Babıali’nin meşhur mekanları

Ayşe Olgun
Ayşe Olgun
04:0015/07/2019, Pazartesi
G: 14/07/2019, Pazar
Yeni Şafak
Babıali’nin adeta akademi yuvaları kabul edilen mekanları bugüne kadar pek çok ünlü ismi ağırladı.
Babıali’nin adeta akademi yuvaları kabul edilen mekanları bugüne kadar pek çok ünlü ismi ağırladı.

Edebiyat dünyasını, gazetecileri, öğrencileri ve halkı buluşturan Babıali’ndeki kahvehaneler ve çay bahçeleri fikir ve düşünce hayatımızın ortak hafızalarıdır. Babıali’ye yolu düşüp de Meserret Kahvesi’nde çay içmemiş. Küllük’te, Marmara Kıraathanesi’nde ya da Çınaraltı’nda soluklanmamış kültür sanat dünyasından bir isim düşünülemez. Babıali’nin akademi yuvaları olarak kabul gören bu mekanlarda yolculuk yaptık.

Yaklaşık 150 yıllık geçmişi olan Babıali’de gazeteci, yazar, şair ve fikir adamlarını ağırlayan mekanlar aynı zamanda bu ülkenin ortak kültür sanat hafızasıdır. Pek çok kitap buralarda kaleme alındı, yeni bitmiş bir hikâye ya da şiir ilk kez arkadaş ortamında buralarda okundu. Yazarlar, şairler, gazeteciler yeni bir dergi çıkarmak için bu adreslerde sözleşti. Edebi, fikir ya da siyasi kavgalar bu mekânlarda yapıldı. Kimi yerler kurulan yeni dostluklara şahit oldu kimi kırgınlıklara. Farklı kuşakları farklı dönemlerde ağırladılar.

Günlük hayatın parçası olmaktan çıkıp edebi metinlere dönüştüler kimi zaman. Kimi zamansa bir yazarın kahramanı geçti bu mekanlardan ya da bir şaire mısra oldu. Bugün çoğu varlıklarını sürdüremeseler de hala roman, hikâye, şiir ve anılarda yaşamaya devam ediyorlar.

İstanbul’un hafıza mekânlarının izini beraberce süreceğimiz bu yazıda, emin olun siz de mutlaka tanıdık bir sima ya da mekânla karşılaşacaksınız. Belki çayını içtiğiniz o mekan bir zamanlar ünlü yazar ve şairlerin sığınağıydı? Kimbilir.

Babıali’nin adeta akademi yuvaları kabul edilen bu mekanlar bugüne kadar pek çok ünlü ismi ağırlamıştır. Babıali’nin bir buçuk asırlık tarihi asıl buralarda yazıldı.

DUVARLARI KİTAPLARLA DOLU KAHVEHANE

Mazisi Kanuni devrine kadar uzanan kahvehaneler, özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde Ramazan aylarında en parlak günlerini yaşamış. Mesela Semai kahvehanelerinde sahura kadar destanlar, maniler, türküler okunurmuş. Karagöz-Hacivat gösterilerinin yapıldığı kahvehanelerin ortamlarını ise pek çok yazarın çocukluk ve ilk gençlik anılarında okumuşsunuzdur.

Matbuatın yaygınlaşmasıyla birlikte eğlence kültürü kadar okuma kültürü de bu mekânlarda kendine yer buldu. Öyle ki, 19. yüzyılda matbaanın yaygınlaşmasıyla çıkan her türlü gazete ve mecmuayı bulunduran Safarim Efendi’nin işlettiği kıraathane oldukça meşhurdu. Duvarları kitaplarla dolu olan bu kahvehaneye müdavimlerinden Ebuzziya Tevfik “Akademi” adını verir ve aynı zamanda Uzun Kahve ve Okçularbaşı Kıraathanesi olarak da bilindiğini söyler. Özellikle öğrenciler Divanyolu’nda Leblebiciler Sokağı’ndaki bu mekâna gelerek kitap ve diğer süreli yayınları okurlarmış. Yusuf Ziya Ortaç ise öğrencilik yıllarında burada çay içip saatlerce kitap ve mecmua karıştırdığını Bizim Yokuş adlı hatıralarında anlatıyor. Safarim Efendi okuryazarlara hizmet için taşraya kitap, risale ve süreli yayın dağıtımı da yaparmış. Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nde şu bilgileri paylaşıyor: “Namık Kemal, Sadullah, Halet, Ayetullah, Arif Hikmet, Hasan Suphi, Âli, Refik ve Yusuf ve Aziz Beylerle Vidinli Tevfik (paşa), Ahmet Muhtar (paşa), Süleyman (paşa), Hacı Raşit ve Sait efendiler alelekser orada toplanırlar, edebiyattan riyaziyata, şiir ve hülyadan siyasiyat ve içtimaiyata kadar her şeyden bahsolunur, müdavelei efkâr edilir, herkes bildiğini, duyduğunu söylerdi.”

Yine Mahmutpaşa Camii avlusundaki Mahmutpaşa Kahvesi de devrin ünlü din adamlarını, şair ve ediplerini ağırladı. Kahvehanenin müdavimleri arasında Abdu Efendi, Ahmet Farisi Efendi, Müneccimbaşı Osman Saib Efendi, Mithat Efendi, Bekir Sami Paşa, Lütfü Efendi, Ebuzziya Tevfik, Piyer Loti gibi isimleri sayabiliriz. Bu kahvenin bir başka özelliği de müdavimleri dışında dışarıdan pek kimsenin kabul edilmemesi. Sohbetlerin yanında satranç ya da çeşitli oyunlar oynanan bu kahve 19. yüzyılın sonunu doğru kapanmış.

Şehzadebaşı’nda (Direklerarası) Hacı Reşid Efendi’nin çayhanesini de ünlüler kahvesi diye anabiliriz. “Şehir Mektupçusu” Ahmet Rasim bu çayhane için şunu söyler: “Edebiyat-ı Cedidelileri bilmem ama İstanbul’daki eski şairlerden, mutasavatin zümresinden buraya uğramadık bir tane bile yoktu. Taşraya gidenlerden mektup yollayanlar da nadir değildi”.

Muallim Naci ise bu kahvede şairlerin, özellikle Ramazan gecelerinde şiirlerinden beyitler okuduğundan bahseder. Edebiyatçıların genelde akşam buluştukları bu mekânın üst katında Mehmet Akif arkadaşlarıyla sohbet edermiş.

Ahmet Mithat Efendi, Veled Çelebi, Necip Asım, Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, Hüseyin Rahmi, Ahmed Rasim, Ahmet İhsan Tokgöz gibi isimlerin devam ettiği Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi de dönemin ünlü bir başka kahvesi. Halid Ziya’nın “İstanbul’un en mükemmel sayılan saz takımını dinlemeye” gittikleri kahve diye andığı Kazım Kıraathanesi’ni ya da Divanyolu’ndaki Arif’in Kıraathanesi’ni de bu ünlü mekânlara ekleyebiliriz.


SULTANAHMET’TEKİ AKADEMİ

Peyami Safa pek çok kahvehanenin aynı zamanda birer akademi olduğunu söyler. Gerçekten de farklı dönemlerde yapılan sohbetlerin içeriğinden dolayı bu adı alan kahveler olmuş. İşte bunlardan birisi de Sultanahmet’teymiş. Bu kahvenin gerçek adını kimse hatırlamasa da Hasan Ali Yücel’in buraya “Akademi” ismini verdiği bilinir. Akademi’ye sık sık gelen Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de, Zeki Faik İzer ile Elif Naci’yle burada tanıştığını anlatır. Rıza Tevfik, Nurullah Ataç gibi isimlerin geldiği Akademi’de vakit geçiren diğer isimler ise şöyle: Ahmet Kutsi Tecer, Yunus Kazım Köni, Hilmi Ziya Ülken, Emin Ali Çavlı, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Enis Behiç, Hakkı Süha, Fuad Köprülü, İbrahim Alaattin, İbnülemin Mahmut Kemal, Osman Cemal Kaygılı, Hamamizade İhsan, Mükrimin Halil. Rıza Tevfik’in bu kahvede zeybek oynadığı ve bazı taklitler yaptığını da not düşelim.

Yahya Kemal, Süleyman Nazif, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mükrimin Halil Yınanç gibi isimlerin müdavimi olduğu Divanyolu’ndaki Yeni Şark Kahvesi’de Sultanahmet civarındaki ünlü bir başka adres.

Ressam Kuzgun Acar’ın babası Nazmi Acar’ın Şehzadebaşı’nda işlettiği Halk Kıraathanesi de bir döneme damgasını vurmuş. Mesela Mustafa Şekip Tunç, Hasan Ali Yücel, Nazmi Acar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Halit Canım, Vala Nurettin, Nazım Hikmet, Hamamizade İhsan gibi isimler buranın müdavimiymiş. Şahzadebaşı’ndaki Yavru’nun Yeri ise sadece edipleri değil müzik adamlarını da buluşturan mekân olarak ilgi görmüş.

BEYAZIT MEYDANI HAREKETLENİYOR

Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin kurulması ve sahafların yeni adreslerine taşınmasından sonra Beyazıt Meydanı yavaş yavaş hareketlenmeye, kültür-sanatın buluşma mekânı olmaya başladı. İstanbul Üniversitesi hocaları, sahaflara gelen ilim adamları ve araştırmacılar, Babıali’nin yazar, şair ve gazetecilerini buluşturan meydandaki mekânlar arasında Cumhuriyet’ten sonra öne çıkan iki adres Küllük ve Çınaraltı’dır. Küllük’ün yanındaki Emin Efendi Lokantası’nın da o yıllarda en az Küllük kadar meşhur olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Beşir Ayvazoğlu Küllük üzerine yazdığı bir yazıda şöyle diyor:

“Küllük kahvesinin kültür ve edebiyat dünyamıza mal olması, Harbiye Nezareti’nin 1923 yılında Darülfünun’a tahsis edilmesinden sonradır. 1933 Üniversite Reformu’ndan sonra davet edilen yabancı hocaların da rağbet göstermeleri Küllük ve Emin Efendi Lokantası’na özel bir itibar kazandırır. Çınaraltı da sevilen bir mekân olmakla beraber bu iki mekânın gölgesinde kalmıştır.”

Yazın müşterisi artan kışın ise azalan bu mekân 1950’lere kadar edebiyat dünyasını buluşturmaya devam etti. Mekân, 1930’larda dönemin ünlü simalarını ağırlarken özellikle 1940’lı yıllardan sonra genç ve popüler isimlerin buluşma adresi olarak öne çıkıyor. Salah Birsel Kahveler Kitabı’nda Küllük’ü şöyle tarif ediyor:

“Beyazıt Camiinin Aksaray’a bakan kapısı altında, kuytu, koltukaltı bir yerdir. Çınar ve at kestanelerin serinliği altına sığınmıştır. Ortadan bir yol ikiye böler burayı. Sağda Emin Efendi Lokantası ve kahvenin kışlık salaşpurluğu vardır. Ne ki buranın müşterisi başkadır. Daha çok öğrencilerden oluşmuştur.”

Emin Efendi Lokantası önceleri bir aşeviymiş. Bolulu bir ustanın işlettiği bu mekân kısa sürede büyüyüp İstanbul’un en lezzetli lokantası olarak ünlenmiş. Birsel, yan tarafta yazın edebiyatçıların aydınların buluştuğu asıl Küllük’ün bu lokantadan bir yolla ayrıldığından bahsediyor. Kiminin “Akademi”, kiminin “Öğretmenler Bahçesi” ismini verdiği bu mekânı Birsel uzun uzun anlatır.

“Bir demet güldür, takılmış göğsüne İstanbul’un / Ey saba sen de konakla bir gün uğrarsa yolun” mısralarının sahibi Sıtkı Akozan ise 1936 yılında Küllükname’yi yazar. Nargilelerin tüttüğü, oyunların oynandığı, sohbetlerin yapıldığı bu kahvenin müdavimlerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkün: Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Burhan Toprak, Agah Sırrı Levend, Ali Canip, Mesut Cemil, Sadettin Nüzhet, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Orhan Şaik, Mithat Cemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Rıfkı Melul Meriç, Mehmet Kaplan, Zahir Güvemli, Kilisli Rifat, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi, Ali Nihat Tarlan, Mükrimin Halil Yınanç, Neyzen Tevfik, Sait Faik, Abidin Dino…”

TEK SAYI ÇIKAN DERGİ

Salah Birsel’in paylaştığı bilgilerden Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar imzasını taşıyan 10. Yıl Marşı’nda sadece “Türküz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi/Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri” mısralarını Küllük’te Çamlıbel’in yazdığını ve marşın gerisini yazma işini Çağlar’a devrettiğini öğreniyoruz. Rıfat Ilgaz’ın yine burayı anlatan o dönem epeyce meşhur bir şiir yazdığını, 1930’larda edebiyat dünyasının ağır adamları gelirken 1940’larda genç kuşağın uğramaya başladığını, hatta bu genç kuşağın Küllük adıyla sadece bir sayılık bir dergi çıkardığını yine Birsel’in kitabından öğreniyoruz.

Refik Halit Karay ise Küllük’teki genç edebiyatçılardan biraz da eğlenerek şöyle bahsediyor:

“Küllük Kahvesinde iskemlelere oturmuş, tıraşları uzamış, saçları yağlı ve kepekli, ceketleri gayet uzun ve bol, pantolonları çekik, çorapları düşük, sırtları kabarmış, omuzları kalkık, kırkına yaklaşmış ‘gençler’… Bir müddet aralarında ‘Eskileri yerlerinden atmalı! Gazetelerin başköşeleri bizim hakkımızdır! Bunaklar ve cahiller defolsun!’ diye haykırıştan sonra birbirlerine şiirler okumaya başlarlar.”

İlk gençlik yıllarında Küllük’e gelip giden gençlerden birisi de Tarık Buğra’dır. Hatta bir dönem yaşadığı sıkıntılar yüzünden bu kahvede geceleyen Tarık Buğra yazılarında da Küllük’ten sık sık bahseder. Yine Dönemeç kitabını burada kaleme almıştır. “Küllük bir devirdir tek başına” diyen Buğra, gençliğinde Küllük’te vakit geçirip okulunu yarım bıraktığı için “Nereden mezunsunuz?” sorusuna “Küllük’ten” diye cevap verirmiş.


Beyazıt Meydanı’na damgasını vuran bir diğer mekân Çınaraltı’dır. Adı Çınaraltı olarak geçse de bu ağacın bir at kestanesi olduğunu söyleyelim. Küllük’e göre daha sakin olan bu mekânda Mahir İz’in sohbetler yaptığı, 1980’li yıllarda ise Ali İhsan Yurt’un öğrencilerine ders anlattığı bilinir. Özellikle yazın ve ikindi vakti Ali Nihad Tarlan, Rıfkı Melül Meriç, Midhat Sertoğlu, Mükrimin Halil Yinanç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Sabri Esad Siyavuşgil, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Kabaklı gibi pek çok önemli buraya uğradığını biliyoruz.

Sertoğlu, Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirini yayımlanmadan iki yıl önce kendisinden ilk kez bu kahvehanede dinlediklerini aktarır. Bugün o devasa ağaç yerinde dursa da çay bahçesi bugün yok.

Babıali’nin bir diğer ünlü mekanı İkbal Kahvesi’dir. Burası da bir “Akademi” olarak anılır. Farklı dönemlerde farklı kuşakların buluşma adresi olan İkbal, Babıali’ye yakın olduğu için daha çok edebiyatçıların ve gazetecilerin uğrak yeridir. Birinci Dünya Savaşı öncesi akşamları Karagöz oynatılan, aynı zamanda saz heyetlerinin fasıllar yaptığı bu mekâna o dönemde gelen isimler arasında şunlar dikkat çeker: Fuat Köprülü, İbrahim Alaaddin Gövsa, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Ziya Ortaç, Hamamizade İhsan, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Hakkı Süha, Agâh Sırrı Levend ve ara sıra da olsa Ömer Seyfettin.

“EVİMİZDEN BİLE YAKIN”: İKBAL

Ahmet Hamdi Tanpınar, İkbal’den bahsederken masalarının kapıdan girince sol yanda olduğunu Yahya Kemal’in hararetli ve kahkahalı sohbetleri sayesinde bu sol tarafa toplanan tarafın gittikçe arttığını söyler. Dergâh dergisini çıkaran bu ekibin masasına Yahya Kemal’in Haşim’in, Nedim’in ya da Şeyh Galib’in genç hayranlarının oturduğunu da yine Tanpınar’dan öğreniyoruz. Tavla, bilardo gürültülerine rağmen şiirin konuşulduğu bu mekân Dergâh ve okurlarının dergi çıktığı sürece buluşma adresi olur. 1950’lerden sonra ise Orhan Kemal’in Adana’dan İstanbul’a taşınmasıyla yeniden hareketlenir. Orhan Kemal ve arkadaşları buraya “Kahvetü’l-İkbal” adını takarak bütün günlerini burada geçirmeye başlamışlar. Kapıdan girince sağ taraftaki masa Orhan Kemal ve arkadaşlarınındır, sabah erkenden burada toplanıp günü geçirirler. 1965 yılında kapanıp halı kilim dükkânı olan İkbal’i Orhan Kemal şöyle anlatır:

“İkbal bizim evimiz kadar dahası bir bakıma evimizden çok daha bize yakın oldu. Orada yurt ve dünyanın siyasal gidişi üzerine az mı düşünceler yürütüldü? Devlet ve hükümetin siyasası az mı yerildi? Buna koşut olarak edebiyat dedikodularının daniskası mı geçilmedi? Hikâyeciler, şairler, romancılar herhangi bir oyun, dergiler burada az mı süzgeçten geçti?”

Orhan Kemal’le birlikte yeniden hareketlenen İkbal’in o dönemdeki müdavimleri arasında şu isimler vardır: Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Ferit Öngören, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Lütfü Erişçi, Fahir Onger, Rasih Nuri İleri, Haldun Taner, Fikret Otyam, Ara Güler, Faiz Turhan, Oktay Akbal, Behçet Necatigil, Ümit Yaşar Oğuzcan…

Meserret, Babıali’nin belki de en ünlü kahvelerinden biridir. Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet sonrası 1960’lara kadar hizmet veren bu kahvenin isminin Yıldız, Yaldız ve Meserret olarak sırasıyla değiştiğini biliyoruz. Ancak ne kahvenin ilk açıldığı tarih ne de isminin ne zaman değiştiğiyle ilgili kesin bilgi var. Ünlü olmasına gelince: İttihat ve Terakki adlı kitabın yazarı Mustafa Ragıp, Yakup Cemil ve arkadaşlarının 23 Eylül 1916 günü Babıali’yi (hükümeti) basmaya karar verdiklerinde Meserred Oteli ve kahvesinde toplandıklarını yazar. Geçmiş yıllarda Servet-i Fünuncular olmak üzere dönemin pek çok ünlü edebiyatçılarının toplanma adresi de olan Meserret, Salah Birsel’in anlattığına göre 1940’larda iki bölümdür. Kanepeyle ikiye bölünen kahvenin bir tarafında oyun oynayanlar diğer tarafında sohbet edenler, yazılarını yazanlar vardır. Çoğunlukla gazetelere yazı yazanlar burada buluşur. Aynı zamanda birçok derginin de yönetim yeri burasıdır. Yayın hayatına geçmemiş nice gazete ve derginin fikir ve ilk tasarımları da bu kahvede yapılmıştır. Mesela gezete çıkarmak için Meserret’te buluşan Peyami Safa, Necip Fazıl, Fikret Adil, Mahmut Yesari, Reşat Nuri, Ahmet Kutsi gibi bir grup yazar ortak bir isimde anlaşamayınca proje de rafa kalkar. Sabahattin Kudret ise ilk kez Meserret’te gördüğü Sait Faik Abasıyanık’ı şöyle anlatır:

“Sırtında bir tençkot vardı. Başında yukarıya doğru ittiği şapkası, ağzında sigara. Bir kaç yıldanberi Varlık’ın eski sayılarında, ilk kitabı Semaver’de hikâyelerini hem de kaç kere okumuştum…”


TANPINAR’A İLHAM VEREN KAHVE

Sezai Karakoç ise Necip Fazıl’la Meserret’te buluştuğunu söyler ve şunları anlatır:

“Meserret Kıraathanesi zaman zaman uğradığım bir yerdi. Vaktiyle pek meşhur olan kahvenin eski özelliği pek kalmamıştı. Ayaküstü ya da kısaca uğranabilecek bir yerdi. Eskiden kalma büyük aynalar toz içindeydi. Ben espri olarak ‘Bu aynaların herhalde Meşrutiyet’ten bu yana tozu alınmamış. Acaba ne zaman temizlenecek bunlar?’ derdim. Necip Fazıl’la kısa süreli oturmamız olmuştu Meserret’te. Bir yazının provasını yapmak için falan. Kahveye bir dilsizler grubu devam ederdi. Bir masaya otururlar, elleriyle kollarıyla müthiş bir sohbete dalarlardı. Arada bir de hep birlikte gülerlerdi. Kahvedekiler de dönüp bakardı. Hatta 27 Mayıs İhtilali’nden sonra Necip Fazıl Bey bir günlük fıkrasının başlığını ‘Meserret’in Dilsizleri’ diye koymuştu. O dilsiz grubunu fevkalade tasvir ettikten sonra onların ihtilalin baskı havasında bile istedikleri gibi konuştuklarını ama bizim sustuğumuzu söylüyor ve yazısını şöyle bağlıyordu: ‘Onlar Meserret’in dilsizleri bizse hürriyetin’”


Sirkeci İnfilakı olayının yaşandığı 6 Ocak 1959’da bu kıraathanede oturan Sezai Karakoç hafif sıyrıklarla sağ kurtulur. Ancak hatıralarında yanındaki ilk şiir kitabının o gün etrafa saçılması yüzünden basılması gecikir. “Ben kandan bir elbise giydim/Hiç değiştirsinler istemezdim” mısraları da o günün anısına kaleme alınmıştır.

Vezneciler’de Serasker Rıza Paşa tarafından 20. yüzyılın başlarında yaptırılan Letafet Apartmanı aynı zamanda Cemil Topuzlu’nun belediye başkanlığı döneminde ilk tiyatro okulunun açıldığı adrestir. Apartmanın girişinde ise Darüttalim Kıraathanesi bulunmaktadır. Hem sanat edebiyat konuşup hem Türk müziği dinlemek isteyenlerin buluşma adresi olan kıraathane Darülfünun’a da yakın olduğu için o dönemlerde hoca ve öğrencilerini ağırlamış. Ressam, yazar, şair, müzisyen gibi farklı isimleri de buluşturan mekânda yapılan sohbetlere katılanlar arasında şu isimleri sayabiliriz: Emin Ali Çavlı, Arif Dino, Kitapçı Hulusi Karadeniz, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hilmi Ziya Ülken, Ali Nihat Tarlan, Nazmi Acar, Yahya Kemal Beyatlı, Mükrimin Halil Yinanç, Tarık Buğra…

Salah Birsel Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında geçen kahvehane kahramanlarını burada tanıdığını iddia eder.

Bir de Sezai Karakoç’un Muzaffer Ozak ile tanışmasını anlattığı Laleli’deki Acem’in Kahvesiyle ilgili de şu hatırasını paylaşalım: “…Beyazıt kahveleri de genellikle tıklım tıklım olurdu. Bu sebeple Laleli’de Laleli Kahvesi’ne gidiyorduk arkadaşlarla. Tarihçi Mükrimin Halil bir köşede otururdu. Bir köşede de 10-25 kadar esnaftan kişi otururdu. Fötr şapkalı, paltolu, şişman bir zat gelince bunlar ayağa kalkar, kimi şapkasını, kimi paltosunu alırdı. Sonra o zat konuşurdu, öbürleri dinlerdi. Bazen de hafif sesle ilahi v.b parçalar söylenirdi. Sürekli çay gelir, leblebi yenir ve çay içilirdi. Biz de acaba ne konuşuliyor diye yanlarına gitmişsek bize de çay gelirdi. Ödemeye kalkarsak ‘olmaz acaktandır’ derlerdi, ödetmezlerdi. Sonra tanışmış olduk. Bu grup Muzaffer Hoca (Muzaffer Ozak) ve cemaatiydi. Muzaffer Hoca hikayeler anlatırdı.”

MARMARA KIRAATHANESİNDE BİR DEVRİN HİKAYESİ

Marmara Kıraathanesi’ni, Küllük Kahvesi’nin kapanmasının ardından özellikle sağ kesimdeki isimlerin buluştuğu mekân olsa da kapısı herkese açık yeni bir “Akademi” diye tarif edebiliriz. Mekândan Taşan Edebiyat kitabının yazarı Turgay Anar şu bilgileri veriyor:

“Özelikle Batılı bir eğitim, kültür ve sohbet anlayışını sembolize eden Markiz, Lebon, Baylan gibi pastanelerde toplananlardan farklı olarak Küllük, Çınaraltı gibi mekânlara devam etmiş insanlar buraların kapanmasıyla sığınabilecekleri yerler aramıştır. Geleneksel değerlerle kültürel, siyasal ve edebi anlayışları yakın kesimin toplandığı Marmara Kıraathanesi bir süre sonra ‘geleneğin’ takipçilerinin, yürürlükteki siyasi düzenin ya dışında ya da ona muhalif insanların toplanma merkezi haline gelmiştir.”

Marmara Kıraathanesi’nin ortamını müdavimlerinden Reşat Şen ise bir röportajında şöyle anlatıyor: “Zaman zaman kavgaları gürültüleri olurdu. Ama orada herkes konuşabilirdi. Adana’dan geldi bir adam işportacılık yapmaya başladı. Ortaokul mezunu biraz da mürekkep yalamış. Akşamları da buraya gelip dinliyor. Geldikten 15 gün sonra Prof. Saip Atademir’in anlattığını İslam’a aykırı bulmuş. ‘Hocam bu söylediğiniz küfür’ diye ayağa kalktı. 15 günde profesörle münazara yapacak hale geldi. Marmara böyle bir yer. Orada herkes aradığını buluyordu. Avrupa’dan Amerika’dan gelen oraya geliyordu.”

“MARMARATÖRLER SENATÖRLERDEN KIYMETLİ”

Marmara Kıraathanesi’nin müdavimlerine neden “Marmaratör” denildiğini de yine Şen’den öğreniyoruz: “O zamanlar ‘Tabii senatörler’, Cumhurbaşkanı Senatörleri diye, senatör grupları vardı. Prof. Ahmet Nuri Yüksel bir gün ‘Tabii senatör oluyor, Cumhurbaşkanı senatörü oluyor da neden Marmaratör olmasın. Marmaratörler senatörlerden de kıymetli’ dedi. Ondan sonra benimsendi bu ad. İsim babası odur.”

Müdavimleri arasında ise çok fazla isim vardır. O isimlerden bazıları: Erol Güngör, Mehmet Genç, Mehmet Niyazi, Ahmet İyioldu, Ali İhsan Yurt, Abdullah Özdemir Hacıtahiroğlu, Muzaffer Ozak, Ziya Nur Aksun, Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Hilmi Oflaz, Dündar Taşer, Mahir İz, İsmet Zeki Eyüboğlu, Özer Revanoğlu, Yurdakul Dağoğlu, Nevzat Köseoğlu, Cemal Anadol, Orhan Şaik Gökyay, Nurettin Topçu, Tarık Buğra, Nevzat Yalçıntaş, İbrahim Kafesoğlu, Hasan Basri Çantay, Ahmet Kabaklı, Ali Fuat Başgil, Necmettin Hacıeminoğlu, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, M. Emin Alpkan…

Sezai Karakoç, 1958-70 yılları arasında Marmara Kıraathanesi’ne çok sık gelir, öyle ki mekânın en önemli masalarından birisi onunkidir. Burada ilk yıllarda tanıdığı isimleri Karakoç şöyle anlatır:

“Marmara Kıaathanesine arkadaşlarımızdan Ziya’dan başka Kamil (Öztürk) S.S.B.F’yi bitirdikten sonra İktisat Fakültesi’ne asistan olan Mehmet Genç, o zamanlar öğrenci olan Mehmet Çavuşoğlu ve Erol Güngör gelirdi. Yine orada devam edenlerden bir çok arkadaşımız oldu. Cemal Hatiboğlu (filozof Cemal), Hilmi Oflaz, Refik Demir ve Mehmet Levendoğlu (Yazıcıoğlu) ve daha bir çok arkadaş. Giderek Marmara’da bizler olaylar kızıştıkça birbirimizle daha yakın bir arkadaşlık kurmuş olduk. Siyasi toplumsal olaylar bizi birbirimize yakınlaştırmıştı. İhtilalden sonra bu daha da arttı.”

Müdavimlerinden Mehmet Niyazi Özdemir’in Deliler ve Dahiler adlı romanında Marmara Kıraathanesi’nin bir dönemini anlatır. Bu kitabın büyük ilgi görmesinden sonra akademisyen yazar Cem Sökmen da müdavimleriyle görüşerek Marmara Kıraathanesi adlı kitaba imza attı.

Marmara Kıraathanesi’nin ardından, zamanımıza biraz daha yaklaşırsak:

1980 ihtilalinin ardından kültür ve sanat dünyasının buluşma adresi Çorlulu Ali Paşa Medresesi içindeki Erenler Kahvesi’dir. Doksanların ortalarından itibaren ise Sinan Paşa Medresesi’ndeki İLESAM hem eski Marmara Kıraathanesi sakinlerini hem de Erenler Kahvesi’nin müdavimlerini ağırlar. Divanyolu’ndaki Türk Ocağı, Kızlarağası Medresesi’ndeki Yazarlar Birliği bugün zaman zaman yazar ve fikir adamlarının buluşma adresi olsa da o eski havanın olduğunu söylemek zor.

Ancak yukarıda saydığımız onlarca tarihî mekândan en azından birkaçının ihya edilerek İstanbul kültürünün yaşatılmasına katkıda bulunulması gerektiğini hatırlatalım.


Sahaflarda kurulan sohbet halkaları

Ünlü simalar sadece kahvelerde buluşmazdı. Mesela Beyazıt’taki sahaf dükkânlarını da önemli isimleri ağırlayan mekânlar olarak anmak gerekir. Sadece alışverişler için değil sohbet için de bu mekânlar rağbet görürmüş. Yeni kitapların keşfedildiği fikri ve edebi sohbetlerin yapıldığı bu dükkânlara uğrayıp sohbet halkalarına katılan isimler arasında İbnülemin Mahmut Kemal, Mükrimin Halil Yinanç, İsmail Saib Efendi, Ali Emiri Efendi, Muallim Cevdet, Kilisli Muallim Rifat, Halil Edhem gibi kültür dünyasının meşhurlarını sayabiliriz. Sadece İstanbul’dan değil dünyanın dört bir yanından misafirlerini ağırlayan Muzaffer Ozak, Raif Yelkenci, Arslan Kaynardağ ve İbrahim Manav’ın dükkânları aynı zamanda birer buluşma yeridir de.

Matbaalar da buluşma mekânıydı

Sahaf dükkânları ve kahvehaneler gibi matbaaları da özellikle Babıali’nin ilk kurulduğu yıllarda önemli buluşma adresleri arasında anmak gerekir. Matbaalar o dönemde sadece kitap, gazete ve mecmuaların basıldığı adresler değildi. Buralar aynı zamanda pek çok dergi, gazete ve kitabın hem satış hem idari yerleri olarak hizmet vermiştir. Bu yüzden de Tercüman-ı Ahval, Tasvir-i Efkar’ı buluşma mekânları arasında ilk sırada anabiliriz. Mesela Şinasi’nin tesis ettiği gazete ve matbaası yeni edebiyatçılar için bir buluşma adresi olmuştur. Ahmet Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesi de devrin mühim muhitlerinden biri olmuş, Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim gibi pek çok ismin ilk durağı olan bu adres, Fatma Nigar, Fatma Şadiye, Muallim Naci, Ali Muzaffer, Mehmet Celal, Fatma Fahrünnisa, Makbule Leman, Emine Semiye Hanım gibi isimleri de buluşturmuştur. Sonraki yıllarda ise Servet-i Fünun özellikle genç yazarların uğrak yeri olarak öne çıkar. Burası Recaizade Ekrem, Halit Ziya, Süleyman Paşazade Sami, Mehmet Rauf, Hüseyin Kâzım, Faik Ali ve daha sonra edebiyatımızda şöhrete kavuşacak gençlerin haftada en az üç dört gün bir araya geldikleri bir adrestir artık. Babıali’de dergi büroları, yayınevleri, kitapçılar ise diğer buluşma mekanları olmuştur. Bu mekanları da başka bir yazımızda daha ayrıntılı ele alacağız.

#Babıali
#Babıali mekanları