Cumhuriyet döneminin genç tarih hocalarından olup Erzurum Tarihi ve Ahlat Kitabeleri adlı eserleriyle ölümsüzleşen Abdurrahim Şerif Beygu vefatının 80. Yılında Eskişehir’de bir grup Erzurumlu tarafından mezarı başında anıldı. 49 yıllık kısa yaşamında çok önemli tarihçileri de yetiştiren Beygu’nun kütüphanesi ve arşivi ise Erzurum sevdalısı bir grup gönüllünün çabasıyla şehre kazandırıldı.
At ve eşek sırtında bin bir zorlukla yaptığı yolculuklarla Ahlat Kitabeleri’nin tarihini kaleme alan ayrıca Erzurum Tarihi Anıtları ve Kitabeleri adlı kitabıyla da yine pek çok araştırmacıya ışık tutan genç cumhuriyetin idealist öğretmenlerinden Abdurahim Şerif Beygu vefatının 80. Yılında Eskişehir Odunpazarı’nda mezarı başında anıldı. Eskişehir Güzel Sanatlar Galerisi’nde Beygu’nun biyografisi ve eserlerinin yer aldığı sergi açılışının ardından Naci Elmalı, Güven Ayber, Neslihan Arzu Keteci ile Alparslan Kotan Beygu’nun 49 yıllık hayatı boyunca yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verdiler. Bugün ismi çok bilinmese de özellikle Erzurum ve Ahlat tarihi açısından iki önemli kaynak eser bırakan tarihçi Abdurrahim Şerif Beygu 1894 yılında Erzurum’da dünyaya geldi. Pek çok ünlü tarihçinin yetişmesine vesile oldu. İlk gençliği Erzurum işgali yıllarına rastlayan Beygu, eğitimini savaş nedeniyle lise son sınıfta bırakıp İttihat ve Terakki Fırkasının Erzurum’daki matbaası olan Salim Polat’ın yönetimindeki Albayrak gazetesinde çalışmaya başladı. Bu yıllarda fotoğrafçılığa da ilgi gösterdi gezdiği tarihi eserlerin fotoğraflarını da çekip kaydetti. İşgal yıllarında Erzurum’dan ayrılmak zorunda kalan Beygu Sivas, Tokat ve Konya’da bulundu ve bu yıllarda Sivas’ta da bir süre gazetede çalıştıktan sonra öğretmenlik mesleğine geçip aynı zamanda yarım kalan eğitimini de Konya’da tamamladı.1924 yılında evlenen Beygu’nun beş kızı dünyaya geldi. Erzurum’dan sağlık sorunları nedeniyle Eskişehir’e giden Beygu henüz 49 yaşındayken 6 Ekim 1944 yılında vefat etti. Bugün ismini taşıyan Erzurum’da bir ilkokul bulunuyor. Öğrencilerinin gayretiyle mezar taşı yapılan Beygu’nun Eskişehir’deki kabrinin yeri ise uzun yıllardır bilinmiyordu. Geçtiğimiz yıllarda tarih araştırmacısı Güven Ayber’in gayretleriyle Odunpazarı Mezarlığı’ndaki kabri tespit edildi. Beygu’nun 80. vefat yıldönümünde bir avuç seveni ise geçtiğimiz hafta Eskişehir’de buluştu. Önce Odunpazarı’ndaki mezarı başında anıldı ardından bir anma toplantısı düzenledi.
Beygu’nun kütüphanesi ve arşivi Erzurum’da
Ahlat Kitabeleri ve Erzurum Tarihi/Anıtları ve Kitabeleri eserlerini yazan Beygu, Erzurum Tarihi kitabının ikinci cildi için de geniş çaplı bir çalışma yaptı. Ancak ömrü vefa etmeyince bu eserini okura ulaştıramadı.A. Şerif Beygu’nun başta şehir tarihi belgeleri olmak üzere oldukça geniş kütüphanesi uzun yıllar ailesi tarafından korundu. Geçtiğimiz yıllarda ise bu kütüphane İstanbul’dan Erzurum’a taşınarak Erzurum Şehir Arşivi’nde korumaya alındı. Bu kütüphane ve arşivin Erzurum’a taşınma hikayesini ise anma toplantısında Beygu’nun ailesiyle irtibat kuran Arzu Keteci’den dinledik. Keteci, Naci Elmalı sayesinde Beygu’nun İstanbul’da adada yaşayan kızı Türkan hanıma ulaştıklarını ve o dönem çıkan Palandöken dergisine kendisiyle geniş bir röportaj yaptığını anlattı. Türkan hanım babasına gösterilen bu vefadan çok etkilenip babasından miras kalan kütüphaneyi kendilerine hediye ettiğini ve Alpaslan Kotan ile Naci Elmalı ile birlikte bu kütüphaneyi Erzurum’a kazandırmak için büyük çaba harcadıklarını ayrıntısıyla dinleyiciyle paylaştı. Keteci, uzun süren görüşmeler neticesinde Erzurum Teknik Üniversitesi hocalarından Prof.Dr. Murat Küçükuğurlu’nun da desteğiyle Erzurum’da bir şehir müzesi kurarak kütüphaneyi araştırmacıların ilgisine sunulduğunu dile getirdi. Abdurrahim Şerif Beygu hakkında ayrıca bir de kitap kaleme alındı. Erzurum kitap ve dergileri üzerine çok geniş bir koleksiyona sahip olan Naci Elmalı ile Prof.Dr. Murat Küçükuğurlu’nun birlikte hazırladığı “Erzurum’un Yüzleri/ Abdurrahim Şerif Beygu” adlı kitabı Beygu’nun hayatını, eserlerini anlatırken aynı zamanda onun hakkında yazılmış yazıları da bir araya getirmiş. Naci Elmalı ise anma programında bu eserinden de bahsetti. Ayrıca Ahlat Kitabeleri için bölgeye gelen Fransız mimar ve sanat tarihçi Albert L. Gabrial’in Abdurrahim Şerif Beygu ile tanıştığını ve onu uluslararası camia ile tanıştırdığını yine Elmalı’dan dinledik.
Tarih aşkını aşıladı
Abdurrahim Şerif Beygu tarihe aşık bir tarihçiydi. Öyle ki onun bu sevgi ve ilgisi öğrencilerine de geçti. Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu,(1917-2005), Prof. Dr. Halûk Karamağaralı (1923- 2009), Prof. Dr. Şerafettin Turan (1925-2015) bu öğrencilerden sadece üçü. Ahlat Kitabeleri’ne tıpkı hocası gibi ömrünü veren Prof.Dr. Halûk Karamağaralı bir röportajındaı Beygu’yu şöyle anlatmış: “Nur içinde yatsın, Abdürrahim Şerif Bey Hocamız, tarih hocasıydı. Yüzbaşı olarak birinci dünya savaşında çarpışmış, Türk ordusunda görev yapmış. Gittiği, gördüğü yerlerdeki eserleri de hiç kaçırmaz. Bazen her şeyi bir yana bırakmış, bulduğu kitabeyle, bulduğu bir eser parçasını inceliyor o arada. Âdet yerini bulsun diye ders programını bırakmamıştır Hoca. Derste anlatır, bahis neyse. Bizi alırdı, Erzurum’daki Selçuklu, Osmanlı eserlerini göstermeye giderdik. Bizi götürürdü, orda onları anlatırdı. Öyle bir hitabla anlatırdı ki, âdetâ gaşyolurduk, yani kendimizden geçerdik. Rahmetli, Erzurum’dan Ahlat’a seyahat etmiş. Bazen at sırtında, bazen yaya olarak. Ve dönüşünde Ahlat kitabeleri diye onun kitapçığını yazmış. Ahlat’ta o kadarını beklemiyormuş. Yani tarihte Ahlat’tan öyle bahsediyor ki kaynaklar, bu harap küçük köy mü Ahlat diye o da şaşırmış. Yaşayan yok, bakkal yok…” Erzurum Tarihi ve Ahlat Kitabeleri kitaplarını yazarken hem kaynak taramak hem de bastırmak için İstanbul’a giden Beygu’nun aynı zamanda Erzurumlu hemşerisi olan Beyazıt Kütüphanesi Müdürü İsmail Saib Sencer ile görüştüğünü, desteğini aldığı yine tarihçi Mükremin Halil Yınanç ile dostluğu olduğu biliniyor.
Eserini bastırmaya gider evladı vefat eder
Beygu, Ahlat Kitabeleri kitabını sadece hazırlarken zorluklar yaşamaz bastırmak için İstanbul’da iken de çok zor günlerden geçer. Hikayesi şöyledir: Eşini ve küçük kızlarını Erzurum’da bırakıp İstanbul’a giden Beygu ailesinden bir mektup alır ve bir kızının daha dünyaya geldiğini öğrenir. Bebeğe İnanç adını veren aile bir süre sonra bebeğin hastalandığını ikinci bir mektupla Beygu’ya bildirir. Beygu ya kitabını bastırmadan kızının yanına geri dönecektir ya da eserini bastıracaktır. Kararını eserinden yana verir ve geri dönmez. Kitabını bastırıp Erzurum’a döndüğünde ise küçük kızının vefat ettiğini öğrenir.
Farsça öğrendi ve fotoğrafçılığa meraklıydı
Yazdığı kitaplarda tarihi eserlerle ilgili sadece bilgi vermeyen Beygu görsellerle de eserlerini süslemiştir. Fotoğrafçılığa ilgi duyan Beygu aynı zamanda çektiği fotoğrafları da kendi tap eder. Ayrıntıları ise kızı Leman Şerif Beygu’nun verdiği bir röportajdan öğreniyoruz: “Oturduğumuz iki odalı evimizin bir odasının altını karanlık oda olarak kullanır ve çektiği resimlerin camlarının negatiflerini orada banyo ederdi. Fotoğrafçılığı kendi kendine öğrenmişti. Sonraları kitapları arasında fotoğrafçılığa ait bir risale bulmuştum. Fotoğrafları üç ayaklı bir sehpa üzerinde ve körüklü fotoğraf makinesi ile çekerdi. Yine kitabeleri, fermanları, vakıf kayıtlarındaki Farsça ibare ve ifadeleri okumasına yardımcı olur düşüncesiyle Tivnikli Faruk Bey isimli bir zattan haftanın belirli günleri evimizde Farsça dersleri alırdı. Fransızca dersleri aldığını da zannediyorum. 1942 senesinin başında henüz Eskişehir’e nakletmeden önce çok kısa bir süre –bir ay gibi- babamın sınıfında olma mutluluğuna ermiştim. Bizans tarihinin Jüstinyen Devrine ait dersinin ve mozaik sanatının özellikleri hakkındaki teknik bilgi hala aklımdadır. Öğrenciye dersi derste öğretir ve tarihi sevdirirdi. Birkaç höyük hafri Birkaç höyük hafriyatına çağrılmış ve hepsine katılmıştır. Hamit Zübeyir Koşay –Arkeoloji Müzesi Müdürü- ve yabancı bir heyetle beraber Karaz Höyüğünde günlerce kazılara katılmıştı. Aynı zamanda Çatalhöyük kazısında da bulunmuştu.” İsmail Hacıfettahoğlu ise Beygu hakkında kaleme aldığı bir makalede Beygu’nun tarihe olan merakı hakkında başka ayrıntılı bilgiler veriyor.
İhtiyar yaşadı genç öldü
49 yıllık hayatını öğrenmeye ve öğrendiklerini anlatmaya adayan tarihçi Abdurrahim Şerif Beygu’nun vefat etmeden önce Trabzon tarihini yazması için de davet edildiği ancak sağlığının el vermediğini ve bu yüzden geri döndüğünü yine sağlık sorunları nedeniyle Eskişehir’e gittiğini ve burada vefat öğreniyoruz. Dostu okul arkadaşı Sıtkı Dursunoğlu onun vefatından sonra Beygu’yu şöyle anlatıyor: “İhtiyar Yaşadı, genç öldü… Onu eskiden ve yakından tanıyan dostları bilirler ki; o, çocuk denecek yaşta da, sırtında hafif kamburu, alnında çizgi çizgi çile izleri taşırdı. İdadiden itibaren onu bir de tarih merakı sarınca, beşerin bu eski ilmiyle sanki kol kola yürümeğe başlamış, o geçkin ilimle bu genç adam, zaman hususunda da bir birlerini ayarlamak ister gibi olmuşlardı. Anadolu Türk tarihinin en bakir ve karanlık safhasını onun ‘Ahlat Kitabeleri’ ile tanıdık. Taşın ve yazının (Yazıt) kekeme dilini, günlerce mihnetli kağnı yollarını aşarak, ev diye oyuklarda yatarak, çok kere ekmeğine katık bulamayarak o çözdü. Büyük müsteşrikler tarafından takdir edilen eser, yarınki Anadolu tarihçisinin en kuvvetli mehazıdır.”
Ruhu şad olsun!
Garp tarihçilerinin takdirini kazandı
Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, Abdurrahim Şerif Beygu’yu vefatından sonra bir yazısında şöyle anlatır: “Rahmetli Abdurrahim Şerif’i Erzurum mıntıkasına Maarif Emini olarak gittiğim zaman tanımıştım. 1927 yılı Aralık ayı içinde Erzurum’a varmıştım. Pek ağır kış vardı. Hayatımda ilk olarak sıfırın altında 32 santigrat kış görüyordum. Mermer gibi karların dağları, ovayı, bütün ufku kapladığını hayretle seyrediyordum. İnsanın iliklerine kadar işlediğini sandığım o yaman kış soğuklarında Erzurum’un maarif elemanlarını tanımağa çalışırken Abdurrahim Şerif Beygu’yu ilk olarak Gölbaşı’ndaki Öğretmen Okulu’nda görmüştüm. Oranın tarih öğretmeni idi. Daha ilk görüşümde Abdurrahim’i sevmiş, bilgi ve gayretlerini takdir etmiştim. Arkadaşlarımı tanıdıkça Erzurum’u sevmeğe başlamıştım. Kış pek sertti, lâkin öğretmenlerin toplu bir halde gösterdikleri samimi çalışmaların verdiği gönül sıcaklığı karşısında çok heyecanlı geçiyordu. (… ) Ahlat kitabeleri Abdurrahim’in yapmış olduğu Ahlat seyahati ile Milli Kütüphanemize bir eser kazandırdı. Yani ‘Ahlat Kitabeleri’ adındaki millî eser yazıldı. Ahlat Kitabeleri eseri garp tarihçilerinin çok takdir ettikleri bir eserdir.”