İki psikiyatr Erol Göka ve Kemal Sayar’ın dostlukları otuz yılı geride bıraktı. Birlikte kitap ve dergi çıkartan, şimdilerde de televizyon programında yer alan ikiliden eski günleri dinledik. Günümüz dostluklarının aynı yürek hizasında buluşamadığını belirten Sayar, “Uzun bir ruh yolculuğunu paylaştık” diyor.
Dostlukları otuz yılı geride bırakan Erol Göka ve Kemal Sayar’ın dostlukları usta çırak ilişkisiyle başlayıp kitap ve dergi sayfalarında kendini gösterdi. İkilinin muhabbeti bugünlerde, TRT ekranlarında yayınlanan “İnsanlık Hâli” programında devam ediyor. Kendisini elem doktoru olarak tanımlayan Sayar ve Psikiyatri alanındaki çalışmalarıyla tarihe ışık tutan Göka’dan Ankara’nın çay ocaklarında kurulan hayalleri, karşılıksız iyilikleri, Albatros dergisini, değişimin hızlandığı 90’ları ve 30 yıllık dostluğun ipuçlarını dinledik.
Erol bey ilk olarak size Kemal Sayar’ı soralım. Nasıl tanıştınız? O yıllarda öğrenci olan Sayar’ın hangi yönleri dikkat çekiyordu?
Ben Bitlis’te pratisyen hekim olarak mecburi hizmet görevimi tamamladıktan sonra 1985’te Ankara’da Psikiyatri asistanlığına başladım. 1987’de de Zaman gazetesini Nabi Avcı ve ekibi Ankara’da çıkarmaya başladı. O ilk ekipte ben de vardım. Müslümanlığa yeni ısınan Sol’dan gelen, kendini entelektüel sanan bir genç hekim olarak vaktimin önemli bir kısmı, mesleğimin dışında, gazeteye yazı yazmak ve gazetede bulunmakla geçiyordu. Bu süreç zarfında çok sıkı dostluklar oluşuyordu. Gazete çıkışı Sakarya Çay Ocağı’nda buluşuyorduk, dost halkamız da giderek genişliyordu. Ramazan ayında sanıyorum ilk sokak iftarları da burada başladı. Sonradan beş tanesi büyük psikiyatri uzmanı olacak, galiba o sıralarda Hacettepe Tıp Fakültesi 3-4 sınıfta olan öğrenciler de yapılacak iş var mı diye gazeteye gelirlerdi. Sonradan meslektaşımız olacak Kemal ve diğer öğrenci arkadaşlarla ilk gazetede tanıştık. Çay Ocağı’nda ve evlerde dostluğu koyulaştırdık. Zaman gazetesi elimizden alınınca da ilk iş Çubuk’ta “Albatros” adında bir dergi çıkardık. Kemal ve diğer tıpçılar, hepsi de birbirinden zekiydi, hepsinin gazeteye büyük katkıları oluyordu. Kemal o aralar daha ziyade şiirle ve seyahatle ilgilenirdi. Bizim aramızda şairliğiyle ve seyyahlığıyla tanınırdı.
Kemal bey, tanışmanızı ve Albatros’u bir de sizden dinleyelim.
Erol abiyle biz tıp öğrencisi ve o da psikiyatri asistanıyken tanıştık. Bizim mesleki anlamda kıdemlimiz ve ağabeyimizdi. O dönem çıkan ve entelektüel mahfillerde heyecan uyandıran bir günlük gazetede birlikte yazdık. Aynı çay ocağında memleketi kurtardık, aynı düşlerde ısındık, aynı çorbaya kaşık salladık. Ankarada eğitim gördüğümüz yıllarda içtiğimiz su ayrı gitmedi diyebilirim. İlk şiir kitabımda ona ithaf edilmiş bir şiir de vardır. Sonra birlikte Çubuklu köfteci Mehmet Bodur’un patronluğunda efsanevi Albatros dergisini çıkardık. Albatros arkadaşlığı hala hepimiz için çok güçlüdür, o grup birbirine çok bağlıdır. Dergi toplantılarında kimse kimseyi kayırmaz, yeri geldiğinde dergiyi çıkaranların ürünleri beğenilmeyip yayınlanmazdı. İlke ve değerler her şeyin üzerindeydi. Çok şükür ki o günleri görmüşüz.
HİYERARŞİK BİR İLİŞKİMİZ VAR
İnsan insanı yolda tanır diye söylenir. Sizin bir yol hatıranız var mı?
Kemal ile ben uzun seyahat hiç etmedim. En fazla birlikte Adalar’a gidip piknik yapmalarımız geliyor aklıma. Ama Kemal gerçek bir seyyahtı arada ekipten başkalarını da kandırır birlikte dünyanın çeşitli yerlerine giderlerdi. Beni hiç kandıramadı. Bunda yaş farkımızın ve benim erken evliliğimin, daha doğrusu tanıştığımızda evli oluşumun da payı var sanırım.
Tuhaf ama galiba birlikte hiç uzun bir yola çıkmadık. Üç yıl aynı şehirde yaşadık, sonra hep ayrı şehirlerde kaldık, sanırım bundan. Ama uzun bir ruh yolculuğunu paylaştık.
Dostluğunuz nasıl bir gelişim gösterdi?
12 Eylül’ün etkisinin hala sürdüğü zor dönemdi. Hemen hepimiz yazılarımızda mahlas kullanır, birlikte fotoğraf çektirmekten kaçınırdık. 1989’da ben İzmir’e askere gittim. Kemal bir süre bizim evde ikamet etti. Okulunu bitirip İstanbul Marmara Üniversitesi’nde asistanlığa başlayınca bu kez hafta sonları İstanbul’a gittiğimde ben onun evinde kalmaya başladım. Artık ikimiz de doğrudan psikiyatri mesleğine dâhildik. Birlikte ilk psikiyatriyle ilgili teorik kitaplar derledik yayınladık. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaşmak, dostluğumuzu çok pekiştirdi. Müslümanlık anlayışımız ve dünya görüşümüz bu yakınlıktan payını aldı, sorgulayıcı, mutedil, entelektüel ilgileri ön-planda olan, edebiyata ve şiire çok değer veren bir ekiptik. 1992’den sonra çoluk çocuk, iş güç, akademik hayat, dünya telaşı, ilişkilerimiz zaman zaman aksasa da 2000’lerden itibaren tekrar yoğunlaşmaya başladı.
Ben psikiyatri konulu ilk iki kitabımı onunla çıkardım. Bizimki başlarda bir hayranlık ilişkisiydi. Erol abi her zaman çok çalışkan, çok okuyan bir insandı. Kendimize örnek aldığımız bir kişiydi. Daha sonra ben de büyüyüp yaşlanınca galiba daha denk, daha neşeli bir ilişkimiz oldu. Programda pek çok muziplikler yapmama rağmen sağ olsun her seferinde anlayışla karşılıyor. Yani geçmişte daha hiyerarşik bir ilişkimiz ve bir tür usta-çırak münasebetimiz vardı, bugün iki arkadaşız ama benim için her zaman Erol abidir.
Otuz yılı geride bırakmış bir dostluktan söz ediyoruz. Paylaşmak istediğiniz bir hatıranız var mı?
Bana yaptığı bir iyiliği unutamam. Tıp son sınıfta yurt dışı stajından geç geldiğim için yurtsuz barksız kalmıştım. Korkunç bir çaresizlikti, sığınacak hiçbir yerim yoktu. Kara kara ne yapacağım diye düşünüyor, bir çıkış yolu bulamıyordum. Erol abinin aracılığıyla Almanyada yaşayan ve ara ara Türkiyeye gelen ailesi, bana Çankayadaki dayalı döşeli evlerinin anahtarını verdiler. Ben orada bir yıl çok rahat ettim ve uzmanlık sınavına iyi şartlarda çalışma imkanı buldum. Bu iyilik herkesin harcı değildir ve ben bir ömür boyu bu konuda medyun-u şükran kalacağım.
Ooo o kadar çok ki... Ama ne zaman Kemal’in adı geçse ya da bir vesileyle silueti gözümün önünde canlansa, o sıralar 5 yaşlarında olan oğlumla Kemal’in evinde kaldığımız hafta sonlarını hatırlarım. İnsan travmatik yaşantılarının yaralarını dostluğun merhemiyle sardığında çok derin bir hoşlukla hafızasının en güzide bölümüne yerleştiriyor. İyi ama bir hatıra anlatacaktınız diyebilirsiniz. Anlattım işte hem de çok hatıra anlattım, görmediniz ama ağladım da...
O günlerde neler konuşurdunuz?
Bizim gündemimizin başköşesinde R. D. Laing, T. S. Eliot, Michael Foucault gibi batılı ama eleştiriyi elden bırakmayan entelektüeller ve edebiyatçılar vardı. Bizim dar psikiyatri çevremizde ayrıca anti-psikiyatri ve mesleğimizdeki manevi dalgalar konuşmalarımızın çoğunu doldururdu. İran İslam Devrimi’nin bir miktar etkisi altındaydık diyebilirim. İsmet Özel’in radikal karşı çıkışı bizi etkilemişti elbette ama arada bir Humeyni ve İbni Arabi’yi birleştirmeye çalışan hayal dünyamıza dalıp çıkardıklarımızı birbirimize göstermekten çok hoşnut oluyorduk. BBC nasılsa bizi bulmuş ve bizim evde bir röportaj yapmıştık. Çok şaşırmıştı, hayli farklı Müslüman gençleri görmekten dolayı muhabir...
İnsanlık Hâli’ni diğer televizyon programlarından ayıran özellik nedir?
Samimiyet, dostluk, iyi bir arkadaşlık ilişkisini olabildiğince aynı şekilde ekrana taşıma... Milletimizle aynı hisleri paylaşmamız ve üstenci olmayan bir bakışla uzmanlık bilgimizi aktarmaya, yardımcı olmaya gayret edişimiz...
Bu program samimiyeti ve izleyiciyle kurduğu yakın bağ sayesinde akılda kalıyor. Bir yıl içinde epey sağlam bir izleyici profili oluştu ve programı diri tutuyor, bize sürekli geri bildirim veriyorlar. Program için ikimiz de bol bol okuyor ve sağlam temele dayanarak konuşmaya çalışıyoruz. İkimizin arasındaki teklifsiz samimiyet, yıllara yayılmış bir dostluğun verdiği rahatlık ve nihayet artık programın alamet-i farikası haline gelen karşılıklı atışmalar, izleyicinin hoşuna gidiyor. Programı sunan Seval hanımı da küçük kız kardeş olarak gördüğümüzden program boyunca bir aile yakınlığı oluşuyor ve bu his sanırım ekranın karşı tarafına geçiyor.
Yıllar süren bu dostluğun ipuçları neler?
Koşulsuz saygı ve güven... Evet evet tam da bunlar. Özellikle benim Sol geçmişim nedeniyle farklı bir ilişki ağım vardı. Arada bir oralarda kaybolup gitmem söz konusu oluyordu. Ama gençliğin en zor günlerinde birbirimizi tanımış olmanın getirdiği güvenle birbirimizden hiç vazgeçmedik. Ne yapsak ne etsek “vardır bir bildiği” dedik. Kaderlerimize saygı gösterdik, kimse kimseyi zorla değiştirmeye çalışmadı. Kınamadı, doğru din öğretmeye kalkmadı.
Dostluklar uçucu hâle geldi
Geçmişten bugüne baktığınızda dostlar arasında neler değişti, neleri kaybettik?
Geçmişin dostlukları çok hesapsız çok menfaatsizdi, fedakarlık ve dayanışma çok ön plandaydı. Bugün dostlukların neredeyse sadece adı var, dostlar birbirine teselli veremiyor, sığınak olamıyor. İnsan teki, büyük davalardan kendi küçük davasına iltica etti. Menfaat şebekelerine intisap etmenin adı dostluk olamaz. Bırakın aynı yürek hizasında buluşmayı, dostlar birbirini göremiyor bile. Beraber hangi ıstırapları çektiniz ve neden feragat ettiniz? Önemli soru bu zira insan akidesinin miyara vurulduğu yer burası. Hasbiliğin ve samimiyetin kaybı günümüz dostluklarını fazlasıyla ‘uçucu’ hale getiriyor. Beraber kaybettiğiniz adamla ömür boyu dost kalırsınız, çünkü ıstırapta insanları birbirine lehimleyen bir şeyler vardır.
Aranızda geçen tartışmalar ne üzerine olur?
Benim yüzümden çıkardı tartışmalar… Çünkü ben abi olmanın ve siyasetten anladığını sanmanın getirdiği şevkle çok sık dünyadaki ve ülkemizdeki durum analizleri yapar zaman zaman bu analizlerimde olası komplolara yer verirdim. Kemal benim komplo teorilerime karşı hep mesafeli olur, “bu kadar da olmaz!”diye isyan ederdi. Ama hiç kavgamız, küslüğümüz olmadı hiç...
Ben onu çok ‘komplo nazariyatçısı’ bulurum, neyse ki son dönemde bu tarafı iyiden iyiye törpülendi. Bir gün saatlerce onun komplo kuramlarını dinledikten sonra sabaha ‘Barbarları beklerken’ diye bir yazı yazmıştım. Kavafis’nin ünlü şiirinden ilhamla ‘barbarların yaşadıklarımıza bir tür çözüm’ olduğunu söyleyen. Onun siyasete duyduğu canlı merak da zaman zaman şakalaşma konusu olur. Ne ki Erol hoca, aktif siyasette bir türlü dikiş tutturamamıştır. Sanırım son zamanlarda kendisinden bu konuda ümidi keserek iyi bir iş yaptı.
#Kemal Sayar
#Erol Göka
#Kavafis
#Albatros dergisi
#Zaman Gazetesi