Geçtiğimiz hafta ÖNDER İmam Hatipliler Derneği tarafından gerçekleştirilen İmam Hatipliler Kurultayı’nın 21’incisi için Kocaeli’deydik. Yeni Şafak Pazar olarak imam hatip neslinin önderlerinin bir araya geldiği isimlerin yanında soluğu aldık. Süleyman Uludağ, “Biz bir imam hatip nesli olarak sadece dini hayat olarak değil, sosyal hayatımıza şekil verecek telkinler aldık hocalarımızdan. İmam hatip nesli biraz Mehmed Akif’in söylediği ‘Asım’ın Nesli’ne’ benziyor. Onun şiirleri hâlâ yol göstermeye devam ediyor” ifadelerini kullanıyor. İsmail Yıldırım ise “Türkiye’nin manevi olduğu kadar maddi geleceği de imam hatip kurumlarında” diyor.
İmam Hatip okullarının inişli çıkışlı tarihinde gün oldu askeri darbelerle kapılarına kilit vuruldu, gün oldu öğrencilerin yolu kesintisiz eğitim, katsayı uygulamasıyla kesildi. Bütün bunlara rağmen mücadeleye devam edenler oldu; yoksulluklara, yoksunluklara göğüs gerdiler. Bu süreçte siyasetçi, bürokrat, hoca, talebe, vakıf-dernek gönüllüsü pek çok öncü isim geldi geçti. Bilginin gücü ve gayret, adanmışlık ve meşakkat ama ille de inanç, umut ve sebat İmam Hatipleri bugünlere getirdi. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ilkler, ilk olmanın sıkıntısını da yaşadı cefasını da çekti; heyecanını da paylaştı gururunu da yaşadı. Döneminin en iyi okullarında okumak varken İmam Hatip okulunu tercih edenler de oldu, köyünden yola düşüp ilim yolundaki yegâne umudu İmam Hatip okulu bilenler de. Kutlu bir sefer, bire binleri katan bir adımdı İmam Hatipler. İmam Hatip Nesli ilim aşkı, vatan-millet sevdasıyla bu topraklarda hoca oldular, talebe oldular, nesiller yetiştirdiler.
Geçtiğimiz hafta bu öncü nesil ile hep daha iyiye, hep daha ileriye dönük hedeflere yürüyen ÖNDER İmam Hatipliler Derneği tarafından gerçekleştirilen İmam Hatipliler Kurultayı’nın 21’incisi için Kocaeli’deydik. İmam hatiplileri bir araya getiren istişare zemini niteliğindeki bu kurultay, Türkiye’nin dört bir yanından 81 ilden gelen katılımcılarla adeta bir buluşma noktası haline gelmişti. Salona girdiğimizde, 2 bin 500 kişilik kalabalığın içerisinde siyasetçiler, bürokratlar, hocalar, öğrenciler, vakıf ve dernek gönüllülerine kadar her kesimden ve her yaştan insanı buluşturan sıcak bir atmosfer hâkimdi. Kurultayın başlamasını beklerken bir köşede İmam Hatip neslinin önderleri eski günleri anıyor, diğer bir köşede ise genç nesil, hocalarıyla derin sohbetlere dalmıştı. Bahçede ise uzun kuyruklar oluşturan katılımcılar kayıt işlemlerini yaparken, bu kalabalığın çeşitliliği dikkat çekiyordu; yaşlısı, genci, kadın ve çocuk herkes, İmam Hatip camiasının bir parçası olarak bu kurultayın birer hatıra köşesi olmasına katkı sunuyordu. Herkesin anılarını, tecrübelerini paylaştığı bu istişare zemini, nesiller arası bir bağın güçlendiği, fikirlerin filizlendiği bir buluşma alanına dönüşmüştü. Yeni Şafak Pazar olarak biz de buluşmadan nasibimizi aldık ve imam hatip neslinin önderlerinin bir araya geldiği isimlerin yanında soluğu aldık. Süleyman Uludağ, İsmail Yıldırım, Nusret Vardar ve Celalettin Baykoz ile anılarını konuştuk.
Okula başlamadan Kur-an’ı Kerimi yedi kere hatmetmiştim
İmam hatip neslinin ilk mezunlarından olan Süleyman Uludağ, Amasya’da doğmuş. Akyazı ilkokulunda okumuş olan Uludağ, daha sonra bölgenin bütün gençlerine kapılarını açan Çorum İmam Hatip Okulu’na kaydını yaptırmış. Uludağ o günleri şu sözlerle paylaşıyor: “Ben aslında Amasya’nın bir köyünde yaşıyordum. Amasya’da İmam Hatip olmayışı ve diğer şehirlere gitmek kolay olmadığı için köyde ziraat işleri ile meşgul oldum. Fakat bizim köyde şöyle bir şey var. Yedi yaşına gelen çocuklar ister kız ister oğlan olsun hocaya gönderilir, elif cüzüne başlardı. Köyde camiye gidip Kur’an okumayı öğrendim. Ben de o zaman hocaya gitmiştim ve yedi kere Kur’an’ı hatmetmiştim. Daha sonra yine hocaya devam ederek tecvid de öğrendim. Bizim köy oldukça dinine bağlıydı. Kışın bazı kitaplar okunurdu, benim onlara dair merakım olurdu. Mesela Siretün Nebi, Ahmediye, Battal Gazi benzeri kitapları da okumaya başlamıştım, bunlar eski harflerle yazılıydı. Daha sonra harekesiz eski harflerle yazılan kitapları da okudum. Bunlar tamamen kendi gayretimle oldu. 1951 yılında bizim köyden bir arkadaş Konya İmam Hatip Okulu’na kayıt yaptırmıştı. İmam Hatip Okulunu ben ondan öğrendim. Çocukluk arkadaşımdı, hafızlığa çalışıyordu. Amasya’da o tarihlerde okuyacağım bir imam hatip okulu olmadığından 1956 yılında Çorum’da imam hatip okuluna kaydoldum. 7 sene orada okuduktan sonra İstanbul’a geldim.” Uludağ, ülkeye ve dine hizmet bilinciyle İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde okuduktan sonra 1967 yılında Kastamonu İmam Hatip Lisesi’ne öğretmen olmuş, sayısız öğrenci yetiştirmiş. Uludağ “Biz bir imam hatip nesli olarak sadece dini hayat olarak değil, sosyal hayatımıza şekil verecek telkinler aldık hocalarımızdan. Hocalarımız bizi teşvik ederlerdi, bizi güzel yetiştirdiler. İmam hatip nesli biraz Mehmed Akif’in söylediği ‘Asım’ın Nesli’ne’ benziyor. Onun şiirleri hâlâ yol göstermeye devam ediyor” ifadelerini kullanıyor. Uludağ gençlere ise şu önerilerde bulunuyor: “Şimdiki nesil ile bizim nesil arasında epey zaman geçti, epey mesafe katedildi. Eksikliklerimiz olmakla beraber iyi noktaya geldiğimizi düşünüyorum. İlimde zaten durmak demek bir şey yok. Durmak demek gerilemek demek. Mesleklerini sevmeleri, bir adım daha ileri götürmeliler. Bunun için de aralarında birlik olmalı, birbirleriyle yardımlaşmalarını tavsiye ediyorum.”
32 yıl boyunca Belçika’da İslam dersi verdim
Celalettin Baykoz, ilkokulu bitirdikten sonra Bursa İsmail Hakkı Tekkesi’nde hafızlık yapmaya başlamış. “1962 yılında köyümüzden birkaç genç, ninemle kaldığım köye gelerek beni götürdü. Hafızlık eğitimimi burada tamamladıktan sonra, Bursa İmam Hatip Lisesi’ne geçiş yaptım ve 1969-70 eğitim döneminde mezun oldum” diyor.
1970 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne başladığını söyleyen Baykoz, “1973-74 yıllarında mezun oldum. Bu süre zarfında imamlık görevimi de sürdürdüm. Mezuniyetimin ardından Gemlik İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapmaya başladım. 1981 yılında ise Belçika’ya öğretmen ve din görevlisi statüsüyle gönderildim” diyor ve ekliyor: “Belçika’da görev yapmam, 1974 yılında Belçika Milli Eğitim Bakanlığı’nın İslam dinini resmen kabul etmesinden kaynaklanıyordu. Bu sayede ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde Müslüman öğrencilere haftada iki saat İslam dersi verilebiliyordu. Ben de 32 yıl boyunca Belçika’da İslam dersi verdim.”
İmam hatip okuluna gitmeye karar vermesinin ilkokuldan sonra olduğunu ifade eden Baykoz, “Maddi zorluklar nedeniyle okumamın zor olacağını düşünüyordum. Ancak İsmail Hakkı Tekkesi’ndeki hafızlık eğitimim, bana bir yol açtı ve sonunda Bursa İmam Hatip Lisesi’ne kaydolup ikinci dönem mezunları arasında yer aldım” diyor ve bir anısını şu sözlerle paylaşıyor: “Okulda, özellikle 19 Mayıs törenlerinde diğer okullarda okuyanlar tarafından ‘imamlar geliyor’ diye yapılan tezahüratlar hoşumuza gitmezdi. Ancak mesleğe başladıktan sonra imamlık mesleğinin ne kadar değerli olduğunu daha iyi anladım.”
Peygamber Efendimiz’in mescidinin ruhunu hatırlarım
21. İmam Hatipliler Kurultayı, camianın önemli isimlerinden ve imam hatip okullarının ilk öğrencilerinden olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın “İmam Hatip Ruhu” başlıklı konuşmasıyla devam etti. Karaman, “İnsanoğlu, ruh ve cesetten oluşur. Ceset olmadığında ruh var olmaz ve dünyada bir iletişimimiz olmaz. Beden var ama ruh yoksa, o zaman sadece bir taşın üzerine isim yazıp bir Fatiha okur geçeriz. Şimdi ise bir beden ve ruhtan oluşuyoruz. Müesseseler ve kurullarda da aynı şekilde. Her zaman müesseselerin ruhu bahsedildiğinde aklıma Peygamberimizin (sav) mescidi gelir. Mescid-i Nebi, basit bir yapı: kerpiçten yapılmış, halı yok, taban kum ve toprak. O basit yapı içerisindeki ruh ise eşsiz. Hurma dallarıyla örtülmüş. Oraya girenlerin ruhları değişiyor, sanki Allah’ın boyasıyla boyanıyorlar. O ruh, İslam’dır ve İslam’ın en güzel temsil edildiği mekân da bu mesciddir. O mekânın ruhu işte bu temsildir” diye açıklıyor.
Konya İmam Hatip’te eğitim aldığını söyleyen Karaman, “O bina, eski bir polis koleji olarak kullanılıyordu. Üç katlı, ahşap merdivenlerden ses çıkıyordu ve fareler vardı. Polis koleji terk edilmişti. İmam Hatip mektebi orada açıldı. Konya’da ve İstanbul’daki imam hatip okullarını karşılaştırdığınızda, İstanbul’daki eski binaların durumu çok farklıydı. İstanbul İmam Hatip Ortaokulu’nun eski binası, yüksek İslam Enstitüsü olarak kullanıldı. İki sınıf ve birkaç oda idare için ayrılmıştı. Yüksek İslam Enstitüsü burada başlamıştı. İmam Hatip okullarında, Yüksek İslam’ın maddi yetersizlikleri ruhun azmini artırıyordu. 1958’de imam hatip okulundan mezun olanlar için üniversite yoktu, ilahiyat fakülteleri de almadı. Mücadele 1959’da başladı. Bazı hükümet yetkilileri Yüksek İslam Enstitüsü’nün açılmasını istiyordu, bazıları ise karşıydı. İmam hatip okullarına ortaokul ve lise adı verilmediği için, mezun olanlar lise diploması almadı. Ancak, eğitim almak isteyenler için bir fakülte açılması gerektiği konusunda baskılar arttı” diyerek o günleri anlatıyor. “Daha sonra İstanbul’da kazancı yokuşunda, Namık Kemal İlkokulu’nun çatı katında bize bir mekan verilmişti” diyen Karaman, “Altta ilkokul devam ederken biz de çatı katında eğitim aldık. Yatakhane 70 kişilikti, çift ranza ile doluydu. Şaşalı bir binamız yoktu ama eğitim aldık. Kendimizi geliştirdik ve davamıza odaklandık. İmam hatiplerin ruhu İslam’dır ve bu ruhla var olduk. Bizim varoluş sebebimiz İslam’dır ve biz bu yüzden buradayız” diyor.
Bu yılın şiarı “Sadakatle”
Kurultay’da geleneksel olarak her yıl açıklanan yılın şiarı da duyuruldu. 2015 yılında “Nitelikli Yenilik” kavramıyla başlayan yılın şiarı geleneği, daha sonra “İstikamet Üzere”, “Samimiyetle”, “Bilgi ve Hikmetle”, “Ehliyet ve Liyakatle”, “Basiret ve Ferasetle”, “Adalet ve Merhametle”, “Ahde Vefa ile” ve “Nitelikli Gelecek” kavramlarıyla devam etti. Bu yılın şiarı ise “Sadakatle” oldu.
Köyün ilk kadrolu imamıydım
Bursa-İnegöl-Bahçekaya köyünde doğmuş olan İsmail Yıldırım, ilkokulu köyünde okumuş, İmam hatip okuluna gitmek istediğini fakat babasının yanında çalışmasını istediği için göndermediğini anlatan Yıldırım, annesinin ısrarı üzerine bir sene sonra İnegöl Kasım Efendi Kuran Kursu’na gidebilmiş. Bir buçuk sene kursa giden Yıldırım, 1967 yılında kurstan ayrılarak Bursa İmam Hatip Okulu’na kaydolmuş. İsmail Hakkı Kuran Kursu pansiyonunda kalarak okula devam etmiş olan Yıldırım, imam hatip okulunda İslam dininin Kur’an ve sünnet merkezli olarak doğru ve objektif öğretildiğini, tüm Müslümanları kardeş bilen samimi ve kucaklayışı bir anlayışın hakim olduğunu görünce doğru bir karar verdiğini anlamış. Okulu, öğretmenlerini ve arkadaşlarını çok sevdiğini söyleyen Yıldırım, tatil dönemlerinde köyde arazide ve ormanda çalışarak okul masraflarını kazanarak okumuş. Okulun güreş takımında yer almış olan Yıldırım, 3 sene hem grekoromen hem de serbest stilde 68 kiloda başarılı bir şekilde okulu temsil etmiş. 1974 yılında mezun olan Yıldırım, Bursa-Gürsu-Hasanköy Camii imam hatipliğine atanmış. Köyün ilk kadrolu imamı olduğunu da belirten Yıldırım, görevine şevkle sarılmış, cemaatle samimi ilişkiler kurmuş, sohbetler yapmış ve çocukları okutmuş.
Türkiye’nin manevi ve maddi geleceği bu kurumlarda
Yıldırım, daha sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü sınavını kazanıp kayıt yaptırmış, fakat maddi imkansızlık dolayısıyla gidememiş. Açık öğretim programına kayıt yaptırdığını söyleyen Yıldırım, sınav dönemi gelmeden Bursa Yüksek İslam Enstitüsü sınavını kazanınca kaydını oraya aldırmış. İmamlıkla birlikte okula devam etmiş olan Yıldırım, 1980 yılında Yüksek İslam Enstitüsü Fıkıh Kelam bölümünden mezun olmuş. Müftülük vaizlik sınavını kazanarak Nisan 1981’de Samsun-Alaçam ilçe müftülüğüne naklen atanan Yıldırım, 1984’de din görevlisi olarak Hollanda Ede’ye gönderilmiş. Camide çocukları okutmuş, büyüklere dersler vermiş, cemaati organize ederek Müslüman çocukların devam ettiği okullara din dersi koydurmuş ve üç ayrı okulda din dersi öğretmenliği de yapmış. 1989’da Türkiye’ye döndüğünü söyleyen Yıldırım, 2018 yılında emekli olmuş. “Bilindiği gibi uzun yıllar din eğitimi yasaktı. Demokrat Parti bu yasakları kaldırıp devlet okullarında doğru ve objektif din eğitimini başlatmak istediğinde buna karşı çıkanlar oldu, aslında bu karşı çıkmalar halen bitmiş değil” diyen Yıldırım, : “İmam hatip okullarına imam hatip değil hatip yani cehennem odunu diyor, çocuklarınızı bu okullara sakın göndermeyin diye propaganda yapıyorlardı, bu okullara giden öğrenci ve hocaları hakkında akla ziyan iftiralar atıyorlardı. Bu art niyetli kesimlerin kara propagandaları halen bitmiş değil, açtıkları yayın organlarında açıkça dillendiriyorlar. İmam hatipli, ilahiyatçı ve diyanet mensubu olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Türkiye’nin manevi olduğu kadar maddi geleceğinin de bu kurumlarda ve mensuplarının gayretlerine bağlı olduğuna inanıyorum. Bu kurumları kuranlardan Allah razı olsun” sözleriyle imam hatipte okurken hatırında kalanları anlatıyor.
İmam hatip okulunun ilk 3 mezun öğrencisinden biriyim
Türkiye’nin ilk imam hatip okulu olan İstanbul İmam Hatip Okulu’nun ilk 3 mezun öğrencisinden biri olan Nusret Vardar ise Bursa İnegöl İmam Hatip okullarının katkıda bulunmuş, yüzlerce öğrenci yetiştirmiş. “İlkokulu, bizim evin karşısında Gazi Paşa İlkokulu var, orada bitirdim, 1948’de. Ardından ortaokula kaydoldum, 1951 yılında da İnegöl Ortaokulu’ndan mezun oldum” diyor. Vardar, “Ortaokulda çok dindar bir biyoloji hocamız vardı, o zat ara ara İslami konularda bizlere nasihatlerde bulunurdu. Okulu bitirdikten sonra o zatın tavsiyesi, ayrıca kayınpeder İnegöl vaizi idi onların tavsiyesiyle İstanbul İmam Hatip Okulu’na kaydoldum. Beş kişi gitmiştik, İmam Hatip lisesinin birinci bölümüne girdik. Dört yılın içerisindeki meslek derslerini okutmaya başladılar. Okullar açıldıktan üç ay sonra başlayabilmiştik okula. Geç gittiğimiz için iki yıl hazırlık sınıfı okuduk. İmtihana girerek dört yıllık meslek derslerini verdik ve lise bire kaydolduk. O zamanlar İmam Hatip lisesi üç yıl, orta kısım dört yıldı. 1956 yılında hazırlık sınıfından ilk defa liseye giren dokuz kişi kalmıştık. Dokuz kişiden üçü haziranda mezun olmuştu onlardan biri de benim” diyor. Mezun olduktan sonra İnegöl’de bir yıl öğretmenlik yaptığını söyleyen Vardar, “Vekil öğretmenliğim sırasında köyde cuma namazları kıldırıyor ve zaman zaman vaaz veriyordum. O zamanlar Türkiye’de vaiz yok denecek kadar azdı. On dokuz, yirmi yaşlarında bir gencim. Ulaşım şartları kısıtlı olmasına rağmen İnegöl’den görevli olduğum köye vaaz dinlemeye geliyorlardı” sözleriyle anlatıyor.
1946 yılına kadar din eğitimi yasaktı
Daha sonra askere gittiğini anlatan Vardar, “İlk olarak İmam Hatip mezunu olarak yedek subaylığa ben gittim. Orada fazla sıkıntı çekmedim. Alay komutanımız bize güzel yaklaşıyordu. Cuma namazı yaklaştığında bana haber geliyordu, ‘Cumaya gidebilirsiniz’ diye. Bir bayramda ben nöbetçiydim. Bayram sabahı, nöbetçi amirimin de onayını alarak bayram heyecanı taşıyan askerler için ‘Askerleri topluca bayram namazına götürelim’ dedim. Bu teklifimi kabul ettiler, cemaat o kadar kalabalık oldu ki ağlayanlar oldu. Anlattığım olay 1957 yılında oluyor, o şartlarda böyle bir şey yapmak kolay değil” diyor. 1946 yılına kadar din eğitiminin yasak olduğunu anlatan Vardar, “Milli Eğitim’de de Kur’an öğretmek yasaktı. 1946’da biraz gevşedi. 1947’li yıllarda artık seçmen, partilere imam yetiştirilmesi için baskı yapmaya başladı. Onun için hatırladığım kadarıyla 1947 yılının CHP Kongresi’nde İmam Hatip açılması kararı alındı. Fakat açmadılar, onun yerine 1948’de İlahiyat Fakültesi açıldı, onun da ayrı bir müfredatı var. Dini dersler yoktu. 1949 yılında imam hatip kursları açtılar. Dokuz aylık, ortaokul mezunu alıyordu. Hiç de rağbet görmedi. Ortaokuldan arkadaşlarımın kimisi nüfus müdürü oldu, kimisi mal müdürü, tapu müdürü oldu. O bakımdan ortaokulu bitirmiş bir kimse o kurslara bir yerlere gelmek için değil dini malumat almak için gidiyordu” sözleriyle dile getiriyor.