PEN ödüllü yazar Samar Yazbek’in Çamur Gezegeni’ni okuduğumda boğazımda yumru olan saf gerçekliği bu sayfada yazmıştım. Yıllardır devam eden Suriye iç savaşının etkisini oldukça çarpıcı bir şekilde anlatan romanın ruh ikizi diyebileceğim bir eser Türkçeye kazandırıldı. Bu sefer İrlandalı yazar Paul Lynch, Peygamberin Şarkısı’nda tüm dünyaya üzerine çokça konuşulacak bir mülteci hikayesi anlattı. Gerçeğin aynadaki yansıması gibi olan bu distopik eser, mülteciler konusunda iki yüzlü olan herkese “Bir gün sen de umursamadığın ya da aşağıladığın o mültecilerden birisi olabilirsin” diyor. Peygamberin Şarkısı, vicdan sahibi olanları aynı şarkının etrafında toplarken mülteci düşmanlığı yapanları ya da onları aşağılayanları empati yapmaya davet ediyor.
Roman, İrlanda’da Doktoralı bir öğretim görevlisi olan Eilish Stack ve Öğretmenler Sendikası’nın yöneticisi olan kocası Larry Stack ile biri bebek dört çocuklarının yaşadığı eve bir akşam polislerin gelmesiyle başlıyor. Otoriterleşen ülkede sendika yönetici olan Larry polisler tarafından meçhule doğru yola çıkarılıyor. O akşamdan sonra tüm romanı Eilish’in bakışıyla görüyoruz. Larry’nin ardından ailesini bir arada tutmaya çalışan kadın, devletin karanlık koridorlarında kocasını yeniden ailesine kavuşturmak için koşturuyor. Bu koşturma sırasında yalnız olmadığını, evlerinden koparılan onlarca kişinin belirsiz bir yerde tutulduğunu öğreniyor.
Kocasının ardından liseye giden büyük oğlu Mark’ın askere alınmak istenmesi bir anne olarak Eilish’i başka yerden vuruyor. Eilish’in oğlunu güvende tutmayla ilgili kararlılığı olayların büyüyüp ülkenin iç savaşa sürüklenmesiyle tuzla buza dönüyor. Eilish isyancılara katılan oğlunun yaşaması için umudunu kaybetmeden evinde bekliyor. Bu sefer biri kucağında bebek olan üç çocuğunu yaşatma uğraşına giriyor. Tıpkı Suriye’de ya da dünyanın başka bir yerinde iç savaşın göbeğinde kalan tüm anneler gibi.
“TARİH ÇEKİP GİDEMEMİŞ İNSANLARIN SESSİZ KAYDIDIR”
Tüm bunlar olurken Eilish’in Kanada’da yaşayan kız kardeşi Aine, onu ve geride kalan ailesini yanına davet ediyor ancak kadın kök saldığı evinden ayrılmayı reddediyor. Bir gün kapının oğlu Mark ya da kocası Larry tarafından çalınacağına inanmak istiyor. Evlerine saldırıldığı geceden sonra bile kalmayı tercih ediyor; “Tarih çekip gidememiş insanların sessiz bir kaydıdır, seçim şansı bulamamışların kaydıdır, gidecek yeriniz olmadığında veya gitmeye imkanınız elvermediğinde gidemezsiniz, çocuklarınız pasaport alamadığında gidemezsiniz, ayaklarınız toprakta kök saldığında ve onları oradan koparmanız mümkün olmadığında gidemezsiniz.”
Eilish’i köklerinden koparmaya ne savaş ne de yokluk yetiyor ama bir gün ortanca oğlu Bailey vuruluyor ve acil olarak hastaneye kaldırılması gerekiyor. Bu kırılma anından sonra yaşananlar yorgun düşen kadının hayatla ilgili algılarını değiştiriyor;
“Eilish gözlerini kapatıp kendisini karanlıkta ileri taşınırken görüyor, kendi hayatında yolcu olduğunu görüyor, kamyonetin arkasındaki bu mevcut an, şimdi geçmiş olan şeyden doğan bu an var sadece, öyle ki gelecek diye bir şey yok, gelecek o ölü fikrin sessizliğine çekilse de Eilish, geleceği hiçlikten geri dönmeye ikna etmek, ne kadar çok değişkene bel bağlayabilirse öyle yaparak olayların mantığına dahil olup geleceğin sessizliğini kırmak için tutunacak ufak bir parça arıyor…”
Romanın sonunda Eilish geride bıraktığı iki oğul ve bir eşi kalbinde taşıyarak sınırı geçmek için kızı ve bebeğiyle yola düşüyor.
“Ben eskiden özgür iradeye inanırdım, tüm bunlar olmadan önce sorsan derdim ki kuşlar kadar özgürüm, ama artık o kadar emin değilim, şimdi, böyle bir canavarlığa maruz kalmışken özgür iradenin nasıl mümkün olabileceğini göremiyorum, her şey arka arkaya birbirine bağlanıyor, sonra bütün olay kendi ivmesini kazanıyor, yapabileceğin hiçbir şey olmuyor, şimdi görebiliyorum özgürlük sandığım şeyin aslında sadece mücadele olduğunu ve özgürlük diye bir şeyin hiç olmadığını…”
Romanın en etkileyici sahnelerinden birisi Eilish’in sınırı geçmek için çıktığı yolda henüz 13 yaşındaki kızına yan gözle bakan adamların bakışlarını yok etmek amacıyla eline kör makası alıp hem kendi hem de kızının saçlarını kesmesiydi. Savaşın kadınlar ve çocuklar üzerinde uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddeti resmeden bu sahne, kim bilir dünyanın kaç yerinde benzer bir şekilde yaşandı.
Romanın büyük kısmında köklerinden kopmayan bir kadın ve çocukları anlatılırken son sahnede aynı ailenin denizdeki o bota binmek için yürümelerinin de bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Yazar bu anlatımla sanki herkese denizlerde boğulan ya da şanslılarsa karaya çıkan mültecilerin nasıl hayatlardan geldiğini anlatmak istiyor. Kimsenin o batma ihtimali yüksek olan botlara isteyerek binmediğini, geride kendilerince mutlu oldukları bir hayatı bıraktıklarını ve savaşı bu insanların başlatmadığını.
Peygamberin Şarkısı’nda anlatılan orta sınıf bir ailenin mülteciye dönüşme hikayesi; Suriye’de gözümüzün önünde yaşandığı için kitapta yabancısı olmadığımız bir konuyu okuyoruz. Paul Lynch’in coğrafi konumu değiştirip gerçekle kurguyu iç içe geçirdiği roman, dokunaklı hikayesi, şiirsel dili ve dert ettiği meseleyle; aldığı ödülü hak etmekle kalmıyor, tüm dünyaya “mülteci meselesine bir de buradan bakın” diyor.