Türkiye'nin Oscar adayı olan film, aslında özgün bir film değil. Güney Kore yapımı Miracle in Cell No.7'den uyarlama. Bu yüzden olsa gerek sosyal medyada eleştirilerin ardı arkası kesilmedi. Sadece Oscar’a gönderilmek için seçilmiş bir film olduğunu söyleyenler başta olmak üzere gişe filminin uluslararası bir arenada Türkiye’yi temsil edemeyeceğine tepkili pek çok kişi var. Türkiye için Oscar yarışının başlamadan bitip bitmediğini ise sinema sektörüyle konuştuk. Sinema Yazarı Suat Köçer, Oscar Uzmanı Kerem Akça ve Yönetmen Yeşim Tonbaz Güler, Türkiye’nin bu seneki Oscar adayı filmini yenisafak.com’a filmini değerlendirdi.
Oscar'da yabancı film kategorisinde özellikle 10 yıldır bir değişim oldu. Artık 'Uluslararası Film' dalında Cannes, Berlin, Venedik başta olmak üzere A-listesi festivallerde açılmış veya ödül almış filmler başa oynuyor. İlk 10'a kalanlar da böyle bir eğilime sahip. O yüzden de bu durumu göz önünde bulundurmadan filmler gönderilmeye devam ederse kendi kendimize zarar veririz. 2016'da ilk 5'e giren "Mustang"in Türkiye'den yollanmaması sonrası Fransa'dan aday olduğu hatırası taze bir olay.
Elbette bizim filmlerimizin ABD dağıtımcısı olmaması bir dezavantaj. Ama 2021 Oscar'ları için Venedik'ten sıcağı sıcağına Eleştirmenlerin Haftası Bölümü'nden zaferle dönen "Hayaletler" gönderilmeliydi. En azından 10'luk kısa liste şansı olurdu. Azra Deniz Okyay imzalı film, hem #metoo dönemine uygun bir söyleme, hem de irade öyküsüne sahip. Tam Akademi'nin bu yıllardaki cinsiyet eşitsizliğine karşı tavrına cuk oturuyor. Ama ticari filmleri göndermek yarışın baştan kaybedilmesi anlamına geliyor. Türkiye adına en ufak bir heyecan taşımıyorum bu tercih sebebiyle.
Oscar'a film gönderen kurul, kendi iyisini seçmeyi sürdürürse böyle fırsatları daha çok teperiz. Kurulun Akademi Ödülleri'nin değişen kurallarına hâkim isimlerden kurulması gerekiyor. "Parazit"in 2020 Oscar'larında zaferini, 'bir Kore yeniden çevriminden çıkan gişe bombası başarılı olur' diye yorumlamak hiç evrensel bir düşünce yapısı değil! Bong Joon-Ho'nun filmi Cannes'da Altın Palmiye alarak yürüyüşüne başlamıştı.
Oscar, bütün olarak sancılı ve gerçekten uzun bir süreç. Mesele sadece bir film seçip gönderme meselesi değil. Seçilen filmin süreç içerisinde özellikle Amerika’da iyi tanıtılması, akademi üyelerine seyrettirilmesi ve bu konudaki tüm adımların atılması gerekiyor. Türkiye’nin de aday olduğu yarışma bölümü zaten tek ödülün verildiği sınırlı diyebileceğimiz bir alan. Diğer adaylar ekseriyetle iddialı yapımlardan oluşuyor ve çok erken başlıyorlar çalışmalarına. Amerikan kamuoyunda, özellikle sinema çevrelerinde çok ciddi çalışmalar yapıyorlar ve bununla ilgili çok büyük bütçeler ayırıyorlar. Ekipler kuruyorlar, bir süreç yönetiyorlar. Ne yazık ki bizdeki algı aşağı yukarı şöyle: Bir film seçelim ve gönderelim. Orada başının çaresine baksın.
Aslında hem bakanlığın hem Sinema Genel Müdürlüğü’nün bu alanda çabaları var. Fakat bu çabalar yetersiz. Çünkü bu iş sadece Sinema Genel Müdürlüğü’nün çabalarıyla olacak bir iş değil. Bunun bir devlet politikasıyla desteklenmesi ve daha fazla ciddiye alınması gerekiyor. Türkiye’deki sürecin doğru ilerlemesi gerekiyor.
Bir başka önemli nokta da şu; Oscar’ın birtakım kriterleri var. Filmlerin seçilmesinde bazı anlayış ve nüanslara dikkat ediliyor ve bu anlayış ve nüanslar sabit kalmıyor, yıllar içerisinde güncelleniyor. Zamana ve ortama bağlı olarak çeşitli eğilim ve yönelişler etkili olabiliyor. Bu bağlamda ödüllerin veriliş kriterlerinin çok iyi anlaşılıp dikkate alınması lazım. Türkiye’deki filmlerin de bu anlayış gözetilerek seçilmesi gerekiyor. Yalnızca Türkiye kamuoyu düşünülerek film seçilmesi büyük yanılgı olur. Nitekim bunun sonuçlarını da görüyoruz.
Bu yılki aday filmle ilgili yaşanan tartışmayı da çok doğal karşılıyorum. Filmin hikâye anlamında bize ait olmaması ve bir Kore filminden uyarlanması doğru bir tartışma zemini. Fakat şunu da düşünmek lazım: Acaba bu zamana kadar gönderilen filmlerin ne kadarı bize ait filmlerdi? Ne kadar bize ait hikâyelerdi? Bunu da gözden kaçırmamak lazım. Uyarlama bir Kore filmi neden ülkemizi temsilen yarışmaya yollanıyor, bunun da etraflıca tartışılması lazım.
Bir ülkeyi Oscar’da temsil edecek film, aynı zamanda o ülke sinemasını da temsil ediyor demektir. Öncelikle, Türkiye sinemasını bir imitasyonun temsil edecek olması fikri ile Oscar başarısı beklemek doğru gelmiyor bana. Bu yalnızca, orijinal içerikte değil, replika içerikte bir başarı denemesi olur. İkinci olarak, yabancı dalda şu ana kadar nelerin kabul gördüğüne de bakmak gerekirse, gişe filmlerine nazaran festival işi filmlerin bu kategoride aday olabildiği çok açık. Bir filmin çok izlenmesi, izlenirken çok ağlatması gibi kıstaslar bu denklemde yer almıyor. Kaldı ki Ayla ile bu süreci tecrübe ettik.
Ayrıca, Oscar’a film seçmek konusu, bir kaç film arasından filmi seçip göndermek de değil yalnızca. Bir filmin arkasında durmayı ve peşinden koşmayı gerektirir. Bir kaç ay öncesinden filmleri tanıtmak, akademi üyelerine göstermek, filmi orada en az iki ay izletmek lazım. Bu da sürecin küçük bir kısmı. Bakanlığın kısıtlı bütçesi ve Oscar adayımızın geç açıklanması gibi etkenler sürecin gerekliliklerini zayıflatıyor maalesef.