli ve moderni yan yana bulabilirsiniz. Bir harman yeri onun dili; kendini basit sâde ve detaylı anlatımıyla var eden bir harman.
Yazarın hikâyesindeki 'tip'ler de dikkat çekici çünkü okurun hayâl gücünü zorlayan 'tip'ler bunlar. Alışıldık değiller ve 'sesi ilk defa duyulan' insanlardan oluşuyorlar.
Seyhan'ın son eserindeki hikâyelerden bazılarını bir cümleye sığdırarak özetleyeyim. Saliç'ten anladığım bir 'vicdan muhasebesi' metni oluşu. Hikâye filminden daha zengin geldi bana. Kitaptaki karakterler sıcak ve sahici.
Bir sepet Hayal, elindekileri yumurta karşılığı satan bir satıcıyı, satıcının karşılaştığı insanları ve çocukları anlatıyor. Vicdan olgusuyla bu metinde de karşılaşıyoruz!
Uğultu'da fıtratın getirdiğini kabulleniş var. Tehlikeden (yangın) kaçan hayvanlar âfetin erişemediği bir adacığa sığınır. Tehlike ânında kurtla ceylan yan yanadır. Tehlike geçer geçmez kurt ceylanı yer. Fıtrat işlemiştir.
Bir Göl Masalı'nın şehzadesi Candar, köylü kızı Gülüşan'a âşık oluyor. Aşk ince hastalığa dönüyor. Derken bitmeyecek bir masal başlıyor.
Spor Ayakkabılarım, unutkan, dalgın ve dünyaya kapalı bir öğrencinin öğretmenine olan minnetini resmediyor.
Çamaşır Mandalı Konağı ve Servis Edil(e)memiş Bir Öykü'yle 'sosyal medya' sayesinde sosyallikten uzaklaşan ve kendine yapay bir dünya kuran insanın yalnızlığı, zavallıllığı gözler önüne seriliyor. Şu cümle herşeyi ne güzel özetliyor: Hız, heyecan ve çoşku... (s. 64).
İnsan ve hayvan tabiatını bütünleştirmeyi çok iyi başaran yazar, Havlamayı Özleyen Köpek'te, evcil bir köpeğin 'rahat' bir hayat uğruna özünden uzaklaşmasını ve bu yüzden yaşadığı mutsuzluğu gözler önüne seriyor.
Pusu, herkesin bir hesabının olduğunu lâkin bu hesabın üstünde bilemeyeceğimiz bir hesabın -daha- bulunduğunu âyan ediyor.
Kaderin üzerinde bir kader olduğunu Elma Hikâyeleri'yle de anlıyoruz. Yazar, mitolojik ögelerle süslediği bu bölümdeki metinlerle bizi elmanın ilk ısırılışından bugüne uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.
Eserindeki kısa ve uzun hikâyeleriyle, 'bu dünya, bir sepet hayalden ibaret' mesajını veriyor Seyhan. Yenik başladığımız hayatta bizi artık kolay ulaşamayacağımız köye, tılsımlı dünyaya, insana, tabiata ve bir iç muhasebeye çağırıyor.
Yaşadığı rahatsızlık dolayısıyla tedavi gören Recep abiye iyi dilek ve duâlarımı gönderiyorum. Sepeti hayallerle yüklü herkesi, köyü, insanı, tabiatı ve hayatı bir de Seyhan'dan okumaya çağırıyorum.
Seyhan'dan:
-Hikâyeleri yazarken ... 'hikmet' kavramıyla ve onun çağımıza düşen gölgesiyle ilgiliyim.
-... hikâyenin 'gerçek' olandan kotarıldığını, öykünün ise kendine mahsus bir gerçeği bulunduğunu ve olaydan nerededeyse tümüyle uzak bulunduğunu söyleyebiliriz.
-Cengiz Aytmatov çok sevdiğim bir yazar. O kadar ... ki kalktım buradan Kırgızistan’a gittim mezarını ziyaret edebilmek için.
-İnsanın iç dünyasını onarır sanat; varlığına ve eşyaya anlam kazandırır, varlık bilinci verir ona.
-Somutlaşarak kitaplaşsaydım konusu merhamet, türü roman olan bir kitap olurdum.
Şair, şiir, yalnızlık!
Karanlıkta Gün Yüzünüz'ü ilk okuduğumda üniversiteydim. Gelecek Yayınları'ndan çıkan incecik ve mavi kapaklı bir kitaptı. Üniversite bitti, araya yıllar girdi, uzun zaman geçti. Gazetede, bir muhabbet sırasında Cemal Sayan adı geçince o eser geldi aklıma. Aradım buldum, hatta Ebabil Yayınları'nın neşrettiği (2018) kitabı da edindim. Kitapta şaire/yazara ait kısa bir özgeçmiş olsun diye bekliyor insan. Ayrıca Ebabil'in -özellikle şiirde- tashih gerektirmeyecek yayınlara imza atması hepimizin beklentisi.
Tek kitabını 1989'da yayımlayan Cemal Sayan, 1958'de Konya'da doğar. Liseyi bitirir (1978). 12 Eylül'de bir süre gözaltına alınır. İşçi olarak başladığı çalışma hayatını tekniker olarak devam ettirir. Emekli olan ve Ankara'da yaşayan şairin şiirleri Doğuş Edebiyat, Erguvan, dolunay ve araf gibi dergilerde yayımlanır.
25. sayfada “Bir avuç kanda boğulmuş deniz” dizesiyle karşılaşıncaysa 'kan'ın terör, 'deniz'in de ülke olduğunu düşündüm ve 12 Eylül öncesinde yaşanan dehşeti hatırladım. Acı öyle büyük ki, “Söyleyin Eylül kadar solgun genç adamlar / Bir tek ömre sığmaz mı acınız (s. 39) feryadı yükseliyordu. O devrin 'derin yara'sı işkence de şöyle yansıyor dizelere: Çığlığım uzanır göğe / Masallardan korkulu (s. 50).
'Yenilmiş' bir kuşağın dertlerini dile getiren Sayan, kurulan tezgâhın da farkında: Değişen ne zaman ne mekân / Bitmez bir oyundayız (s. 27).
Karanlıkta Gün Yüzünüz, ülkesi için bir dönem (1970-1990) ömrünü heba etmiş; işkencehânelerde cansız bedenini bırakmış; hücrelerde gün be gün erimiş; boynuna yağlı urgan geçirilmiş çocukların 'mahzun' hikâyelerini resmetmesi açısından önemli. Sayan'ın, mensup olduğu camia dahil hiçbir yerde sesinin duyulmayışı, şiirinin görülmeyişi çok acı. Oysa o, “Gün yüzünüzle bulurum karanlıkta yönümü” diye seslenmiş yıllar önce.
Dergilerde veya değişik mahfillerde yeni çalışmalarına rastlayamadığım şair, tek kitap neşretmiş ve sırra kadem başmış. Kitabın gözden geçirilmiş yeni bir baskısının
yapılmasını bekliyorum. Bundan da önemlisi Sayan'ın tekrar şiir yazıp, “Benim daha söylecek sözüm var” demesini umuyorum.