Başımı örtmeye 2011 yılında İmam Hatip Lisesi dokuzuncu sınıf öğrencisiyken karar verdim. Okullarda henüz başörtüsü takma özgürlüğü tanınmamıştı. Başörtülü öğretmenlerimiz derslere perukla girerken, okulumuzun müdürü öğrenciler için inisiyatif alarak onların derslere başörtülü girmelerine ses etmiyordu. O yıl Milli Güvenlik dersi alacaktık. Bir tek bu derste öğrencilerin başörtüsü takmasına izin yoktu. Milli Güvenlik dersini sınıfta değil, diğer şubelerle birlikte konferans salonunda askeriyeden görevlendirilen bir komutan eşliğinde işleyecektik. Büyük bir hevesle iki hafta önce örttüğüm başörtümü bu derste çıkarmam gerekiyordu. Demek teyzemin seneler önce Avrupa’dan aldığı peruğu bu defa başıma geçirme sırası bendeydi. Teyzemin 1960’larda havalı görünmek için aldığı bu peruktan ilk kez sandıktan 28 Şubat dönemi liseye giden ablamlar için çıkarıldığında haberdar olmuştum. O dönem Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nde okuyan ablam ve kuzenim başörtüsü yasağı yüzünden okula alınmıyordu. Okula alınmayan, sınavlara sokulmayan bir kuşaktan miras olarak o peruk şimdi de bana kalmıştı.
Kendimi bildim bileli süslü olduğum için peruğu aldım, bir güzel şampuanladım ardından maşayı kızdırıp saç teli gibi duran sicimleri tutam tutam bukleye çevirdim. Başıma geçirdim; kısa, koyu bukleler hoşuma gitmişti. Ertesi gün Milli Güvenlik dersi için konferans salonuna girdiğimizde yerime oturdum ama derste başörtümün üzerine takmak için yanımda getirdiğim peruğu küçük siyah poşetin içinden bir türlü çıkaramadım. Komutan birkaç kere “Başörtünüzü çıkarın ya da peruğunuzu takın” dedi. Henüz 14-15 yaşındaki biz çocuklardan kimsenin eli başörtüsüne gitmedi. Büyük bir sessizlik oldu ve sonra komutan da ısrardan vazgeçip dersini anlatmaya devam etti. Bu diyalog yıl boyunca devam etti.
Ne komutan dersin ilk saatinde bizleri uyarmaktan vazgeçti ne de biz başörtümüzden. Böylece ilk derste çocuksu bir neşeyle süsleyip püslediğim ama hiç takmadığım o peruk bir mücadelenin hatırası olarak yeniden teyzemin sandığına döndü. Bir yıl sonra ise memurlara ve öğrencilere tanınan başörtüsü takma özgürlüğünden sonra o peruk anlamını tamamen yitirdi. Peki, benim gibi evlerinin sandıklarında 2012 yılına kadar bir yasağın simgesi olarak saklanmış peruklar 28 Şubat 1998 yılından sonra doğanlar için ne anlama geliyordu? Başörtüsü yasağı denilince onlar neler hatırlıyordu? Bir dönemin hafızasında kara bir leke olup zaman geçtikçe bir ize, gölgeye dönüşen 28 Şubat, birilerinin anılarında birilerinin de içten içe düşlerinde yaşamaya devam ediyor. Sürece tanık olmadan da 28 Şubat’ın izleri ile karşılaşan birçok isim var. Kiminin annesi, ablası ya da halası bu sürece zorla dahil edilirken şimdilerin Z kuşağı olarak bilinen genç neslin de hiç yaşamadığı bu sürece dair anıları, fikirleri var. 28 Şubat’ın Z kuşağı tanıklıkları
Yeni Şafak Pazar’a anlattı.
Yelken, henüz ilk okul çağlarındayken iki ablamsının da imam hatip lisesinde öğrenci oldukları dönemde; Milli Güvenlik derslerinde başlarını açtıkları, eve servisle dönerken askeriye lojmanlarına öğrenci bırakmak için giren araçtan indirildikleri ve üniversite sınavına girmek için başlarını açmak zorunda olduklarından eve ağlayarak geldiklerini hatırlıyor. Çocuk yaşında bu ağlamalara pek de anlam veremediğini söyleyen Yelken, aynı zamanda ebeveynlerinden “Ahmet Amcan şu kadar yıl cezaevinde yattı, evimizde bulundurduğumuz dini kitaplar suç unsuru olarak gösterildi, toplu kitap okumaları yapamaz olduk” gibi sözler duyduğunu da hatırlıyor. Ailesi sıklıkla yardıma muhtaç kimseler için yardım organizasyonu düzenleyen Yelken, 28 Şubat döneminde sırf başörtülü kimseler tarafından düzenlendiği için bu organizasyonlara bile müdahale edildiğini ve resmi olarak izin verilmediğini anlatıyor: “Dünya mazlumları için bir kermes düzenleyerek toplanan parayla gıda ve sağlık yardımı yapmak isteyen ebeveynlerim, böyle bir organizasyon düzenledikleri takdirde tutuklanacaklarını bildikleri için sahte bir düğün organizasyonu yapmışlar. Onlar da zaten evli olan dayım ve yengem adına bir düğün gerçekleştirmişler. Sahte düğüne gelen konuklar, yardım için getirdikleri takıları gelin ve damata takmışlar. Takı töreni ile toplanan yardımlar yerine ulaşmış şükürler olsun. En önemlisi de bu yardımı polise, askere yakalanmadan ulaştırabilmişler. ”
Züleyha Köse, üç kardeşin en küçüğü. 22 yaşında olan Köse, İstanbul Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü üçüncü sınıf öğrencisi. 28 Şubat dönemi başörtüsü yasaklarından dolayı liseyi bırakmak zorunda kalan bir annenin kızı. Küçük yaşlardan itibaren annesinin en yakın arkadaşı olarak gittiği her muhabbet meclisinde ona eşlik eden Köse, o sohbetlerde başörtüsü özgürlüğünü savunan, üzgün ve öfkeli kadınların konuşmalarını bugün dahi hatırladığını söylüyor. “Annem için ise 28 Şubat’ın ne ifade ettiğini çok sonra fark ettim” diyen Köse, ilkokul yıllarında annesinin imam hatipte okurken başörtülü olduğu için derslere alınmadığını ve liseyi dışarıdan bitirmek zorunda kaldığını öğrenmiş. O yıllarda çoğu arkadaşının annesi de lise mezunu olduğu için annesinin üniversiteye gitmemesinin garip olmadığını düşünmüş. Bir gün annesi, elinde içerisinde üniversiteye hazırlık CD’lerinin olduğu bir kutu ile eve gelmiş. “Annem, her zaman çok kitap okuyan, çok araştırma yapan, benim için dünyanın en bilgili kişisiydi. Şimdi de üniversite okumaya karar vermiş ve ders çalışmaya başlamıştı” diyen Köse, annesi üniversite kaydına giderken de ona eşlik etmiş. “Ben annem evlendiği için üniversite okuyamadı sanıyordum. Ancak büyüdüğümde okula devam edememesinin altından 28 Şubat’ın çıktığını, sınava perukla girmesinin sebebinin yine 28 Şubat olduğunu öğrendim” diyen Köse, annesinin bugün bile hala “Benim velim sendin kızım” dediğini söylüyor.Üniversiteden mezun olduğunda 40 yaşında olan annesinin tüm iş başvurularına yaşından dolayı olumsuz dönüşler almışlar. Ancak, taşeron bir firmada acil İngilizce bilen elemana ihtiyaç duyulunca yaşına bakılmadan işe alınmış. Köse, “İşe alındı ama iş yerinde onunla aynı işi yapan ondan küçük ama kadrolu olarak çalışan insanları görünce, 28 Şubat’ın onun için hala devam ettiğini anladığını söyledi” diyor ve ekliyor: “28 Şubat annemden yıllarını, gençliğini ve en kıymetli zamanlarını götürmüştü. Annemin bahsettiği anıların onun üzerindeki etkilerini kendi gözümle görünceye kadar hep birer hikâye olarak dinlemiştim. Ben o anlatılanlardan çok uzaktayım. Annemle aynı başörtüsünü takıyoruz ama onunla aynı duyguları paylaşmadığımızı biliyorum. Bana 28 Şubat’tan miras kalan ise başörtüsü takmanın benim özgürlüğüm olduğu bilincini yaşamak.”
Sena Nur Yüksel, 1998 doğumlu başörtülü bir mühendis. Bir sağlık kuruluşunda elektrik-elektronik mühendisi olarak çalışıyor. Başörtüsü yasağıyla kendisi hiç karşılaşmamış ancak öğretmen olan annesinin yaşadıklarına çocukluk yıllarında tanıklık etmiş. “28 Şubat dönemi uygulanan başörtüsü yasaklarını ailece net olarak hatırlıyoruz” diyen Yüksel, 1995 yılında Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun olan annesinin öğrencilik yıllarında başörtüsü sorunu yaşamadığını dile getiriyor. Ancak öğretmenliğe başladıktan sonra tablo birden değişmiş. Mesleğinin dördüncü yılında ilk kez yasakla karşılaşan annesinin zor bir karar vererek çok sevdiği öğretmenliği bırakmak zorunda kaldığını söyleyen Yüksel şunları anlatıyor: “1999 yılında sınıf öğretmeni olan annemin dersine bir müfettiş girerek ‘Hoca hanım ya üzerinizdeki önlüğü ya başınızdaki örtüyü çıkarmanız gerekiyor’ demiş. Annem de o gün önlüğünü çıkartarak istifa ederek öğretmenliği bırakmış. Senelerin emeği bir çırpıda yok olmuş. İstifasından sonra annem özel kurumlarda aralıklarla öğretmenlik yapmaya başladı. Fakat bu da sürekliliği olan bir durum değildi. Bu süreç 2013 senesine kadar devam etti.”
Yüksel sadece annesinin yaşadıklarına şahit değil. Kendisi de lisede okurken ilk yıl başını açmak zorunda kalmış. “28 Şubat dediğimizde belki pek çoğumuza 20 sene öncesi gibi geliyor ancak kalıntıları hala devam ediyor” diyen Yüksel, sözlerine şöyle devam ediyor: “Koskoca bir nesle aşağılık kompleksi empoze edilmeye çalışıldı. 28 Şubat süreci kimi başörtülüyü yıldırdı, kimilerini yıktı, kimilerini ise daha da güçlendirdi. Annem daha da güçlenen kadınlardan biriydi. Bizi de hep cesaretlendirdi. Şu an annem de ben de istediğimiz şekilde giyinerek mesleklerimizi yapıyoruz. Annem belki 15 sene öğretmenlik yapamadı ama 15 sene boyunca öğretmenliği asla bırakmadı. Bizi yetiştirdi. Şimdilerde bizim neslin başımızdaki örtüyle bir yerlere gelebildiğini gören annemin gözlerindeki hüzün yerini sevince bırakıyor.”
Dündar, yine o yaşlarda sınıf öğretmeninin ödevleri okuturken sınıftan bir kızın ödev kağıdına yazdığı “Saç tellerim teker teker yansa da kafama örtü takmam” sözlerinin beyninde yankılandığını ve aynı ödevin içinde başörtülü insanların cahil olduğuna dair birtakım cümlelerin yer aldığını hala unutamamış. “O kızın evde bundan daha korkunç neler duyduğunu düşünmek bile istemedim” diyen Dündar, aynı yaşlarda parkta oynarken diğer çocukların onun ve kardeşlerinin yanına gelip annelerinin örtüsünü sorguladığını hatırlıyor: “Bizim evde diğer çocuklarının annelerinin kıyafetleri konuşulmuyordu. Onlar yanlış giyiniyor denmiyordu. Ben ve kardeşlerim oynayacağımız oyunlar üzerine konuşurduk. Hafta sonları babam bizi İzmir’de Konak sahile götürür gece yürüyüş yapıp çimlerde oynardık. Sahilde yürürken annem ve babam çok gergin olurdu. Yanımızdan geçen insanlar annemi rahatsız edecek laflar eder, genç kızlar anneme sözlü tacizde bulunurdu.”
Dündar,14 yaşına geldiğinde ailesi Afyon’a taşınmış. O da Konya Sosyal Bilimler Lisesi’ni kazanarak yatılı olarak okumaya başlamış. Dündar ve beş kız arkadaşı hep birlikte lise ikinci sınıfta iken örtünmeye karar vermişler. Ancak bu kararlarının lise yönetimi tarafından tepkiyle karşılandığını söyleyen Dündar, “Yaşıtlarım ve ben inancımıza göre bize farz olan örtü için sadece nefsimizle mücadele etmiyorduk. Karşımızda devleti, yasaları, yürütmelikleri ve bizi tanımadan bizden nefret eden kindar insanları gördük” diyor. Dündar, yalnızca başörtüsü taktığı için sınıf arkadaşlarının hatta öğretmenlerinin hedefi olmuş. Öğretmenlerinin birçoğu tüm saldırganlıklarıyla kendilerinden yaşça küçük öğrencilerini sırf başörtülü oldukları için sınıfın ortasında azarlamış, dışlamış ve dalga konusu haline getirmeye çalışmışlar. “Kinleri kimeydi bilinmez ama belki de kendi çocukları yaşındaki gençlerden çıkardılar bütün öfkelerini” diyen Dündar, şunları da sözlerine ekliyor: “Ülkemizde başörtü takan Müslüman kadınlara karşı hoşgörüsüzlük mevcuttur. 28 Şubat dönemi bu hoşgörüsüzlüğü tırmandırmıştır. Artan gerilim ve hoşgörüsüzlüğün etkileri günümüzde hissedilmeye devam etmektedir. Başörtülü kadınların kamusal ve sosyal alanlarda gördüğü baskı kişisel hayatlarında pek çok soruna yol açmaktadır. Benim hikayem ise mevcut durumun çok küçük bir örneğidir.”