Büyük bir ormanda, ulu bir ağaca sırtınızı verin ve bu ağacın sesini dinleyin. Sizce neler anlatıyor? Kaç yıldır orada, akrabaları hangi yöredeler? Neredeyse yarım yüzyıl önce Ankara’da, Dikmen sırtlarında yalnız bir alıç ağacıyla bilge ruhlu bir üniversite hocası sohbetinden çıkan Alıç Ağacıyla Sohbetler de tam olarak böyle bir serüveni anlatıyor. Vefatının üzerinden 47 yıl geçen doğa bilgini Prof. Dr. Hikmet Birand arkasında önemli eserler bıraktı. Bu eserler doğayı daha iyi tanımamızı sağladı. Onun çalışmalarını bugün öğrencileri sürdürüyor. Devam eden bu çalışmlar Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Alıç Ağacının Gölgesinde Anadolu Bozkırları kitabında bir araya geldi. Ben de kitabı hazırlayan, doğa bilimci Tuna Ekim’e bitkilerin bize neler anlattıklarını sordum. “İnsanlarda nasıl aynı fikir yapısına, aynı düşüncelere sahip olanlar, benzer isteklere gerek duyanlar bir araya gelip dernekler, spor kulüpleri, federasyonlar, hatta siyasi partiler kurarlarsa; bitkilerin de insanlar gibi aynı istekleri duyanları bir araya gelir ve çeşitli hiyerarşik sosyolojik birlikler halinde yaşarlar” diyor Ekim ve devam ediyor: “Örneğin ışık seven bitkiler bozkırlarda, gölge sevenler ise yaprak dökmeyen ormanlarda yaşar. Tuzlu - çorak alanlarda; serpantin, kalker ana kaya üzerinde; derin topraklı yerler yanında kaya üzerinde yetişen bitkileri ancak o ortamlarda izler, başka ortamlarda rastlayamazsınız.”
Ekim’e bitki sosyolojisinin ne demek olduğunu soruyorum. O da bana, pazarlarda süs bitkisi olarak satılan orkideler ancak tropiklerde doğal yayılış gösterdiğini, Kızılçam’ın daha sıcak Akdeniz sahillerinde, sarıçam ise daha serin Karadeniz dağlarında yetiştiğini hatırlatıyor ve ekliyor: “Kısacası hemen her ortamda yetişebilen arsız otlar dışında her ekolojik şarta uyan bitkiler de ayrı birlikler halinde dünyada yayılırlar. Dolayısı ile bitki sosyolojisi “bitkilerin cemiyet hayatını inceleyen bir bilim dalıdır” diye tarif edilir.”
Tuna Hoca, Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı ile Sohbetler” adlı kitabını bir genel botanik kitabı sayılacağını söylüyor ama ekliyor: “Hikmet Hoca bitkiler hakkındaki bütün konuları, onların hücre ve organ yapılarından ekolojik istekleri, sosyolojileri, yayılışları hakkındaki temel bilgileri, sulardan nasıl karalara geçtiklerini, dünyada ve nasıl yayıldıklarını bir sohbet havası içinde okurlarına anlatır. Ülkemizin bitkiler açısından önemli yerlerinin bitki doku ve yapısını da ek olarak okuyuculara anlatır. Kitap, esasında tipik bilimsel bir kitap olmakla birlikte, anlatışındaki sadelik ve kolay anlaşılabilirlik açısından halkın çok ilgisini çekmiş TRT de akşamları yayınlanan arkası yarın programında okunmuş, TUBİTAK tarafından 15’e yakın baskısı yapılmış, son olarak TEMA Vakfı tarafından tekrar yayınlanmıştır. Bu veriler kitabın çok yaygın bir okuyucu kitlesi tarafından izlendiğini, okunduğunu açıklamaya yeter.”
Peki biz kendi floramızı tanıyor muyuz? Ekim, Milli Botanik Bahçemiz kuruluş safhasında olduğunu söyleyerek cevap veriyor bu soruma: “Dünyada bitkiler okullar, üniversiteler dışında halkın ilgisini çekecek bazı kuruluşların faaliyetleri ile de öğrenilir ki bunların başında botanik bahçeleri gelir. Bu bahçeleri gezen ziyaretçiler hem ülkelerinin çeşitli yerlerinde, hem de dünyanın değişik iklimlerinde yetişen bitkileri onların yetişmesine uygun olarak düzenlenmiş açık alanlarda veya değişik iklime sahip seralarda görme, inceleme olanağına sahip olurlar. Bu bahçeler değişik bitki gruplarına ait derneklere, belediyelere, üniversitelere ait olabilecekleri gibi, daha kapsamlıları devlete ait Milli Botanik Bahçesi de olabilir. Ülkemizde henüz Milli Botanik bahçemiz kuruluş safhasındadır. Ankara’da kurulacak bu bahçe yanında ileride hemen her bölgemizde bu bahçelerin şubelerinin açılması halkımıza bitki bilimini öğretecek ve onları doğa koruma konusunda eğitecektir. Bu konuda halkın eğitilmesinde önemli bir araç olan Türkiye Florası (bitkileri) kitabımız henüz ana dilimizde yeni yazılmaya başlanmıştır.”
Endemik bitkilerimizi tanımak için ülkemizin florasını iyi tanımamız gerektiğine dikkat çeken Ekim, ülkemiz hem tohumlu bitki sayısı (12 bin) hem de endemik bitki sayısı ( 3bin 500) bakımından, içinde bulunduğumuz ılıman iklim kuşağında, dünyanın en zengin ülkesi olduğunu hatırlatıyor.
“Böyle bir zenginlik içinde, kaybettiklerimiz var mı?”diye soruyorum Ekim’e. O da kaybettiğimiz kaybettiğimiz bitkiler konusunda henüz kapsamlı bir çalışma yapılmadığını ama farklı çalışmaların sürdüğünü hatırlatıyor: “Daha evvelce benim de yazarları arasında bulunduğum Türkiye bitkileri kırmızı kitabında 15 kadar türün kaybolduğunu yazmıştık. Bunların pek çoğunun Keban Barajı altında kaldığını düşünülüyordu. Ancak bu kitap 2000 yılında çıktıktan sonra, 2010’larda Erzincan’da çalışan bir genç botanikçi meslektaşımız Ali Kandemir bunlardan çoğunu tekrar toplamıştı. Şimdi bu kırmızı kitabın revize dilmesine başladık. 4 yıl sonra bu çalışma tamamlandığında daha kesin bilgi verebilir. Ancak özellikle bozkır alanlarımızda kaybolma tehlikesinde olan türler vardır ki, bunlar hakkındaki bilgiyi kitabımızda iki genç meslektaşımın hazırladığı bölümde bulabilirsiniz.”