Babıali dünyasına henüz ilkokul öğrencisiyken babasının arkadaşı olan Türkiye Yayınları’nın sahibi Tahsin Demiray’ın yanına çırak olarak girmiş. Babıali’nin en eskileri Remzi ve İnkılap yayınevlerinde çalıştıktan sonra bir dönem kendi yayınevi de kuran Muhittin Nalbantoğlu 1940’lardan bugüne Babıali’yi anlattı. Nalbantoğlu ilerleyen yaşına rağmen okumayı yazmayı hala çok seviyor. Binlerce kitabını Yenibosna’da Yeniçağ gazetesinin en üst katına taşımış ve neredeyse bütün zamanını burada geçiriyor. Cep telefonu, internet gibi teknolojik iletişim araçlarından uzak bir hayat süren Nalbantoğlu’yla buluşmamız ve görüşmemiz için aracılık eden gazeteci Ahmet Yabuloğlu’na buradan teşekkür ediyorum. Aslen Gümüşhaneli bir ailenin çocuğu olarak 1934’te Trabzon’da doğmuş Muhittin Nalbantoğlu. Ancak beş yaşındayken önce Eskişehir’e ardından da İstanbul’a göç etmiş ailesi. İkindi Dünya Savaşı’ndaki Babıali›yi İstanbul›u ve hatıralarını konuştuk.
Türkiye Yayınevi’nin sahibi rahmetli Tahsin Demiray öğretmendi.Dördüncü sınıfın yaz tatilinde Türkiye Yayınevi’nde çalıştım. İlkokul bittikten sonra da aynı yayınevinde devamlı çalışmaya başladım. Bu yıllarda ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdim. 1945-46’dan 1964’e kadar Türkiye Yayınevi, İnkılap Kitabevi ve Remzi Kitabevinde çalıştım. 1964 yılında Babıali’de Ankara Caddesi üzerinde 64 numarada Uğur Kitabevi’ni kurdum. Aynı yıllarda Muhit Yayınları’nı da kurdum, bir yandan perakende kitap satışıyla, bir yandan da kitap yayınıyla meşgul oldum.
Evet farklı dönemlerde dergi ve gazetelerde de çalıştım. Sedat Simavi’nin Yedigün dergisinde çalışırken bir gün kendisine Mehmet Akif’in sadece bir defa yayınlanmış bir fotoğrafından bahsettim. “O resmi hemen bul” dedi. Gösterdiği alakaya şaşırdığımıf arkedince “bak delikanlı, bazen bir tek resim bir sayfa yazıdan beliğdir” dedi. Bunu rahmetli Niyazi Ahmet Banoğlu’na anlattığımda “Bizim patronun atasözü gibi sözleri çoktur ama bu hepsinden güzel” demişti.
1950’li yıllarda bir gün Yahya Kemal’i bir kitabevinde gördüm. Yazar ve yayıncı dostlarıyla sohbet ediyordu. Ezberden bir şiirini okudum, çok memnun oldu ve bana şöyle dedi: “Bak delikanlı bu Babıali nedir biliyor musun? Burada 1 sene icra-yı meslek eyleyen 1 üniversite bitirmiş gibi olur.”
O zamanki Babıali’de Refik Halit, Yusuf Ziya Ortaç, Halide Edip, Nizamettin Nazif gibi isimlerle karşılaşmak bir yayınevinde veya kitabevinde onların sohbetini dinlemek mümkündü. Zaman zaman Mehmet Kaplan’ı üniversiteden çıkacağı saatlere yakın ziyarete gider, birlikte Laleli’den Sirkeci’ye kadar yürürdük.Ne sorarsam cevap verirdi. Esasen insan da işte bu sohbetlerde bu sohbet ortamlarında yetişir.
O yazıyı hatırlamadım ama Zaman kitabevinin sahibi Misak Efendi’ydi. Kayserili idi. O dönemde Kayserili Ermeni yayıncılar çok fazlaydı. Gayret Kitabevi, İnkılap Kitabevi ile akrabadırlar. Aynı zamanda Ömer Seyfettin’in yayıncısıydı kendisi.
Köstekli gümüş bir saati vardı onu Ömer Seyfettin’in hediye ettiğini söylerdi. Hatıra olarak o saati saklardı. Zamanında Ömer Seyfettin hikayelerini yazdıkça bu kitapçıya getirirmiş. Hikayeleri zarfların içinde kitabevinin girişinde dizilirmiş ve Vakit ya da başka gazelerden gelip buradan hikayelerini alırlarmış. Misak Efendi’ye de 5 lira bırakır giderlermiş.
Babasına yardım ettiğini hatırlıyorum ama sanki başka bir işi daha vardı diye aklımda kalmış. Baba 1960’larda ölünce zaten kitapçı dükkanı kapandı. Vilayetin orada İnkılap Yayınları’nın yanındaydı dükkan. Misak Efendi’nin kardeşi de aşağıda Gayret Kitabevi’nin sahibiydi. Ruhçulardandı. O tarz kitaplar basardı Gayret Kitabevi. Kalın üç ciltlik Ruh ve Kainat kitabı vardı Bedri Ruhselman’ın eseri. Yine Mukadderat ve İcabad kitabı vardı. Ruhselman’ın kendisi de ruhçulardandı çok ilgi görürdü o yıllarda bu tür kitaplar.
Ailem Gümüşhaneli ama ben Trabzon’da doğdum. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Eskişehir’e geldik. İlkokula Eskişehir’de başladım. O yıllarda Eskişehir’de Maarif müdürlüğü yapan dönemin ünlü şairi Vasfi Mahir Kocatürk akrabamızdı daha sonra milletvekili oldu. Annem onun ailesini çok iyi tanırdı. 1943-44 yılında İstanbul’a geldik hemen her semtte oturduk. İlkokula İstanbul’da devam ettim ve okula giderken Türkiye Yayınevi’nin çıkardığı Çocuk Haftası dergisi gelirdi okula ve ben de okurdum bu dergiyi. Daha sonra babam yayınevinin sahibiyle dost olmuştu. Ben de Türkiye Yayınevi’nde çocuk yaşta çırak olarak çalışmaya başladım.
Geceleri pencereler kalın battaniyelerle kapatılırdı dışarıya ışık sızmasın diye ve idare lambaları yakılırdı. İdare lambası altında abimle birlikte kitap okur, ders çalışırdık. Babam hocaydı eve kitaplar getirir annemin yığdığı yatakların üzerine koyar “Bunlara Kemal ve Muhittin dokunmasın” diye yüksek sesle tembih ederdi. Biz de babam gidince o kitapları gizlice abimle alır ‘önce ben okuyacağım’ diye birbirimizle kavga ederdik. Meğer babam kitaba ilgi duyalım diye mahsustan böyle yaparmış. O yıllarda 80 Günde Devri Alem kitabını çok severek okuduğumuzu hatırlıyorum mesela.
O zaman okuldan arta kalan zamanda aileler çocuklarını bir iş yerinde çırak olarak çalışmasını yani boş vakitlerini değerlendirsin isterdi. Benim Babıali’ye başladığım İkinci Dünya Savaşı sonrasıydı ve İstanbul bomboştu. Bir milyon bile değildi İstanbul’un nüfusu. Çünkü savaş çıkarsa biz bu kadar insanı İstanbul’da nasıl doyururuz korkusuyla İstanbul hükümet politikası olarak boşaltıldı. İnsanlar trenlerle bedava memleketlerine gönderildi. Toplu taşımalar her tarafa tramvayla yapılırdı o yıllarda. 1950’lerden sonra İstanbul’a otobüs geldi. İstanbul 1950’lerden itibaren kalabalıklaşmaya başladı. İstanbul’un en güzel yılları o az nüfusun olduğu zamandı.
Evet Balkanlardan göçler oldu ve Menderes bu insanları İstanbul’a yerleştirdi. Birden bire 40-50 yeni mahalle oluştu İstanbul’da. İstanbul nüfusu hızla 2-3 milyona ulaştı.
Ankara Caddesi’nde bütün cadde kitapçılarla doluydu. Binaların üst katları bile kitapçılar, yayıncılarla doluydu. Türkiye Yayınevi şimdi Marmaray’ın Valilik önündeki çıkışının olduğu yoldaydı. Valilik duvarıyla bitişikti. Caddenin karşısı da kitapçılarla doluydu.
Reşat Ekrem Koçu vardı onun hazırladığı İstanbul Ansiklopedi çok önemli bir çalışmaydı hatta birkaç kişinin biyografisini almam için beni göndermiştir. İbrahim Hilmi Çığıraçan Babıali’nin önemli ve en eski kitapçılarından biriydi. Atatürk ile ilgili kitapları basmıştır. Kısa boylu bir adamdı çok pimpirikli bir adamdı her şeyden şüphelenirdir. İlk çocuk kitaplarımı Vasıf Ülkü’nün hazırladığı çocuk kitaplar vardı onlardan babamın verdiği harçlıkla almışımdır. Güven Yayınevi idi adı. Daha sonraki yıllarda Vasıf Ülkü’nün çıkardığı Ülkü Takvimlerinde takvim yaprağı arkasının bazı yazılarını da yazdım.
Babıali’nin en eski kitapçılarından biridir. Sahibi Hacı Kasım Efendi’nin gözleri kördü ama ben kızını tanıdım. Kızı Menice Hanım yaman bir kadındı. Dükkanı da o idare ederdi. Neredeyse yüz yaşına kadar yaşadı ve duyduğuma göre Amerika’ya gittikten çok kısa süre sonra vefat etmiş. Vefat etmeden bir süre önce Cağaloğlu’nda karşılaştık selam verdim. “Kendinizi tanıtır mısınız?” dedi. Kendimi tanıttıktan sonra hatırladı ve ayaküstü sohbet ettik. Son sohbetimizdi. İran’dan gelmiş Acem bir aileydi. Kasım Efendi’nin kardeşi Hüseyin Tutya da Şark Maarif Takvimi çıkardı ama onun takvimi tutmadı. İki kardeş küstü diye biliyorum. Aynı aileden amcaları da Ece Ajandası’nın sahibiydi. Ece Ajandası’nın sahibi Murtaza abinin karısı ise ünlü kadın yazarlarımızdan Cahit Uçuk’du. Cahit Uçuk bahtsız evlilikler yapmıştı ve dördüncü eşi Murtaza Abi tam bir beyefendiydi. Şimdi Ece Ajandaları’nı Cahit Uçuk hanımın yeğenleri çıkarıyor diye biliyorum. Bu arada Maarif Matbaasının yerini de Atatürk aileye bağışlamış. Naci Kasım Atatürk hayattayken onun hayatını anlatan ilk kitabı basmıştır. Türk’ün Altın Kitabı /Gazi’nin Hayatı adlı bu kitaptan dolayı Atatürk’ün de aileye Babıali’de o büyük dört binayı bağışladığı söylenirdi. Kalın bir kitaptı.Latin Alfabesiyle basılmış ilk kitaptır aynı zamanda. Kırmızı Konak da yine Atatürk tarafından Cumhuriyet gazetesine bağışlanmıştır.
Babıali daha yazılmadı. Eski Babıali bir alemdi. Her gün sokakta bir ünlüyle karşılaşır selamlaşır konuşurdun. Kimse de terslemezdi kimsin nesin diye.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Nihat Sami Banarlı, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon yani 1940’lı yıllardan sonra hayatta kim varsa hepsiyle selamlaşıp konuşmuş tanışmışımdır. Remzi Kitabevi’nde çalıştığımda oraya yazarlar çok gelirdi. Yine Ahmet Halit Kitabevi’nde çalıştım bu kitapçı da yazarların buluşma adresiydi. Mesela Halide Edip Adıvar’ı Babıali’de kitapçılarda tanıdım.
Ahmet Halit Kitabevi’nin içi geniş ve uzundu. Tam ortasında soba yanardı. Orada çalışırdım. Çok büyük bir kitapçıydı, dönemin ünlü yazarlarının kitaplarını basardı. 1951 yılı diye hatırlıyorum Nazım Hikmet cezaevinden Menderes’in affıyla çıkmıştı. Yayınevine Nazım Hikmet gelecek dediler. Cumhuriyet ve Vatan gazetesinin yazarları dönemin ünlü edebiyatçıları geldi. Vatan gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman’dı o zaman. Kitapçıda buluşulup Nazım Hikmet’le sohbet edilmişti. 40-50 kişinin katıldığı bir buluşmaydı. Nazım Hikmet’i o zaman gördüm.
Her şeyden önce bir nezaket vardı. İstanbul’un görgü kuralları orada da geçerdi. Bir soru sorsak ‘sen kimsin’ nesin demezdi dönemin ünlü yazarları mutlaka cevap verirlerdi. Efendim demeden kimseyle konuşulmazdı. İster patron olsun ister çalışan kimse özel otomobille gelmezdi toplu taşıma araçları kullanılırdı ve o yokuşu patron da dahil herkes soluk soluğa çıkardı. Bugün Babıali söndü ondan geriye sadece bir efsane olarak adı kaldı.
Babıaili’nin kadınları çok önemliydi, her biri Babıali gibi büyük insanlardı. Mesela Halide Edip Adıvar’ı Babıaili’de çok sık görürdük. Yine kocası avukat olan bir kadın yazarımız vardı Peride Celal diye onun Gecenin Ucundaki Işık kitabını matbaa düzeltilerini (tashih) ben yapmıştım. Bu kitabın adı sonraki yıllardaki baskılarında Gecenin Ucunda diye değiştirilmiştir. Çok popülerdi kadın yazarlar ve kitapları. O dönemin kadın yazarları sayesinde toplumun her kesimde kitap okuma alışkanlıklarını artıştı. Bu kadın yazarların popüler kitapları kitaplar sayesinde geniş kitlelerin kitap okuması sağlanmıştır. Popüler kitaplar millete okuma sevgisi kazandırmıştır.