Yazar Özgür Aras Tüfek’e çocuk edebiyatı ile ilgili sorularımızı yönelttik. Tüfek, hayatı anlama yolunda bocalayan, kendisini salyangoz sanan bir sümüklü böceğin yolculuğunu anlattığı Evsiz Ben’in Hikâyesi ile ilgili olarak “Hepimiz aslında içine düşüverdiğimiz yeryüzünde evimizi arıyoruz. Benim evim; okuduğum, yazdığım, anlattığım ve yaşadığım hikâyelerdir” diyor.
Türkçenin Muhafızları serisinde; Türk dilbilimcilerin hayat hikâyelerini biyografik eserlerin handikaplarına düşmeden, akıcı bir kurguyla anlatıyorsunuz. Çocuk edebiyatında kaynaklarımızdan, kültürel birikimimizden beslenmenin önemi nedir?
Türkçenin Muhafızları serisini yazarken işin başında bazı çekincelerim vardı. Yüzlerce yıl önce yaşamış kişileri üstelik çocuklara anlatmaya kalkışmak büyük bir iddia ve mesuliyet gibi duruyordu. Her biri Türk diline büyük emek vermiş, bu bağlamda çok kıymetli eserler ortaya koymuş, Türkçeyi dönemin baskın dilleri arasında kaybolup gitmekten korumuş bu alimleri anlatırken bilgi ve belge taramaları, hikâyeyi bugünün çocuğunun anlayıp seveceği bir kurguya oturtarak anlatmak meşakkatli bir çalışma gerektiriyordu. Kaşgarlı Mahmut, Ali Şir Nevayi, Yusuf Has Hacib, Edip Ahmet Yükneki ve Hoca Ahmet Yesevi yazdıkları Türkçe eserlerle dilimizin muhafızlığını yapmış ve hayatlarını dilimize ve ilme adamışlar.
Bu mühim şahsiyetleri çocuklara anlatırken samimi, sıcak, dinamik ve aynı zamanda derinliği olan bir anlatım yakalayabilmek ve bu değerli şahsiyetleri çocuklarımıza sevdirmekti benim hayalim. Çocuklara kültürel hafızamızı, sahip olduğumuz incelikleri aktarmak da çocuk edebiyatının işlevleri ve görevleri arasındadır. Ancak bunu yaparken çocuğun dünyasından kopmamak, ona didaktik bir üslupla yukarıdan bir yerden değil de eş bir hizadan samimi, merakını gıdıklayıcı bir üslup ve doyurucu içerikle seslenebilmek gerekir. O kanalı yakaladığımız zaman çocuğa anlatamayacağımız şey yok. Bu arada çocuklar bir çeşit samimiyet ölçer gibidir. Kalpleri, algıları, sezgileri çok engelsiz, şeffaf… Okurken de böyleler. O yüzden aktaracağımız, anlatacağımız her neyse onu kalpten anlatmamız en önemli ve ilk adım sanıyorum. Bunu yakaladıktan sonra anlatacağımız ister hayali bir karakter isterse tarihi bir şahsiyet olsun muhatabını buluyor. Ben elbette kültürel değerlerimizin çocuklarımıza aktarılmasında masalın, hikâyenin, sözün ve kelimelerin büyülü bir güce sahip olduğuna inanıyorum. Kültürümüz sahip olduğumuz bir hazine sandığı gibi adeta. Aslında bu anlamda çok ama çok zenginiz. Yeter ki o sandığın kapağını açalım, incitmeden seve okşaya paylaşalım, çoğaltalım, yaşatalım.
Çocukluğunuzda çokça masal, hikâye dinlediğinizi biliyoruz. Çocuklara masal anlatan büyüklerin neredeyse kalmadığını düşünecek olursak sizce şimdiki çocuklar bunun eksikliğini hissedecek mi yahut bu açığı kitaplar kapatabilir mi?
Ben dedesinden, ninesinden masallar, menkıbeler, hikâyeler dinleyebilme şansı olan bir çocuktum. Biraz daha büyüyünce İzmir Buca’da ilçenin kütüphanesine dadandım. Orası benim için fevkalade bir şanstı. Kütüphane görevlileri bize karşı çok nazik, ilgili ve teşvik ediciydiler. Orada okuduğum kitaplardan bazı hikâyeleri aklımda kaldığı kadarıyla kardeşlerime ve mahalledeki komşu çocuklarına anlatmaktan çok keyif aldığımı hatırlıyorum. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenim de harika bir öğretmendi. Bize bazı derslerde son derece güzel sesi ve diksiyonuyla hikâyeler okurdu. Bütün bunlar benim için elbette büyük bir şanstı.
Bu anlamda erken çocuklukta ve sonrasında sözlü kültürün en özgür ve büyülü ürünleri olan masallarla tanışmanın ileriki yıllarda oluşacak okuma kültürü üzerinde çok büyük katkısı olduğunu söyleyebilirim. Bugünün çocuğu sözlü kültürden biraz uzak büyüyor; sese, söze, kelimelerin ördüğü yüz yüze, diz dize bir sohbete çok uzaklar. Muhatapları ekran… Bu da okuma becerisi ve bunun sonrasında gelişme göstermesi beklenen diğer dil becerilerini edinmesinde sorun oluşturuyor. Sadece çocuklar değil biz yetişkinler de sözün büyüsüne, kelimelerin oluşturduğu o hayal ikliminde özgürce yolculuk yapmaya ihtiyaç duyuyoruz. İnsan her şeyin mümkün olduğu ve iyilerin kazandığı bir dünyaya inanmak ister. Bu yüzdendir ki son zamanlarda ülkemizde de masal, hikâye anlatıcılığı yoğun bir ilgi görüyor ve bu alanda insanların farkındalıkları günden güne artıyor.
Evsiz Ben’in Hikâyesi’nde kabuğu olmayan bir salyangozun kendi evini bulma yolculuğunu okuyoruz. Bu anlatı çocuklar kadar yetişkinlere de hitap ediyor. Evsiz Ben’in Hikâyesi yetişkinlere ne söyler ve sizin eviniz neresi?
Evsiz Ben’in Hikâyesi kendini ve hayatı anlama yolunda bocalayan, hırpalanan, kendisini bir salyangoz sanan en nihayetinde evini aramaya çıkan ancak hikâyenin sonunda bir salyangoz değil de sümüklü böcek olduğunu anladığımız kahramanımızın yolculuğunu anlatıyor. Ve evet hepimiz aslında içine düşüverdiğimiz yeryüzünde evimizi arıyoruz. Benim evim; okuduğum, yazdığım, anlattığım ve yaşadığım hikâyelerdir, diyorum.
Bu ayın kitapları
Ayşe Sevim, Derviş’in Yolu’nda bize iki derviş hikâyesi anlatıyor. İlkinde padişahın kızına talip olan ancak bir hırkası ve birkaç kuruştan başka hiçbir şeyi olmayan yoksul dervişin hikâyesini okuyoruz. Derviş, öyle çok istiyor ki Gül Sultan’la evlenmeyi bir tenekeyle denizi boşaltabileceğine inanıyor ve vazgeçmiyor. O vazgeçmeyince balıklar bile onun yardımına koşuyor. İkincisi ise tam bir yol hikâyesi. Az eşya, az uyku ve günde bir balıkla yaşayan derviş, hocasının isteğiyle yola düşüyor. Hocası bir süredir yaşantısında bir yanlışlık olduğunu düşünüyor çünkü. Dervişten gidip kendi hocasına hâlini anlatmasını, ondan yol göstermesini istemesini söylüyor. Derviş peşine takılan tilkiyle yola düşüyor ve Mehmet Efendi’yi buluyor ancak Mehmet Efendi hiç beklediği biri gibi çıkmıyor. Geleneksel anlatı tadını kendi üslubuyla yorumlayan Ayşe Sevim, iki hikâyede de her daim aklımızda tutmamız gereken istikrar, inanç, kanaat kavramlarını ve özellikle son günlerde tekrar tekrar anlamaya çalıştığımız Allah’ın Rezzak ismini hatırlatıyor. Her yaştan okur için.
Dervişin Yolu / Ayşe Sevim / Hüdhüd Kitap / Ekim 2023, 48 sf.
Ata İlkokulu’nda her bahar sürpriz bir gezi düzenlenir. Bu seneki sürpriz gezinin rotası ise Da Vinci Müzesi… Bütün okul buna sevinmiş gibi görünse de içlerinden biri bu durumdan oldukça mutsuz. Sanatı ve ressamları hiç de ilgi çekici bulmayan Berke, bir sanat müzesi yerine teknoloji müzesine gitmeyi tercih etse de diğer arkadaşlarına katılır ve müzeye gider.
Son teknolojiyle donatılmış bu müzede Berke ve arkadaşlarını hayal ettiklerinden daha fazlası bulurlar ve bilim ve sanatın sanıldığı kadar birbirine uzak olmadığını anlarlar. Müzede Bir Macera, ilgi alanı ne olursa olsun çocukların doğru yönlendirmelerle pek çok alandan beslenebileceğini göstermesi bakımından kıymetli. Ayrıca kitabın içerisinde yer alan karekodları okutarak ünlü ressamlar hakkında daha fazla bilgiye ulaşabilmek mümkün. 6 yaş ve üzeri için.
Müzede Bir Macera / Pınar Civan / Timaş Çocuk, 64 Sayfa