Rivayete göre Osmanlı hat sanatının kurucusu Şeyh Hamdullâh’a (1429-1520), “bu yazıyı nasıl elde ettiğini sormuşlar, o da ‘Gözlerimi hocanın eline ve kalemine, kulağımı diline, gönlümü yazıya verdim, elimle kalemi de gereğine bağladım, bir harfi nasıl yazmak îcâbediyorsa yazıncaya kadar yazmaktan bıkmadım’ cevabını vermiş”tir. İslam sanatlarında diğer sanat kollarında olduğu gibi hüsnühat sanatı da usta-çırak usulüyle yola çıkar. Hat sanatını öğrenmeye tevessül eden kişi bir hoca vasıtasıyla bu sanatı icra etmeye başlar. Hoca talebe ilişkisiyle açılan bu dersin ilk sayfası, asırlara uzanan bir sanat geleneğinin kâğıda işlenmiş hali olan meşktir. Resim, tezhip ve mûsiki sanatlarında da kullanılan meşk tabirinin hat literatüründeki anlamı, hocanın telebesine yazması için verdiği yazı örneğidir.
Bunun dışında hocanın yazdığı örnek yazıya (meşk) bakarak yapılan alıştırma/karalamalar ve talebenin hocasına göstermek için hazırladığı yazıya da meşk denir. Zamanla bu tabir giderek yaygınlaşmış, yazı yazmaya meşk etmek, yazı dersi öğrenmeye meşk almak, yazı öğretmeye de meşk vermek denilmiştir. Yazı yazmaya niyet eden kişi “Rabbi Yessir” duasıyla meşke ilk adımını atar. Bir mürekkebat meşki olan bu dua, yazıya başlayan kişinin sabrının ve maharetinin kâğıda yansıması için bir imtihan vesikasıdır. Harflere dair herhangi bir ölçü bilgisi olmadan yazılan bu dua niyazıyla örülü satır, talebenin şevk ve yeteneğine göre şekil alır, duanın bereketiyle de yazmayı kolaylaştırdığına inanılır. Bu ilk meşk satırını sebat ederek geçen kişi önce müfredat meşkine başlar. Ferd kelimesinden neşet eden bu kavram, harflerin müstakil olarak yazılması ve ikili olarak birbirine bağlanmasını ifade eder. Bu aşamadan sonra talebe mürekkebat meşkini talim safhasına geçer. Harflerin kelimelere, kelimelerin cümlelere bağlanarak metne dönüşmesini anlatan mürekkebat meşki, harflerin aralıkları, satır kompozisyonu gibi bir bütün olarak hattın estetik kaidelerini ihtiva eden zorlu bir eğitim sürecini içine alır. (Mürekkebat meşki içinde yazılan metinlerden bir tanesi de Hz. Muhammed (a.s.) sevgisini ve onun güzel vasıflarını ele alan manzum bir Arapça kaside olan Elif Kasidesi’dir). Mürekkebat meşkini tamamlayan kişi icazet yoluna girerek hocasının onayıyla hat sanatını icra etme ve imza yetkisine sahip olur.
Meşk satırlarının bir araya gelmesiyle oluşan kâğıttan albümlere murakka adı verilmiştir. Murakkalar, kâğıtları üst üste yapıştırmak sûretiyle karton kıvamına getirilen mukavvalar üzerine önceden yazılıp yapıştırılan güzel yazı örneklerinin bir araya getirilmiş şeklidir. Tezhibin ve ciltlemenin tamamlanmasıyla albüm son şeklini alır. Hattın bütün ayrıntılarını bulabileceğimiz meşk murakkalarında hattatlar, harflerin boyut ve biçimini nokta ölçüsünden hareketle cümlelere akışını göstererek, meşkin insicam haritasını çizerler. Tâlim maksadıyla icra edilen meşk, zamanla bir sanat eserine dönüşür.
Meşkin aşka dönüşerek kıvam alması çok az hattata nasip olacak bir meziyettir. Osmanlı hat geleneğinde kesintisiz bir şekilde akan meşk ırmağının günümüze ulaşan ender temsilcilerinden biri de Mehmed Şevki Efendi’dir.
XIX. asır hattatları arasında önemli bir yere sahip olan Mehmed Şevki Efendi, Kastamonu’nun Seydiler (Seyyidler) köyünde dünyaya geldi (1829-30). Üç yaşlarında İstanbul’a getirilen Şevki Efendi, Aksaray Yûsufpaşa’da sıbyan mektebinde okudu. Aynı zamanda dayısı Hulûsi Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşkederek on iki yaşında icâzet aldı(1841). Şevki Efendi, Harbiye Nezâreti Mektûbî Kalemi’ndeki görevinin yanısıra, hayatı boyunca Harbiye Nezâreti’ne bağlı Menşe-i Küttâb-ı Askerî Mektebi’nde ve iki buçuk sene Yıldız Sarayı’nda II. Abdülhamid’in şehzâdelerine yazı hocalığı yaptı. Başarılı hizmetlerinden dolayı kendisine “Mecîdî Nişânı” verildi. 13 Şâban 1304’te (7 Mayıs 1887) vefat eden Şevki Efendi, Merkezefendi Kabristanı’nda Hulûsi Efendi’nin yanına defnedildi.
Şevki Efendi, ismiyle müsemmâ bir gayretle yazıyı büyük bir iştiyakla yazarak hattının güzellik boyutunu erişilemez bir mertebeye ulaştırdı. Yazdıkça ziynetleşen hattı, satırlardan taşarak bu sanatın tarihî mecrasında yüksek bir konuma geldi.
Şevki Efendi talebelerine yazdığı meşklerde de büyük bir titizlik göstermiş, talebe sayısını da on kişi ile sınırlandırarak bu sanattaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Özenli ve ahenkli üslubuyla sülüs ve nesih yazının estetik tarihini yazan Şevki Efendi, kişiliğiyle de bu sanatın aşılamayan bir sanatkârı olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Hayatının büyük bir kısmını yazarak geçiren Şevki Efendi, yazdığı yazılardan aldığı parayı hayır hasenat işlerinde kullanmayı vazife edindi. Yazıdan para geldikçe “Cenâb-ı Hak yine benim elimden ihtiyaç sâhibine dağıtmak üzere nâçiz kulunu vazifelendirdi” diyerek sanatını Kuranî ahlakın veçhesiyle tamamladı. Sanat dünyasına hususî koleksiyon, müze ve kütüphânelerde bulunan Mushaf, Delâilü’l-hayrât, hilye, levha, kıt‘a, murakka’ şeklinde pek çok eser bırakan Şevki Efendi’nin yankısı onun izlerini hatırlatan yayınlar sayesinde aralıksız devam etmektedir. Daha önce birçok hat koleksiyonunun baskısını başarıyla gerçekleştiren Kubbealtı Yayınları, Mehmed Şevki Efendi’nin Sülüs-Nesih Meşk Murakkaları ve Elif Kasîdesi kitabıyla kalemin kelamla buluşmasının merhalelerini okuyucuya aktarıyor; bir hat sanatkârının meşk yolunda uğradığı duraklardan oluşan bir seremoni sunuyor. Türk-İslam Sanatları uzmanı, hattat Prof. Dr. Muhittin Serin’in hazırladığı Ekrem Hakkı Ayverdi Hat Koleksiyonu’nda bulunan bu eser, reprodüksiyon fotoğrafçısı Hadiye Cangökçe’nin kadrajından geçerek Ersu Pekin’in tasarımıyla sanat kitaplığındaki yerini aldı.
Mehmed Şevki Efendi’nin muhlisâne kalple bütünleşen ihtimamlı meşkleri, dillere pelesenk olan “Aşk olmadan meşk olmaz” tabirinin güzide bir örneği olarak günümüzde yaşamaya devam ediyor.