Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, sezonu matematik ve sanat arasındaki güçlü ilişkiye ışık tutan özel bir sergiyle karşılıyor. 2024 Macar-Türk Kültür Yılı kapsamında düzenlenen ve Macaristan Ulusal Bankası’nın oluşturduğu çağdaş koleksiyona dayanan “Hesaplar ve Tesadüfler: Macaristan Ulusal Bankası Koleksiyonu’ndan Algoritma Sanatı” sergisi; matematiksel şemalar ve seriler üzerine kurulmuş üç önemli hayatı tanıtıp aralarındaki benzerlikleri keşfetmeye davet ediyor. Sergide, algoritma ve bilgisayar sanatının öncü ismi Vera Molnár, Dóra Maurer ve Gizella Rákóczy’nin çalışmaları yer alıyor. Sanat ve matematiği, düzen ve düzensizliği bir araya getiren üç sanatçının çalışmalarını odağına alarak sanatseverlere soyutlama ve algoritmanın büyüleyici dünyasında bir yolculuk sunan serginin küratörlüğünü Kinga Rózsa Hamvai üstleniyor.
Serginin baş kahramanı, algoritma sanatının en önemli isimlerinden Vera Molnár. Budapeşte Güzel Sanatlar Akademisi’nde klasik sanat eğitimi alan Molnár, akademide geçirdiği yıllarda bir soyut sanatçı olduğunu çoktan ilan etmiş bir isim. 1960’ların başlarında bilgisayarlar henüz emekleme çağındayken onlarla çalışmaya başlıyor. 1947’de, kendisi gibi ressam olan gelecekteki eşi François Molnár ile önce Roma’ya, ardından Paris’e taşınan Molnár, bilgisayarla burada tanışıyor. 1968’de Paris Üniversitesi bilgisayar merkezinin kapısını çaldığı o günü bir röportajında şöyle anlatıyor: “Merkezin müdürüne bir bilgisayarla sanat yapmayı denemek istediğimi söyledim. Bana öyle bir bakış attı ki, beni kilit altına almaları ya da böyle bir şey için hastabakıcı çağırması gerektiğini düşündüğü hissine kapıldım. Daha sonra tanıştığımızda bana şöyle dedi: ‘Sana evet dedim çünkü Voltaire’in şu sözü aklıma geldi; Söylemekte olduğunuz her şeye tamamen karşıyım fakat aklınızdakini yapma, söyleme ya da yazma hakkınızı ölene dek savunacağım.’ İşte bu yüzden bana evet demişti. Bilgisayar bilim insanları ve araştırmacılar içindi. Benim bir ayrıcalığım yoktu ama bu benim için bir onurdu.” Böylece eşiyle birlikte kendini matematik ve bilişim teorisinin eril dünyasında bulan sanatçı, 1968’de Sorbonne Üniversitesi’nin araştırma laboratuvarında gerçek bir bilgisayar kullanarak ürettiği eserlerle dünyanın ilk bilgisayar sanatçıları arasında anılmaya başlandı. Araştırma kariyerine devam eden eşiyle birlikte bağımsız çalışmalarında yakın bir işbirliği içerisindeydi. 1974 ve 1976 yılları arasında birlikte Fortran programlama dilinde yazıları eşsiz bir algoritmada “yüzde birlik düzensizliğe” izin veren “Molnárt Sistemi”ni geliştirdiler. Ayrıca sanatçının son dönem eserleri arasında NFT alanında yaptığı çalışmalar da bulunuyor. Geçtiğimiz yıl Aralık ayında 100. doğum gününe bir ay kala vefat eden Molnár, dijital çağın sanatsal araçlarını kullanarak geliştirdiği yenilikçi bakış açısını yaşamının sonuna kadar devam ettirdi. “Hesaplar ve Tesadüfler” sergisinde sanatçının, “Dairenin Dikdörtgenleştirilmesi”, “İkonlar”, “Yavaş Dönme Hareketi”, “Hiperdönüşüm”, “Kare Yapılar” ve “Elektra” gibi öne çıkan eserlerini görmek mümkün.
1937 tarihinde Budapeşte’de doğan Dóra Maurer’in elli yılı aşkın bir süredir farklı türlerde ürettiği işleri, grafikten fotoğrafa, filme ve şekillendirilen resme kadar uzanıyor. Çocukluğunda hobi olarak resimle uğraşan babası sayesinde her türlü resim araç gerecini miras edindiğini söyleyen Maurer’in tüm ailesi resim yapmasına çok sevinmiş. “Kulağa sanki çocukken bir sanatçı olmaktan başka bir şey istememişim gibi geliyor. Aslında, o zamanlar ‘sanat’ sözcüğünü bile bilmiyordum. Tüm bildiğim, bu şeyin kendisiyle uğraşmak isteğimdi” diyen Maurer, eğitimini görsel sanatlar lisesinde tamamladıktan sonra Macar Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmiş. 1964 yılında baskılarından biri Viyana’daki Albertina Müzesi tarafından satın alınmış ve çalışmaları ilk kez kalıcı bir koleksiyonun parçası olmuş. Maurer’in eserlerinin neredeyse tamamı merkezi hareket ve itilmeye dayanan, istikrarlı bir tema etrafında şekilleniyor. Maurer, üretim sürecini şu sözlerle tarif ediyor: “Beni –kötü bir tabirle– yapının tematik hale gelişi ilgilendiriyor. Yani bir izlenim veya deneyim sonucu kurduğum bir model durumuna birden fazla bileşen –bunlar geometrik şekiller veya sözlü biçimde zor tanımlanabilen insani özellikler de olabilir– katıp, bunları uygun bir düzen yardımıyla birbiriyle çakıştırıyorum. Oluşanı izlemeye devam ediyorum, mümkünse tekrar şekillendiriyorum.” 1970’lerden itibaren Maurer, fotoğraf ve hareketli görsellerde denemeler yapmaya başlıyor. 1973 yılında ikonik Macar deneysel film prodüksiyon stüdyosunun üyesi oluyor. Sanatçının “Öğrenilen İstemsiz Hareketler” (1973) ve “Zamanlama” (1973-1980) filmi, sergide sanatseverlerle buluşan eserler arasında.
Pera Müzesi, her sezon olduğu gibi bu sezon da çağdaş sanatçılarla iş birliği yapmaya ve onlara alan açmaya devam ediyor. Müzenin 4. ve 5. katında eserleri bulunan algoritma sanatının öncü ismi Vera Molnár’a saygı duruşunda bulunan “Vera Molnár’ın İzinde” sergisi “Hesaplar ve Tesadüfler”e eş zamanlı olarak müzenin 3. katında güncel sanatın başarılı isimlerine ev sahipliği yapıyor. Sergide Molnár’ın eserlerine, 16 güncel sanatçının, bu çalışmalardan ilhamla ürettikleri yapıtlar eşlik ediyor. Molnár’ın çalışma yöntemlerini kullanarak veya onun görsel dünyasına atıfta bulunarak, video ve artırılmış gerçeklik gibi güncel medya araçlarıyla eserler üreten sanatçılar arasında Refik Anadol, Arno Beck, Peter Beyls, Snow Yunxue Fu, Mario Klingemann, Patrick Lichty, Frieder Nake, Casey Reas, Antoine Schmitt, Erwin Steller, Tamiko Thiel and /p, u2p050, Iskra Velitchkova, aurèce vettier, Mark Wilson ve Samuel Yan yer alıyor. Molnár’ın sanatsal üretimine yakından bir bakış sunan serginin küratörlüğünü Richard Castelli ve Zsófia Máté üstleniyor. Adını, Vera Molnár’ın usta sanatçı Klee’ye ithafen ürettiği “Paul Klee’nin İzinde” eserinden alan “Vera Molnár’ın İzinde” sergisi, daha önce de doğumunun 100. yılında Molnár’ın onuruna düzenlenmiş ve 2024 başında köklü sanat kurumlarından Ludwig Müzesi’nde sanatseverlerle buluşmuştu.
1947’de Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de doğan ve 2015’teki ölümüne kadar orada yaşayan Gizella Rákóczy, geometrik sanatın önde gelen isimlerinden biri olarak sergide yer alan bir diğer kadın sanatçı. Macaristan Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitiminin ardından çağdaşı pek çok isim gibi Paris’e gidiyor. Saint-Denis Katedrali’nin bozulmamış Gotik cam pencerelerindeki kaleydeskopik ışık paleti, kırk yıllık sanat hayatı için temel bir referans noktası oluyor. Rákóczy’nin mekânsal ilhamı katedral ile sınırlı kalmıyor. 1976 yılında İskoçya’daki bir mezarlıkta bulunan mezar taşındaki antik bir İskoç diyagramına rastlıyor. Rákóczy bu rastlantıyı, “Antik İskoç diyagramı, dört kollu spiral yasalarını incelemeye olan ilgimi uyandıran şey oldu ve bu konu yaklaşık yirmi yıldır kafamı meşgul ediyor” sözleriyle anlatıyor. Bu tarihten itibaren dört kollu spirallerin hareketlerini ve seri olasılıklarını araştırmaya başlıyor. Sergide yer alan “Dört Kollu Spirallerin Dönüş Yönleri”adlı eser, dört kollu spirallerden oluşan bir sistemle çalışan sanatçının, bu yapıları “kombinatorik” bir yaklaşımla nasıl incelediğini gösteriyor. 1998’den sonra, dört kollu spirallerin sayı yasalarına dayanan tempera resimlerinin yerini suluboya alıyor ve Rákóczy yarı saydam boyanın tonlarını Fibonacci dizisinin formülüne göre katmanlandırıyor. 2000 yılından itibaren ise Girit çizgilerinin labirentiyle ilgilenen Rákóczy’nin bu dönemki eserleri, antikçağdan bu yana önemli bir sembol olan labirentin, geometrik formlar ve matematiksel yapılarla ilişkisini inceliyor. “4 Renkli Labirent” (2005) adlı eser, sanatçının bu sembolik yapıyı nasıl bir sanatsal araştırmaya dönüştürdüğünü gösteren önemli bir çalışma olarak sergide yer alıyor.