Prof. Kemal Sayar’a göre terör eylemlerinin asıl amacı toplumu ayrıştırmak, kutuplaştırmak. Bugün her zamankinden daha fazla birbirimize merhametle yaklaşmamız gerektiğini söyleyen Sayar, kötülüğün iyiliğe galip gelmeyeceğini, bunun garantisinin Anadolu irfanı olduğunu belirtiyor.
Kanlı terör eylemleri toplum olarak psikolojimizi alt üst ediyor. Daha bir önceki saldırının yası bitmeden diğer bir saldırıyla sarsılıyoruz. İnciniyoruz, yıkılıyoruz, ümitsizliğe kapılıyoruz. Çoğu zaman da bizim gibi düşünmeyenleri suçlamaya, düşmanlaştırmaya, hatta linç etmeye başlıyoruz. Psikiyatrist Prof. Kemal Sayar buhran zamanlarında toplumun bu tepkileri vermesinin doğal ancak doğru olmadığını söylüyor. Bugün her zamankinden daha fazla birbirimize merhametle yaklaşmamız gerektiğini dile getiren Sayar, “Eğer bu toplumda iyilik kötülüğe galip gelmeseydi sokaklarda yürüyemez olurduk. Eğer bu toplumda iyiliğin sayısız hikayeleri olmasaydı bütün bu badirelere, zorluklara asla karşı koyamazdık. Anadolu irfanı hem yaşıyor hem yaşatıyor. Bu toprakların da en büyük sigortası odur” diyor.
Terör insanlarda kronik bir endişe ve belirsizlik duygusu yaratıyor. Terörün kaynağıyla insanlar birebir karşılaşmadıkları ve onunla yüzleşip öfkelerini gideremedikleri için, gözlerinin önünde olan ve toplumsal olarak hasım gördüklerini hedef haline getirebiliyorlar. Aslında terörün yapmak istediği tam da bu: İnsanların içindeki öfkeyi tetiklemek ve onu dizginlenemez bir taşkına dönüştürmek. Belirsizlik, umutsuzluk ve çaresizlik duygularından hareket ederek insanları birbirine düşman kılmak. İnsanlar bu belirsizlikle yaşamaktan çok bunaldıkları için öfkelerini, kızgınlıklarını birbirlerine boşaltarak rahatlamaya çalışıyor ama bu tabi ki çok yanlış bir yöntem. Öfke adalet talep ederse olumlu bir yönde dönüşüme yol açar ama 'ben adaletim' derse yakar, yıkar, yok eder. Linç kültürü görüldüğü yerde cezalandırılmalıdır. Öfkelendiğimiz için dünyayı değiştirmek isteriz. Öfke bizi kuvvetlendirir, bize bir ses ve güç verir. Ama yumruklarımızı birbirimize değil ortak düşmanımız olan teröre karşı sıkalım.
Buhran zamanlarında hepimiz taşlayacak bir şeytan ararız. Buhran zamanları insanların sıkıntılarının kaynağını cisimleşmiş bir halde görmek istedikleri zamanlardır. Parmakla göstereceğimiz bir düşman insanları rahatlattığı için, bir şeytan icat edilir ve taşlanır. Toplumun her kesimi bu tür buhran zamanlarında yaşanan gerginlikten ve endişeden etkilenir. Kolaylıkla bir söz, bir davranış insanların linç edilmesine yol açabilir. Linç psikolojisinde bir şuur yoktur zaten. Linç psikolojisinde kalabalıkların bir duygu etrafında sürüklenmeleri vardır. Orada akıl yoktur. Muhakeme yoktur. Rasyonalite yoktur. Bir barajın kapağının azıcık aralanması bile bir taşkına yol açabilir. Uygarlık dediğimiz şey de nihayetinde tahripkar duygularımızı denetleyebilmemizle ortaya çıkar. Türkiye'de toplumun her bir kesimi öteki kesim tarafından mağdur edildiği hissine kapılıyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Bu da uzun uzun konuşmadan, birbirimizin yaralarına merhem olmaya çalışmadan iyileşmeyecek bir şey. Sessizlikle ve görmezden gelmekle, geçiştirilemeyecek bir şey. Savunmacı pozisyonlarımızdan çıkalım, kendi kusur ve hatalarımızla yüzleşelim. Özellikle güven endeksi düşük toplumlarda insanlar buhran zamanlarında şüphe adacıkları oluşturur. Her düşünce gettosu ötekine şüpheyle yaklaşmaya başlar. O zaman da paranoya, başat ruh iklimi olur çıkar.
Herkes gibi ben de bu zor günlerde dayanışma, kardeşlik ve güveni inşa etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun için siyasetten, sanattan, kamuoyu önderlerinden, edebiyatçılardan hep onarıcı, tamir edici, gönül yapıcı sözler bekliyoruz. Kimsenin incitilmeye takati kalmadı. Hepimiz ağrı ağır incindik zaten. Çok fazla travmatize olduk, ruhsal örselenmeyi derinden yaşayan bir toplum haline geldik. Bu savaşmayacağımız anlamına gelmez ama en azından kamuoyu önünde söz söyleyen insanların bir başkasını incitmek konusunda çok duyarlı davranmalarını beklemek hakkımız. Terör geleceğimizi gasp ederek umut ve düşlerimizi elimizden almak istiyor. Yenilmeyeceğiz, teslim olmayacağız, vatanımızı terk etmeyeceğiz ama yeter ki kötülüğe karşı aynı yürek hizasında duralım. Kendi aramızda bir konuşma ahlakı geliştirebilelim. İyileşmek için birbirimize gitmeye, konuşmaya, birbirimizin hikayelerini dinlemeye her zamankinden çok ihtiyacımız var. Türkiye'nin içinde bulunduğu durumla ilgili herkes çok değişik teşhis ve tedaviler öneriyor. Bazılarımız Türkiye'nin dış merkezli bir saldırı altında olduğunu düşünüyor. Bir grup mevcut iktidarın politikaları yüzünden bizim bu kadar kırılgan ve saldırıya açık hale geldiğimizi düşünüyor. Teşhisler ne kadar farklı olursa olsun tedavi aynı.
Tedavi güveni inşa etmek, toplumun içinde güven dokusunun zedelenmesine ve terörün bizi ayırmasına izin vermemek. Dolayısıyla vatanımızı savunmak konusunda aynı yürek hizasında durmayı becerebilmemiz lazım. Şu zor günler geçene kadar birbirimizle olan kan davalarını askıya almamız gerekiyor.
Kimlik problemleri Türkiye'de asırlık problemler. Kendi kimliğimizi hor gördüğünü, haysiyetimizi zedelediğini düşündüğümüz insanlarla bir kan davası oluşturuyoruz ve onun intikamını almak istiyoruz. Öfke sadece daha fazla incinmişlik ve öfke doğuruyor. Birbirimizin yaralarını birbirimize öfkeyle yaklaşarak iyileştiremediğimiz, bu toplumu karşılıklı saldırganlıkla daha iyi bir noktaya getiremediğimiz ortaya çıktı. Bu saatten sonra birbirimize daha merhametli ve müşfik olmaktan, birbirimizin hikayelerini cömertçe dinlemekten başka hiçbir şansımız yok. Belki devletin de daha muhalif sesleri içinde bir şekilde eritebilmesi, onlarla karşılaşma konusunda daha rahat ve özgüvenli davranabilmesi gerekiyor. Kendi varlığına kast etmeyen, şideti ve terörü bir araç olarak önermeyen herkesle konuşabilmesi gerekiyor.
Anadolu irfanı kolaylıkla buharlaşıp gidecek bir şey değil. Anadolu irfanının ne olduğunu biz 15 Temmuz gecesinde gördük. O irfanın ne tür bir derviş yiğitliğini mayaladığını gördük. Anadolu irfanı zaten bizim toprağımızın mayasında, tarihsel derinliğinde var olduğu için bugün onca zorluğa rağmen hala birbirimizin gırtlağına çökmüyoruz. O irfan hala ruhlarımızın bir köşesinde varlığını devam ettirdiği için yaşadığımız bütün kaoslara, altüst oluşlara ve tehditlere rağmen 'buradayız, gitmiyoruz' diyebiliyoruz. Bu ülkeyi savunmayı, bu ülkeyi baş tacı etmeyi, çocuklarımıza bulduğumuzdan daha güzel bir ülke bırakmayı kendimize vazife addediyoruz. Eğer bu toplumda iyilik kötülüğe galip gelmeseydi sokaklarda yürüyemez olurduk. Eğer bu toplumda iyiliğin sayısız hikayeleri olmasaydı bütün bu badirelere, zorluklara asla karşı koyamazdık. Anadolu irfanı hem yaşıyor hem yaşatıyor. Bu toprakların da en büyük sigortası odur.
Sosyal medya toplumun aynası değil
Sosyal medyada gördüğümüz cepheleşmenin, halkın derinlerde saklı sükûnet ve irfanından ayrı düştüğünü ve toplumun bütününü asla yansıtmadığını sanıyorum. Halkta da belirsizliğin yarattığı endişe muhakkak var ama kanaatime göre, sosyal medyada görüldüğü ölçüde büyük bir kutuplaşma halkın içinde yok. Halk yine irfan sahibi ve büyük resmi iyi görüyor, olaylara daha temkinli yaklaşıyor. Değişik kesimlerin birbirini anlama, işitme zorluğu var ama ümit ediyorum bu zor günler, birbirimizi daha iyi anlamak için bize yol gösterecek. Nasıl ki 15 Temmuz tecrübesi insanları kısa süreliğine de olsa bir araya getirdi, bu zor günlerden sonra da ruhen yekvücut olmuş bir Türkiye çıkacağına dair ümidimi koruyorum.
Büyük şehirlerdeki insanın yaşama şartları çok ağır. Bir de terör eylemlerinin çoğunlukla büyük şehirleri hedef aldığını düşünürseniz 'yarın benim çevremde bana zarar verecek bir olayla karşılaşır mıyım' diye düşünen insanın gerginliğinin katmerlendiğini teslim edersiniz. İnsanların sıkıştırıldıklarını düşündükleri ortamlarda gerginlik her zaman fazladır. Mekanın insana daha müşfik davrandığı, mahalle ve komşuluk ilişkileri gibi geleneksel yapıların çözünmeye uğramadığı yerlerde toplumun üzerine hissedilen basınç da daha az olur.