Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Alice Munro yazmayı bıraktığını söyledi. Ancak Türk okuyucuları onun henüz tüm öykülerini okumuş değil.Bizi sıradan kadınların dünyasına davet eden Munro'nun yazı hayatını Türkçeye yeni çevrilen 'Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik' kitabı çerçevesinde değerlendirdik.
Hayat bir oyun gibi kuruluyor diyor sanki Alice Munro: '…Al ve bak, işte şu kadın ve şu adam dünyanın şu yerinde şöyle şöyle yapıyorlar, bazen iyi yapıyorlar, bazen de kötü yapıyorlar. İyi yapabildikleri gibi kötü de yapabiliyorlar, işte bak görüyorsun.' 1931'den beri Kanada Ontario'da gündelik hayatın akışını geldiği gibi kavrayan ve bu akışa bakarak durduğu yerde uzun öyküler yazan bir insan A. Munro. Dur durak bilmeden yazan insanlardan değil. Çünkü hayat onun için bir durma-duraklama yeri anlamına da geliyor. Yine de şurası açık; A. Munro'nun durma ve duraklamalar içinde karşıladığı hayat tam da bu biçimiyle aslında herkesin kendinde bulabileceği bir kocaman kesinlik içindeki insani gerçekliği de koyuyor ortaya. Ve tam da bu gerçeklik içinde kavrayabileceğimiz bir başka gerçek; A.Munro bir kadın ve öykülerindeki dizgeyi de sürekli biçimde A. Munro'nun kadın kahramanları belirliyor.
Sözgelimi S.Polley tarafından 2006'da filme çekilen 'Ayı Dağı Aştı Geldi' adlı insanı darmadağın ettiği yerde bir güzelce de toparlayan öyküsündeki Fiona gibi. Ya da yine aynı kitapta kitaba adını veren 'Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik' adlı öyküdeki Joanna gibi… İster hasta, ister sağlıklı, ister kurnaz, oyunbaz, isterse katı yürekli ya da sevecen olsun açık biçimde her nasılsalar öyle oldukları gibi olabilen karakter sahibi kadınları okuyoruz onun öykülerinde.
A. Munro'nun öykülerine hiç de sıkı ve klasik olmayan ama bir o kadar da sağlam ve özgün birer form kazandıran şeyi bu karakter sahibi kadınların belirleyiciliğinde aramak gerekiyor belki de.
İlk anda şaşırtıcı gibi görünse de bir A. Munro öyküsüne özgün formunu kazandıran bir sürekliliğin benzersizliği de denilebilir buna. Yanıltıcı olmamak için açıklamak gereği duyuyorum; benzersizlik derken herhangi bir biçimdeki eşsiz, yegane vs. gibi gergin övgülerle dolu bir şey değil söz etmek istediğim. Tam aksine kendinden başka bir şeye benzemeyen bir benzersizlikten söz etmek istiyorum.
Şöyle de denilebilir; A. Munro'nun her bir öyküsü, içindeki bütün kadınca belirlenmişliğe rağmen kadını da aşan ve içine alan daha oylumlu bir şeye- bir o da, bir ev ya da uzakta bir taşra kasabası veya bir şehir gibi bir şeyin belirlenmişliğine- dayanıyor.
Oda gibi, ev gibi, kasaba gibi, şehir gibi hatta belki bir ülke gibi müstakil öyküler A. Munro'nun öyküleri. Daha çok bir odayı hiç abartmadan santim santim dolaşır gibi, bir evin içinde herhangi bir yerden başlayarak evi tanıtır gibi, bir kasabayı ya da bir şehri ağır ağır gezip dolaşır gibi yazılan öyküler. O kadar ki, yazarın gidip gelişlerinden sonra oturup yazarak bize ilettiği, anlattığı uzak bir yazı değil bu. Daha çok yazarken yanında gezip dolaşır gibi olduğumuz, sepetlere dolup boşalan kirazları, şeftalileri aynı anda görebildiğimiz daha yakınımızdaki bir yazı…
A. Munro'yu okurken bir hediyeden yola çıkarak size hediye edeni çok da sevmediğiniz halde sırf hediye ediş biçimini ve hediye edilen şeyi sevdiğiniz için ne yapacağınızı şaşırdığınız bir durumla karşı karşıya gelebiliyorsunuz, sözgelimi Joanna şimdi bunu niye yaptı? diye sorabiliyorsunuz mesela ya da Fiona şunu neden yapmadı?... Ama hangi A. Munro öyküsünü okursanız okuyun, A. Munro'nun, kahramanlarına karışmayan ve onlara bizi de içine koyduğu bir davranış alanı oluşturarak yazan bir yazar olduğunu düşünerek kendi sorunuzla baş başa kaldığınız yerden okumaya devam ediyorsunuz.
Bütünüyle yerinden haber veren bu öykülerde en çok da bir yerliliği, bir yerleşmişlikle birlikte gelen belki alışılmamışlık da diyebileceğimiz bir garip insanlık halini görebiliyor ve sözgelimi yakın zamanlarda dağlarından enerji devşirilmek istenen Kanada kasabalarında yaşayan halkın kaya gazı için yapılan çalışmalara gösterdikleri şaşkın tavırları anlayabiliyor hatta bir zaman yaşanan ekonomik kriz sonucunda bakım masrafları karşılanamadığı için yılkıya terk edilen atların sebebini bilmedikleri bu özgürlük içindeki dörtnala koşularını aklınıza getirebiliyorsunuz.
A. Munro'nun öyküleri bütün bu yoğunluklarına rağmen bağırıp çağıran öyküler değil. Çünkü onun kahramanları sanki de kabul edilen bir kaderi yaşarken bir anlamda da hayatın getirdiği oyunları ortaya koymak istercesine bu oyunun kurallarını yerine getirirken bağırıp çağırmaktan öte bir izi, bir sızıyı göstermek istiyorlar. Ve A. Munro kahramanlarının içinde oldukları bu insani oyunu anlatıyor bize. Bakın diyor, şu izleri takip ederseniz Fiona'nın o sorduğunuz şeyi neden öyle yapmadığını görebilirsiniz, ya da Joanna'nın neden böyle yaptığını…
Çoktan beridir A. Munro'yu Kanada'nın Çehov'u olarak öven dünya edebiyat çevrelerinin hayranlıklarının bir sebebini de bu iz bırakan öykülerinde aramak gerekiyor sanırım. Çoğu büyük yazarın uzun anlatılarla ortaya koyabildikleri bu beceriyi onun kısa sayılmayacak ama bir roman da denilemeyecek öykülerinde başarmış olması işte tam da bu yazınsal izlere bakıldığında pek şaşırtıcı olmasa gerek.
A. Munro hakkında yazarken aklıma gelen ilk şey şu; bu dur durak bilerek yazan bu kadın yazdığı her öyküde o kadar kolay bir tarz koyuyor ki ortaya ve o kadar kolay biçimde yazabiliyor ki sanki bu öyküleri okumak için aynı kolaylıkta okuyabilecek yetenekte okurlar istiyor karşısında. Bu kolaylık için de sadece gerçek olanı görüp yakalayabilecek, biraz durup izleyecek, görüp hissedebilecek kuvvette bir algılama yeteneğine çekiyor dikkatimizi.
Hayat bir oyun gibi kuruluyor diyor sanki, al ve bak, işte şu kadın ve şu adam dünyanın şu yerinde şöyle şöyle yapıyorlar, bazen iyi yapıyorlar, bazen de kötü yapıyorlar. İyi yapabildikleri gibi kötü de yapabiliyorlar, işte bak görüyorsun diyor biz okurlarına.
Bundan dolayı içinde yer aldığı taşrayı, yerel olanı hiç de yekinmeden ortaya koyabiliyor ve küçük hasta çocukların gözünden baktığı gerçek hayatı biz güya büyük okurların önüne sanki az önce fırından çıkarmış olduğu elmalı turtaları ya da kalp kalıbındaki kurabiyeleri sunarmış gibi sunabiliyor.
Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik
Alice Munro
Can Yayınları
2013