Yoksulluk içinde büyüyen, aşkını çaldığı sazlarla dile getiren büyük saz ustası Neşet Ertaş'ın hayat hikayesi bize aynı zamanda Anadolu'nun yoksul yüzünü hatırlatıyor. Açlıktan ölen kardeşi, bakkala olan bir paket çay parasını ödeyemeyince bu utançla İstanbul'a göç etmesi, söylediği türküler ve aşklarıyla işte onurlu bir adamın hikayesi.
Her insanın çocukluğu vatanıdır. Çocukken yaşadıkları, hatıraları geleceğini büyük oranda belirler. Neşet Ertaş'ın kaderini içine doğduğu şartlar, aile gelenekleri belirlemiştir. Çünkü her abdal potansiyel bir müzisyendir. Neşet Ertaş babasından gördüğünü devam ettirmiş Abdallardan biri olmanın ötesine, dünya çapında devlet sanatçısı unvanına bağlama ve söz söyleme yapısını değiştirip geliştirerek kendi üslubunu yerleştirerek ulaşmıştır.
1943 yılı Neşet Ertaş'ın nüfus cüzdanında doğum tarihi olarak geçse de gerçekte ne zaman doğduğu tam olarak bilinmemektedir. Kırşehir'in ismi önce Abdallar sonra Tırtıllar ve en nihayetinde Kırtıllar'a çevrilen köyünde doğmuştur. Babası ünlü Abdallardan Muharrem Ertaş'tır.
Köyleri olmasına rağmen göçebe gibi yaşarlar. Abdal'ın yerleşik hayatı yoktur. Neşet Ertaş'ın ifadesiyle hayvanları, ekecek yerleri yoktur. Bir tek eşekleri vardır onunla da babası Keskin'in köylerini dolaşır. Gittiği köyde çalar söyler, köylüler ne verirse alır getirir aylarca onunla ailesinin karnını doyurur.
Neşet Usta'nın annesi Döne'dir. Hâlâ kimsenin kız vermediği Abdallar kendi içlerinden evlenmek zorundadır. Muharrem Ertaş, köy köy dolaşarak evlenecek kız arar. Döne'nin babası, Ertaş'a kendi oğluna sazı öğretmesi koşuluyla evlenmelerine razı olacağını söyler. Böylece Muharrem Ertaş meşhur sanatçılardan Hacı Taşan'a bildiklerinden gösterir.
Baba Ertaş evden gittiği yerlerde ne gördüğünü, neler yaptığını çocuklarına anlatmaz. Baba imgesi eskiden öyledir. Çok fazla ve gereksiz konuşmaz. Çocuklarını uzaktan sever. Koklayarak hasret giderir. Neşet Ertaş babasının kendisini öptüğünü hatırlamaz. 4 ? 5 yaşlarındayken babası bir köy gezmesinin sonunda, derin hasretlikle oğlunu kucağına alır, burnunu başına dayar ve alabildiğine içine çeker. Zaten kız çocukları yanaktan, oğlan çocukları alından öpülmelidir. Sevgisi gibi kızgınlığı da sert değildir Muharrem Ertaş'ın.
Evleri iki odalıdır. Birinde çocuklar diğerinde büyükler kalır. Büyüklerin odasında ocak olur, ısınma, yemek, aydınlatma yani hayat orada geçer.
Akşamları Arzu ve Kamber hikâyeleri anlatılır saz eşliğinde. Geçmişten hikâyeler aktarılır, bazı zamanlar başka komşulara gidilir.
Ama hepsi yokluğun pençesi altındadır.
Geceleri karanlıkta geçer. Gaz lambası yoktur evlerinde. Çıra da. Hayvanların yem torbalarında yiyemediği saman irileri toplanır, arada bir ocağa serpilir. Öylece parlayan alevin ışığında insanlar arada bir birbirlerinin yüzlerini görürler.
Peki ya kışın?
Kış da aynı yoksulluğun kıskacında ?titreyerek? geçirilir. Basit bir ocağın ağzında artık ne varsa o yakılarak hem yemek yapılır hem de ısınılır. Gazyağı sonradan gelmiştir. Gaz küçük bir tenekeye konur, içine bir fitil sarkıtılır, isli isli yanan ateş yeni saz ve söz meclislerinin merkezi olur.
Peki ne yiyip içerlerdi?
Neşet Ertaş'ın tabiriyle ?ne bulunursa o yenirdi.?
Ekmekten başka yiyecek yoktur. Tabi, o da bulunursa. İç burkan yoksulluk ve ekmek kavgası Neşet Ertaş'ın hayatında çok etkili olmuştur. Sonraki hayatında, babası gibi yapmayıp gurbete çıke çıkıp hayatını kurtarma kavgasında bu sahnelerin çok büyük rolü vardır.
Ekmek denilince bazlamamı düşünmek gerek? Hayır. Peki ya et? Ekmek bulamayanların et ile işi olur mu?
Başkalarından gelen et köyde adeta bayram havası yaratır: ?Unu bulduk da, bazlamayı mı düşündük! (?) Yağ nerde ki? Yok öyle yağlı muğlu yemek! Karşı köyde belki bir öküz möküz ölürse onu bizim köye getirirler, köylüler paylaşırdı. O zaman ancak bir et yerdik.? Hayvanın kanı akıtılmış mıdır? Köyde kimsenin aklına böyle bir soru gelmez.
Neşet Ertaş küçük yaşlardan itibaren düğünlere gitmeye başlar. Çünkü düğün biraz da ziyafet demektir.
Eskiden düğünlerde kadınlar gizliden gizliye oynarken, erkekler oynamazdı. Bu yüzden beş ? altı yaşındaki çocuklara oyun öğretirler, köçek kıyafeti giydirip oynatırlar. Tüm kazanç köylülerin taktığı paradan ibarettir. Bir de tavuk. Düğün yemeklerinden yerler, bazen de yanlarında bir tavuk ile dönerlerdi.
Yokluk o kadar fazladır ki bir keresinde bir tane tavuğu tüm köy bölüşmüştür.
Kıtlık zamanında herkes açken on ? onbeş haneli köyün hepsi bir odaya toplanır. Evlerden ne çıktıysa tüm un getirilir. Karşı köyden alınan tavuk koca bir kazanda kaynatılır. Onun suyuna un katılıp, arabaşı yapılır. Küçük büyük herkes karnını böylece doyurur.
Neşet Ertaş hayatın zorluklarıyla çok erken yaşlarda tanışmıştır.
Köçeklik yapıp düğünlerde oyun oynaması bir tarafa, gittikleri köylerde kimse kendileriyle arkadaşlık etmez. Bu itilmişlik zihninde derin izler bırakacaktır. Köyde oyuncakları tabi ki yoktur.
Oyuncak niyetine koyunun arka ayağındaki aşık kemiği çıkartılıp oynanır. O bile bazen kıymete biner elden ele değiştirilir. İnsan elbisesinin yıkanmasından korkar mı? Neşet Usta küçükken korkarmış; bir kat elbise kışın yıkanınca kuruyana kadar yorganın altında kaldıklarından dolayı.
Bütün bunlara rağmen Neşet Ertaş Abdalların deşirmeye çıktıkları halde kesinlikle hırsızlık yapmadıklarının altını defalarca çizer.
Neşet Ertaş'ın benliğinde iz bırakan olaylardan biri de annesinin ölümüdür. Beş kardeş ortada kalmıştır. Baba Muharrem Ertaş'ın evlenmekten başka çaresi yoktur. Köy köy dolaşarak ikinci anne arayışına girilir; üç aylık Muktedir bebek ile? Ama Ertaş üvey annesi Arzu hanımdan müşteki olmamıştır, tek acı kelimesini duymadıkları için.
Neşet Ertaş sazı eline alıp ilk deşirmesine babasının askere gitmesi üzerine çıkar. Ancak o başkaları gibi değildir. Hem yaşı küçük hem de utangaç olduğu için çok zorlanır.
Köçekliği 12 yaşında bitmiştir. Bu yaştan sonra babası saz, abisi keman kendisi de darbuka çalmaktadır. Sonradan keman da çalar.
Hatta genç Neşet'i babasından ayrı olarak tek çağırmaya başlarlar. Zamanla sazı geliştirir, kendi üslubunu oluşturmaya başlar.
?Bir paket çay borcu? yüzünden bakkalın önünden geçemeyince İstanbul'a gitmeye karar verir. Kırgın mıdır babası? Ertaş'a göre kırgınlığı yoktur.
İstanbul'a gidecektir ama yol parası yoktur. Elinde saz ile beklerken otobüs çığırtkanı ona ? saz çaldırır.? Beğendiği için koltukların arkasındaki boşlukta ayakta İstanbul'a gitmesine razı olur.
İstanbul'a iner, altı gün aç kalır. Şençalar Plak'ın önünde İsmail Şençalar ile karşılaşır. Hem ona hem da abisine babasından bir bozlak patlatır: ?neden garip garip ötersin bülbül / Yoksa sen de bahtı karalı mısın??
Neşet Ertaş'ın kaderi babasıdır. Bugün bir Neşet Ertaş ismi varsa arkasındaki Muharrem Ertaş'ın payı çok büyüktür. Türkü atmosferi, saz ustalığı ve geniş bir türkü havsalası babasından mirastır. İstanbul'da tutunması, müzik piyasasında adının duyulması bu derin kültürle ilgilidir.
Erken dönemde Neşet Ertaş ve müziği en çok pavyonlarda tutunur. Zaten Usta'nın tercihi de ondan yönedir. Çünkü pavyonlarda daha çok kazanır. İki yıl kalır İstanbul'da. Kırşehir'e döner ama yine duramaz bu sefer Ankara'ya gider.
Ankara'da pavyonlara bir de düğünler eklenmeye başlar. Bununla birlikte ?Yurttan Sesler? macerası da. Muzaffer Sarısözen iki üç ayda bir bozlak bir türkü çaldırır. Kendine ait bir saz evi açar. İşleri gayet iyidir. Ama gönül adamlığı kendine ait işyerini devretmeye götürür onu.
Ankara, hayatında büyük dönüm noktalarına sahne olur. Eşi Leyla Hanım ile burada tanışıp evlenir. Ama bu evlilik uzun sürmez 7 yılda sona erer.
Zamanla Türkiye ile bağlantısı zayıflar hatta iyice kopar. Televizyonlarda ?öldü? haberleri yayılmaya başlar.
Radyoda ?rahmetli Neşet Ertaş'tan alınan? diye başlayan sözlerle türküler çalınınca ölmediğini ispatlamaya koyulur.
Türkiye'ye gelir ?İbo Şov?a çıkar ve yaşadığını gösterir. Artık Neşet Ertaş'ın Türkiye'de ?üstad? hayatı da bu aşamadan sonra başlar. Devlet katı dâhil her gittiği yerde saygıyla karşılanır, Türkiye'nin dört bir yanında konserler verilir. Türkiye'nin önemli bir ?değer?i haline gelir.
Asya'nın ortasından gelen Kalenderi / Bektaşi kültürünü ve felsefesini yaşayan, anlatan Neşet Ertaş ülke sathında müziğin yaşayan efsaneleri arasına girer.
Sevgi ve aşk felsefesini Bektaşi fikriyatı çerçevesinde ele alıp anlatır. Yerli değerlere yakın değildir. Bu toprakların insanlarıyla irtibatı türküleri vasıtasıyladır sadece.
Kendi kendine okuma yazma öğrenmesinden, gurbete çıkarak kendi ayakları üzerinde durup yükselmeye kadar toptan bir sanatçı portresi çizer Neşet Ertaş.
Bir gece sabaha kadar Zeki Müren'e çalıp söyler. O çaldıkça Zeki Müren içer. ?Zahide?nin ortasına geldiklerinde Zeki Müren kafasını duvara vurur.
Kendisi ile turnelerde beş altı sene gezen Musa Eroğlu'nun dediği gibi ?düğün şarkıcısı? mıdır?
Şu an piyasada çalınan Acem Kızı aslında Neşet Ertaş'ındır ama Çekiç Ali'nin söylediği şekliyle notaya alınmıştır. Çünkü Neşet Ertaş'ın çaldığı Acem Kızı'nı son yıllarda Erol Parlak'a kadar notaya alamamışlardır.
Neşet Ertaş'a sadece halkın sanatçı demek çok da mümkün değildir. O artık Türkiye'nin dünya çapındaki en önemli değerlerinden biri olmuştur.
Neşet Ertaş'ın hayatında gurbet çok önemli yer tutar. Almanya'da 23 yıl yaşar.
Yugoslavya'da ?Hapishanelere Güneş Doğmuyor? türküsünün yazılmasına neden olan 3 aylık hapishane geçmişi olur.
Neşet Ertaş aşk adamıdır. Oyun oynadığı kızdan itibaren birçok aşk yaşar. Türkan Şoray'a da âşık olur. Sevgi ile baktığı dünya ona aşk olarak geri dönmüştür.
Belki de en az çocuklarının annesine aşk duymuştur.
Hem bu yüzden hem de pavyonda çalışmasının etkisiyle çok içer.
Askerden geldikten sonra sigara ve içkiye müptela olur. Yemek de yiyemez hale gelir. Parmaklarında kasılmalar meydana gelir ve bir gün sahnede saz çalma yetisini tamamen yitirir.
Zaten iflas noktasına da gelmiştir. Gönlü geniştir, yardımcı olduğu kişiler bile sırt çevirince Almanya'ya gitmeye karar verir. Tedavi maksadının yanında yeniden hayata başlama gayesiyle Almanya'da sanatçı vizesiyle oturur. Vergi verir, çocuklarını teker teker yanına getirterek orada okutur. Avrupa, dünya kültürü alsınlar ister.
Almanya'da genellikle düğünlere gider, durumu düzelir.