William Howard Armstrong, Sounder’ı büyüyen sivil haklar hareketinin tam ortasında yazdı ve 1969 yılında yayınladı. Amerikan Gençlik Edebiyatı’nda 1960’lı yıllar, gerçekçilik akımının edebiyata hâkim olduğu bir dönemdi ve Harper Lee’nin asılsız bir iddiayla yargılanan bir siyahî ve onun avukatının hikâyesini anlattığı Bülbülü Öldürmek adlı romanı 1960’ta yayımlandığında oldukça ses getirmişti. Sounder böyle bir atmosferde ve birkaç ay süren kısa bir sessizlikten sonra ilgi görmeye başlamıştır. Bununla birlikte roman, hemen ertesi yıl Amerikan Gençlik Edebiyatı’nın en önemli ödüllerine layık görülür ve 1972 yılında da Martin Ritt tarafından sinemaya uyarlanır. Aldığı ödüller bir yana, bu kısa ve aldatıcı bir şekilde basit bir dille yazılmış gibi görünen roman çok okunmuş, pek sevilmiştir. Sounder, 1957’de kurulmuş olan Amerikan Gençlik Kütüphaneleri’nde en çok okunanlar arasına girer.
21. yüzyıldan bakıldığında Dünya Gençlik Klasikleri listesindeki yerini hâlâ koruyan Sounder, Türkiye’nin toplumsal tarihinde yarıcılığı andıran ortakçılık sistemi etrafında yaşanan krizin toplumsal yansımalarını, siyahî bir gencin gözünden anlatır. Ortakçılık, Amerika’da köleciliğin ardından gelen ve yaklaşık yüzyıl sürmüş, siyahîlerle birlikte yoksul beyazların da maruz kaldığı, tarımsal üretim etrafında gelişmiş sosyal sistemdir. Amerika’da Afrika kökenli siyahîler, 1865 yılında köleliğin yasaklanmasıyla özgürlüklerine kavuşurlar. Sounder’ın sahibi ve ailenin babası da azad edilmiş anlamında freedmen denilen bu insanlardan biridir. Azad edilmişler, kölelik dönemlerinde pek çok beceriyi öğrenme veya geliştirme fırsatına sahip olmadıkları için genellikle tarım emekçisi olarak, hatta çoğu zaman onları köleleştiren aileler için çalışır. Bu sistem içinde bir arada kalmaya çalışan ailenin hikâyesi ile Sounder sarsıcı insanlık sorunlarıyla bir yüzleşmedir.
Bir çocuğun bir hayvanla kurduğu bağın ne kadar derin olabileceği, av köpeği Sounder’ın güçlü karakteri hakkındaki çarpıcı tasvirlerle gözler önüne serilir: “Sounder’ın sesine paha biçilemezdi. Bu ses, büyük göğüs kafesinden ve geniş çenesinden âdeta bir mağaranın içinden yankılanıp geliyormuşçasına çıkıyordu; daha dışarıya ulaşmadan yarı yankıya dönüşüyordu. Avını ağaca kaçmak zorunda bırakan Sounder’ın geceyi dolduran ani havlamasını duyan bir yabancı, ağacın altında bir değil, altı köpek olduğunu düşünebilirdi. Ama kırsalın tamamında, verandalarının direklerine yaslanmış veya kulübelerinin kapılarında dikilmiş olan komşular, bu sesin Sounder’a ait olduğunu biliyorlardı.”
60’ların Amerikan toplumunda hem bir çocuğun hem de bir siyahînin sahiplendiği bir köpek olarak Sounder’ın, haksızlıklar karşısında değerli bulup sığındıkları dostlukları, yollarına devam etmek için onlara güç verecektir.