Sema Uğurcan bir akademisyen, edebiyat bilimci, edebiyat tarihçisi. Araştırmacı, inceleme yazarı, eleştirmen.. Ömrünü eğitime adamış bir hoca. Onun Dergah Yayınları’nca basılan son eseri Biyografik Okumalar/Türk Edebiyatında Eser-Hayat İlişkisi (Ağustos 2024) kitabı üzerinde duracağım.
Biyografik Okumalar yazarın beşinci kitabı. 1982’de başlayan yazı hayatı uzun süre yazdığı makalelerle devam etmiş, ilk kitabı profesör olduktan (2000) sonra, 2002 yılında Akademi Kitabevi’nce yayımlanmıştır: Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Eserlerinde Tarih. Onu, hepsi Dergah Yayınları arasında çıkan Edebiyatımız I/Edebiyat Tarih İlişkisi (2012); Edebiyatımız II/Yazarlar Meseleler (2012); Makbule Leman/Ma’kes-i Hayal ve Diğer Yazıları (2019) izlemiştir. Yayımlanmamış Doktora tezi (“Türk Romanında Çalışan Kadın Tipleri”, 1983) ile hazırladığı Doğumunun 100. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar (2003), 20 Yılın Ardından Mehmet Kaplan (2007) kitaplarını da bunlara eklemek lazım. Bir de yaptırdığı tezler var tabii. 1988’den bugüne 11’i Doktora, 41’i Yüksek Lisans olmak üzere tam 52 tez.
Buraya kadar ana hatlarıyla ortaya koyduğumuz sayım döküm Sema Uğurcan’ın uzmanı olduğu Yeni Türk Edebiyatı’na ait hangi konuları yakın plana aldığını büyük oranda gösteriyor. “Kadın meselesi, Türk Kadın yazarları, edebiyat-tarih ilişkisi, biyografik okumalar, edebî tenkit” bunların başlıcaları. Daha içeriden belirlemeler yapmak için kitapların içeriğini oluşturan yazılara, yaptırdığı tezlerin neler olduğuna ve verdiği derslere bakmak gerekiyor. Mesela kitap ve makalelerine çok yansımamış olmasına rağmen onun Türk Tenkit Tarihiyle uğraşmış olduğunu verdiği derslere bakınca görüyoruz. Tiyatro, Türk edebiyatında türler (deneme) de yine verdiği dersler arasında. Kısaca şunu söyleyebiliriz: Sema Uğurcan kabaca bir belirlemeyle 1860’tan bugüne 160 yılı aşan bir dönemin edebiyatına bir ömür harcamış, Yeni Türk Edebiyatı dediğimiz bu dönemin meselelerine kişiler, eserler, konular, temalar.. etrafında tekrar tekrar dönmüş, belirlediği yeni konu ve perspektiflerle onları elden geçirerek incelemeye, değerlendirmeye, yer yer eleştiriye tabi tutmuştur. Çalışmalarında Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemin daha ağır bastığını, oradan kademe kademe günümüze kadar ulaştığını; üzerinde duracağımız Biyografik Okumalar kitabından da anlaşılacağı gibi yaşayan yazarlardan Selim İleri’ye kadar geldiğini söyleyebiliriz.
Yine Biyografik Okumalar/ Türk Edebiyatında Eser-Hayat İlişkisi kitabını esas alıp diğer eserlerini de göz önünde bulundurarak devam edersek Ahmet Midhat Efendi ve Abdülhak Hâmid’in üzerinde en çok durduğu yazarlar olduğunu görürüz. Kadın yazarlar bir bağlam içinde ilgisini çekmiş, Ahmet Midhat üzerinden Fatma Aliye Hanım’a gitmiş, Makbule Leman üzerine bağımsız bir çalışma yapmıştır. Çeşitli vesilelerle Halide Edip’e yolu uğramış, Yaşar Nezihe Hanım, Safiye Erol ve Samiha Ayverdi’ye bağımsız sayfalar ayırmıştır. Muallim Naci yine Ahmet Midhat üzerinden ulaştığı bir isimdir. Dönemin önemli bir tanığı olarak Ebüzziya Tevfik’e yer vermiş, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem, Halit Ziya gibi isimler konu ve temaların yazılarına taşıdığı yazarlar olmuştur. Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Ömer Seyfettin (onun vesilesiyle Ali Canip), Abdülhak Şinasi Hisar, Yakup Kadri, hayat ve eserlerine ışık düşürdüğü yazarlardır. Aka Gündüz’e belki de yazarın hak ettiğinden daha fazla zaman harcamıştır. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Sabahattin Eyüboğlu, Tarık Buğra, Attila İlhan üzerinde durduğu belli başlı isimler olmuştur.
Yukarıda adını andığım yazarlar arasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın olmaması dikkatinizi çekmiş olmalı. Onun adı, üzerinde en çok durduğunu belirttiğim Ahmet Midhat ve Abdülhak Hâmid’i anarken söz konusu olması gerekirdi aslında. Tanpınar, Sema Uğurcan’ın en çok üzerinde durduğu, eserlerine en fazla kafa yorduğu üç isimden biri, belki de ilkidir. Ancak Tanpınar, sadece şiir, roman, hikaye ve deneme gibi yaratıcı türlere giren eserler bırakmamıştır; bir edebiyat tarihçisi ve eleştirmen olarak da ayrı bir yeri vardır Uğurcan için. Bu sebeple hem incelemelerine konu olmuş hem de inceleme ve değerlendirmelerinde kendisine hiza noktası aldığı, sık sık ‘bu konuda Tanpınar ne diyor’ diye baş vurduğu bir yazar olmuştur. Tanpınar’ın bizi taşıdığı önemli bir konum daha var. Sema Uğurcan’ın tez hocası Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın asistanı ve meslektaşıdır. Daha Tanpınar hayattayken Kaplan onun eserlerine bazı katkılar sunmuş (XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin hazırlanmasında kütüphane çalışmalarının küçümsenmeyecek bir bölümü Kaplan’ın gayretleriyle Tanpınar’ın önüne gelmiştir) eserleri hakkında ilk yazıları o yazmış, ölümünden sonra Tanpınar adının yaşamasında birinci derecede rol oynamıştır. İÜ Edebiyat Fakültesi’nde Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü bir bakıma Tanpınar (ve Mehmet Kaplan) tarafından kurulmuş Uğurcan’a gelesiye kadar bu hocalar silsilesi A.H. Tanpınar-M. Kaplan-İnci Engünün (Zeynep Kerman, Abdullah Uçman)-Sema Uğurcan olarak devam etmiştir (Bu silsile zinciri işin bir kanadını oluşturur: Diğer taraftan Kaplan’dan sonra bölüme intisap eden hemen onun yanında gelişen bir Ömer Faruk Akün halkalanması vardır. Ayrıca, doktorasını M. Kaplan’dan yapan bir çok hoca zamanla İstanbul’da ve Türkiye’nin başka şehirlerine açılan üniversitelerde kendi etki dairelerini kurmuşlardır.)
Sema Uğurcan eserlerini, Tanpınar’dan başka en yakınında bulunduğu hocaları Mehmet Kaplan ve İnci Enginün’ün kendisinden önce oluşturdukları altyapıyla doğal bir şekilde bağlantılar kurarak bir bakıma onların devamı şeklinde inşa etmeye itina göstermiştir. Bunlara aynı ilgi dairesi içinde bulunan diğer hocalar ve araştırmacılar kademe kademe dahil olmuştur. Böylece bir atıflar zinciri gittikçe büyüyerek, her seferinde yazı sahibinin yeni katkılarıyla anlamca da genişleyerek yoluna devam etmiştir. Zaten akademik verimlilik denilen şey de bundan doğmaktadır.
Sema Uğurcan’ın Abdülhak Hâmid’in eserlerine bu kadar fazla zaman ayırmasının temelinde Mehmet Kaplan’ın “bu meslektekilerin Abdülhak Hâmid’in eserlerini okumalarını şart olarak görme”si bulunmaktadır. Bu yolda onun işini kolaylaştıran, hocası İnci Enginün’ün -belki de aynı “şart”a uyarak- bu eserlere ait problemleri çözmüş ve Hâmid’in eserlerini bir külliyat halinde yeni harflerle yayımlamış olmasıdır. Yine Uğurcan’ın kadın yazarlara yönelmesinde de bir başka hocası Zeynep Kerman’ın rolü bulunduğunu öğreniyoruz.
Edebiyat’ta eser-hayat ilişkisi bir tarafıyla “edebiyat dışı” sayılmasına rağmen hem okuyucunun hem de edebiyat bilimcilerin, eleştirmenlerin, -bu vasıflarının dışında- birer insan olarak ilgisini çekmeye devam edegelmiştir. Bazan bu ilgiler kitleler katında eserin önüne bile geçmektedir. Bu ilgiler eserden doğmakta ve esere yeni okuyucular kazandırıyor gibi görünmekte ise de eseri bir dedikodu bağlamına doğru da çekmektedir. Edebiyat ilgilisi o tarafa doğru kaydıkça çoğu zaman eserden gittikçe uzaklaşarak elde edeceği asıl verimi kaybetmektedir.
Sema Uğurcan kurgu-hayat ilişkisinde bu sularda değildir. O, “sanatın yalanını hakikatlerin hakikati” olarak gören Tanpınar’a uyarak eser-hayat ilişkisini birebir bir ilişki olarak değil eserin özünü oluşturan daha derin anlam alanlarında arama yoluna gitmiştir. Bu açıdan bakarsak eser ibda edicinin kendisinden başka bir şey de değildir. Kendi yöntemini açıkladığı eserin önsözünde hocası Mehmet Kaplan’ın metin merkezli metoduna bağlılığını belirttikten (“edebî eserin, bizzat kendisinin bir mana ve inşa değeri taşıdığı”) sonra meselesini “hayatın eseri beslediği durumlar” olarak ortaya koyar. Ayrıca “Türk edebiyatı[nın], böyle biyografik okumalara izin veren malzemelere sahip” olduğunu belirtir (s. 7). Kendisinin de belirttiği gibi Uğurcan, Ahmet Midhat Efendi’nin eserleriyle hayatı arasında ilişkiyi araştırmaya “Tanpınar’ın Ahmet Midhat’ın hayatı ile eserleri arasında kurduğu ilişkiyi [kendisine] çıkış noktası kabul” ederek başlamıştır (s. 59).
Biyografik Okumalar kitabında yazarın 1982 ile 2020 yılları arasında, değişik zamanlarda, aynı konular etrafında yazdığı yazılar yer almaktadır. Bunlardan “Raci-Naci” başlıklı yazı ise ilk defa bu kitapta yer almıştır. Bu son yazı, Sema Uğurcan’ın yıllar içinde kullanageldiği ve gittikçe geliştirdiği çözümleyici kritik yönteminde ulaştığı kalem olgunluğunu da göstermektedir. Yazar Uğurcan’ı daha açık görürüz orada.
Kitapta belirtmek istediğim bir özellik de konular ve isimler olarak Türk edebiyatının bugünkü mevcut ülke coğrafyasının da dışına çıktığı yazılar içeriyor olmasıdır. Onun diğer eserleriyle beraber bu kitabına da dahil ettiği Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov, İvo Andriç ve Panait İstrait üzerine yazdığı yazılar buna örnek verilebilir. Daha önce Edebiyat Yazıları II kitabında okuduğumuz “Türk Edebiyatında Rodin” yazısını anmadan bu yazıyı bitirmek istemiyorum. Yine Tanpınar ve Kaplan’dan gelen bir etkiyle yazdığı, edebiyatı diğer güzel sanat dalları(ndan biri olan heykel) ile ilişkisi içinde ele alan bu yazı kendi başına ayrı bir değere sahiptir.