Sakarya’da hemen her düşünceden insanı bir araya getiren, 46 yıldır hizmet veren, yazar Necati Mert’in Gelişim Kitabevi kapanıyor. Necati Mert kitabevinin 1980’den sonra her düşünceden insanın birbiriyle tanıştığı, tartıştığı bir mekân olduğunu söyledi.
Bir kitabevi sadece bir kitabevi değildir. Aynı zamanda düşüncenin, edebiyatın, sanatın geliştiği bir merkezdir. İstanbul’da olduğu gibi Anadolu’nun her kentinde de orayla özdeşleşmiş bir kitabevi vardır. Sakarya denildiğinde aklımıza gelen bu yer Gelişim Kitabevi olur. Gelişim’in bir farkı da burayı bir edebiyatçının, Necati Mert’in işletmesidir. Geçtiğimiz günlerde Mert’in 46 yıldan bu yana işlettiği Gelişim’i kapatacağının haberini aldık. Son dönemde birbirine benzer nedenlerle kitabevleri aramızdan ayrılıyor. Bunun ortak nedeni ise okurun, edebiyat mahfilini terk edip internet alışverişine yönelmesi. Kitabevini işyeri olarak devredemeyince dükkânla kitabı birbirinden ayırarak satmaya karar veren Mert’le Gelişim’in hikâyesini konuştuk. Mert, bu kararın arkasında hastalığının, piyasanın ve okurun internete kaymasının olduğunu söylüyor ve ekliyor: “1 Kasım geldiğinde ne kitapçı olarak Necati Mert ne de Gelişim Kitabevi olmayacak.”
Hayır, nedeni rahatsızlığım değil. Ama rahatsızlığım bu süreci hızlandırdı. Son beş yıldır bir önceki yılın cirosunu yakalayamadık. Kapanmanın asıl gerekçesi, bu: Kriz. Oğlum son beş yıldır dükkânda benimle; ama hastalığımın ilerlediği şu son birkaç yıl yalnız kaldı. Pasajdan, şehirden sıkıldı; Eskişehir’de okumuş, orayı sevmişti; rehber öğretmenlik de yapan felsefe öğretmeni karısıyla Eskişehir’e yerleştiler. Şimdi tek başımayım. Yaşım 75. Bütün bunlar üst üste binince kuruluşundan tam 46 yıl 150 gün sonra kitabevini kapattık.
12 Mart’ta (1971) henüz üç yıllık edebiyat öğretmeniyken tutuklandım. Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi, sıkıyönetimi gerektirecek eylemler arasında saymadı yaptıklarımızı, dosyayı Sakarya Ağır Ceza’ya gönderdi; Sivil Mahkeme de reddetti; böyle durumlarda geçici olarak Uyuşmazlık Mahkemesi kurulur, davaya hangi mahkemenin bakacağına orası karar verirmiş. Altı kişiydik, bu mahkeme kurulmadan 1974 affı ile bizim dava düştü. Ne suçluydum ne suçsuz! Buna yanarım. Ben suçsuz olduğumu biliyorum, mahkemede aklanmalıydım. Gerçi yeniden öğretmenliğe döndüm; ama bu sefer de Milli Eğitim Bakanlığı Ankara’dan müfettiş gönderdi, beni “bakanlık emri”ne aldı, yani kızağa çekti. Derslere giremiyor, maaşımı tam alamıyordum. Çok sıkıntılı günlerdi. Kızağa çekilişimin altıncı ayında istifamı basıp öğretmenlikten ayrıldım, bir arkadaşımın yönlendirmesiyle 12 Mayıs 1973 günü kitabevi işletmeciliğine başladım.
HERKESİ BİR ARAYA GETİRDİ
Hareketli yıllardı. 1976 yılı Aralık’ında, elektriklerin kesik olduğu bir sırada dört kişinin saldırısına uğradık. Camları kırdılar, kitaplara boyalı sular attılar. Biz de dört kişiydik, başımızdan, sırtımızdan zincir, muşta, lobut darbeleri aldık. 1977’nin 5 Ocak akşamı 22 sularında da dükkânımız bombalandı. Benim, solu, sosyalizmi Türkiye, özelde Adapazarı üzerinden okumaya başlamam –yuvarlak hesap- 12 Eylül (1980) Kenan Evren Darbesi’nden sonradır. Evren’in bazı şöhretlere getirdiği sahne yasağıyla gözüm açıldı. Yasaklamak yanlıştı. Bu, yanlışsa “başörtüsü yasağı” da yanlıştı. Hangi kitabındaydı hatırlayamıyorum, Emre Kongar’ın da “bundan sonra Müslümanlar hesaba katılmadan hiçbir şey yapılamaz” anlamında bir cümlesine de rastladım. O da güç verdi bana. İşte dükkân 1980’e kadar devletçiliği sosyalizm sanan öğretmenlerin uğrak yeri iken darbeyle dönüşüme uğradı; her düşünceden insanın birbiriyle tanıştığı, tartıştığı bir mekân oldu.
DEPREMDEN SONRA TOPARLAYAMADI
1973’le 1980 arası sol yayınlar ağırlıklıydı. 12 Eylül’de kitapçılık batma noktasına geldi. Kitabın en az satıldığı yıllardı. Tarihi romanlar, yemek ve astroloji kitapları, beyaz diziler rağbetteydi, alıcıları da tatil için Almanya’dan gelen işçilerdi. Ben soldan, sosyalizmden etkilenmiş biriyim. Ancak içime kapanmam, sınırlarımı hep açık tutarım. Öyleyken zaman zaman beni eski imajımla tanımlayanlara da rastlamıyor değilim. Beni en iyi bilenler, galiba ansiklopedi müşterilerimdir. Gelişim, başlangıçtan ta 1990’lı yıllara kadar yükselen bir grafikle ansiklopedi satıcılığını abone yöntemiyle sürdürdü. Gelişim’in en parlak yıllarıdır. Adapazarı ve Gelişim için milat 1999 depremidir. Yirmi yıl geçti aradan, biz karı koca hâlâ güçlendirilmiş de olsa hasar görmüş dört katlı bir apartmanda oturuyoruz. Sözü bağlayayım: 2000’li yıllar depolitizasyon yıllarıdır, popüler eserler rağbet görür.
Ne kapanan bir kitabevi batan gemidir ne de kitapları batan geminin malları. Bu mantıkla 9 Ekimle 19 Ekim arasındaki kampanyada kitapları makul bir indirimle sattık. Yoğun ilgi gördük, yakından uzaktan, eski öğrencilerimden geçmiş olsun dilekleri hatta siparişler aldık. Her biri yazılmaya değer unutulmaz hatıralar derledik. Herhangi bir dükkânın kapanışından farklı, hüzünden çok saygılı bir kapanış yaşadık. Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nden destek. Xir Kitabevi’nden yardım gördük. Bu ilginin nedeni, sanıyorum, kitapçılığımın öğretmenliğimden ve yazarlığımdan ayrı düşünülmemesi idi. Fiili kapanışı 19 Ekim’de yaptık, resmi kapanışı da ayın sonunda tamamlayacağız. 1 Kasım’da ne kitapçı Necati Mert olacak ne de Gelişim Kitabevi.
İnternet kültür merkezi olamaz
- Kitabevlerinin sayısı azalıyor, internet satışları her gün yükseliyor. Bunun sonucu ne olacak?
- Doğru. Kitap artık internet üzerinden alınıyor daha çok. Kitabevi satışları düştü. Ama kitabevlerinin bırakacağı boşluğu internet ne kadar doldurabilir? Kitabevlerinde insan insanla buluşur. Yüz yüze, göz göze gelir. İnternet, bu insanî halden mahrum. Renksiz. Soğuk. Şu da var: “İnternetten alıyorum” diyen her kişiye de inanmıyorum. Onların çoğu okur değil, okur olsalar kitabevlerini bırakmazlardı; zannım o ki kendilerini okurmuş gibi göstermek internette daha kolay.
Yazarlıkla kitapçılık çok farklı
Uzun yıllardan bu yana hem yazarlık hem de kitapçılık yaptınız. Kitapçılığının yazarlığınızı besledi mi? Yazar başta kitap olmak üzere, her yerden, her şeyden beslenir. Kitapçılık, kitaptan beslenmeyi kolaylaştırıyor. Kitap, dükkânınızda, elinizin altındadır. Ama şu da var: Yazarlıkla kitapçılık çok farklı. Birinde esnaflık yapıyorsunuz, birinde dil kuruyorsunuz. Yazarlık, özgünlük gerektiriyor. İşte burası çatallı. Ben yıllardır ikisini bir arada sürdürdüm ki çok mu çok zor.