Bugün 40’lı yaşlarını yaşayan bir grup kadın, 28 Şubat döneminde henüz çocuk yaşta yaşadıkları baskı ve şiddeti hâlâ unutamıyor. İmam hatip okullarında başörtülerinden dolayı kimi dersten kovulmuş kimi ise polis tarafından tartaklanmış. Anneleriyle okul önlerinde uğradıkları haksızlığa karşı direnen çocuklara o gün en büyük moral ise televizyon ve gazetelerde seslerini duyuran haberler olmuş. 28 Şubat döneminde gazete manşetlerine taşınan çocuklarla 28 Şubat’ı konuştuk.
28 Şubat’ın üzerinden tam 27 yıl geçti. Postmodern darbe 1997 yılında gerçekleştirilse de yankıları belirli aralıklarla dalga dalga sivil, siyasi, eğitim ve aile hayatımızın kıyılarına vurdu. 28 Şubat’ta askerler yönetime bizzat el koymadı belki ama yine askerlerin deyimiyle “demokrasiye balans ayarı” yapıldı. Medya üzerinden ciddi bir savaş verildi. Siyasi yönüne ek olarak, 28 Şubat süreci aynı zamanda finansal ve ekonomik yönden de Türkiye için ağır bir darbeydi. Gençler ise 28 Şubat’la eğitim haklarıyla aralarına konan soğuk sert bir duvar olarak karşılaştı. Tek istekleri eğitimlerine devam etmek olan başörtülü imam hatip ve üniversite öğrencilerinin yüzlerine okul kapıları birer birer kapandı. Büyükşehirlerdeki, özellikle İstanbul’daki haksızlıklar zaman zaman medyada yer bulsa da Anadolu’da haksızlığa uğrayan öğrenciler kendilerine ses olabilecek imkanlardan biraz daha uzaktı.
27. yılında postmodern darbenin genç tanıkları; Esra Coşkun, Amine Esra Özay, Gülsemin Velidedeoğlu, Esra Battal, Behiye Hopur Kalaycı, Beyzanur Tavukçuoğlu Yıldırım, Sümeyye Şenyurt, Müzeyyen Çelik ve Fatma Züheyra Akagündüz 28 Şubat’ın kendi yaşamına yansımalarını bizimle paylaştılar.
Yılmadan her gün okula gidip bekledik
28 Şubat sürecinde derse girebilmek için okul önlerinde bekleyen, sık sık sert müdahalelere maruz kalan genç kızları dün gibi hatırlıyoruz. Ebru sanatçısı Esra Coşkun, henüz lise hazırlık sınıfında 28 Şubat’ın sert yaptırımlarıyla burun buruna gelen isimlerden biri. 2001 yılında Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nde hazırlık sınıfı öğrencisi iken yalnızca başörtülü olduğu için okula alınmamış. Coşkun, ailesi ve arkadaşlarıyla haftalarca okulun kapısında nöbet tutmuş, eylemlere katılmış. Bu nöbetlerin birinde çevik kuvvetin sert müdahalesi ile bizzat karşılaşmış. Üzerine yürüyen polis Coşkun’un boynunu göğsü ve kolu arasına alarak boğazını sıkmış. Şiddet anından hemen sonra insanların Coşkun’u teselli ettiği an 28 Şubat’ın sembol fotoğraflarından biri olarak bugün hâlâ basında yer alıyor. “Yılmadan her gün saat dokuzda okula alacaklarmış gibi gidip tüm gün kapının önünde bekliyorduk” diyen Coşkun, okul çıkışında içerden çıkan diğer öğrenci arkadaşlarının da kendilerine katılarak birlikte pankartlar açtıklarını anlatıyor: “Pankartın bir ucunda ben, diğer ucunda ise aynı okula gittiğim benden iki sınıf üstteki kuzenim vardı. Diğer arkadaşlarda aramızda pankartı tutmamıza yardım ediyorlardı. Kapının önüne geldik. Etrafımız tabii ki polisler tarafından sarıldı. Kuzenim minyon biriydi. İtişme olunca bir kadın polis memuru onu omuzlarından tutup fırlattı. Bir anda kuzenimi havada gördüm. Sonra polis benim yanıma geldi ve başımı göğsü ile kolunun arasına sıkıştırarak boğazımı sıktı. Nefesim kesildi, kurtulmaya çalışarak olanca gücümle çığlık attım.”
“Otur davana sahip çık”
Çevik Kuvvetin okulun çıkışındaki kaldırımda bile oturmalarına izin vermediğini söyleyen Coşkun, bir başka eylem anısını daha bizimle paylaşıyor: “Okul çıkış saatine kadar o günü orada geçiriyorduk. Bir gün yine oturma eylemi sırasında bir arkadaşımız, ‘Ben sıkıldım, gidiyorum’ diyerek kalktı. O sırada arkadaşımı gören bir polis kızarak, ‘Otur davana sahip çık! Buradan daha güvenli bir yer mi var?’ dedi. Anlayacağınız, yakamıza yapışan polisler kadar bizi destekleyen ve koruyan polisler de vardı.” Annesinin her sabah kendisini ve kuzenini eyleme götürdüğünü belirten Coşkun, “Hiç unutmam annem, ‘Sizin sayenizde polis otobüsüne bile bindim’ demişti. Hiçbir zaman yalnız değildik. Diğer arkadaşlarımın da aileleri hep bizimle birlikteydi. Hatta bir arkadaşımızın annesi küçük bebeği ile bize katılıyordu. Biz de ona ‘Eylem Bebek’ diyorduk” diye anlatıyor.
İmam hatipliler olarak vebalı ilan edilmiştik
Coşkun, üniversiteyi de katsayı adaletsizliği yüzünden açıköğretimden okumak zorunda kalmış. “Yurt dışına gitmeme ailem sıcak bakmadı. Burada okuyabilseydim Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumak istiyordum. Bu hayalim yarım kalsa da ebru sanatını seviyordum ve ben de kendimi geliştirerek icazet aldım” diyor. Bugün dört çocuk annesi olan Coşkun, iki çocuğunu imam hatip orta okuluna yazdırmış. Coşkun, “Bizler dinini daha iyi öğrenebilmek, vatana millete hayırlı bir insan olarak yetişmek istediğimiz için imam hatipliler olarak vebalı ilan edilmiştik. Şu an elhamdülillah böyle bir sorun yok. Çocuklarım değerlerimize sahip çıksın istedim” diyor.
Babam da askeriyeden atıldı aynı dönemde
Bir subay kızı olarak dünyaya gelen Amine Esra Özay, babasının görevi nedeniyle pek çok Anadolu şehrinde yaşamış. Özay’ın 28 Şubat mağduriyeti de aslında babasının askeriyeden atılmasıyla başlamış. Babasının 27 Şubat MGK Kararı sonrası ilk askeri şurada atılan subaylar arasında olduğunu dile getiren Özay, “Babam atılmadan birkaç yıl evvel anadolu lisesi kazanarak Çanakkale Gelibolu’daki tayin yerimize gelmiştik. İlçede anadolu lisesi olmayınca ailem o dönemin imam hatip ortaokuluna kaydımı yaptırmıştı.Okulumuzda askeriyede eşleri çalışan öğretmenlerimiz de vardı. Onlar sayesinde okulda yaptıklarımdan babamın tabur komutanının haberi oluyordu. Okulda başörtüsü sorunu 28 Şubat yaşanmadan başlamıştı” ifadelerini kullanıyor. Özay, o günlere dair unutamadığı anısını da şu sözlerle dile getiriyor: “Ortaokul birdeyiz neredeyse bütün okul kortej eşliğinde Gelibolu Kolordu Komutanlığı’nın önünde 23 Nisan törenine katıldık. Öğretmenlerimizden biri tören bitiminde geri vermek üzere hemen oracıkta başörtülerimizi topladı. Fakat tören bitimini beklemeden gitti. Biz orada öylece kalakaldık.” Okul dönüşü askeri lojmanlara da başörtülü olduğu için tek başına giremediğini anlatan Özay, “Bu yüzden arkadaşlarımla duvardan atlayarak eve girmeye çalışırdık” diyor ve ekliyor: “Babalarımızın arabasında arka koltukta bile başörtülü oturarak giremezdik askeriyeye. Lojman kapısındaki teğmenden saklanarak, arabanın içinde koltuğunun arkasına sinerek içeri girerdik. O zamanlar bunlar 11 yaşındaki bir çocuk için oyun gibi gelsede büyüdükçe bize yapılan istismar bir travma olarak kalıyor. Kaldırımında başörtülü yürütülmediğim askeriyenin anısı hep zihnimde. Ne zaman askeri tesis yakınından geçsem hâlâ kalbim hızlı hızlı atmaya başlar.”
Mahkeme davaları on yıl sürdü
Babasının sırf ordu mescidinde namaz kıldığı gerekçesiyle ordudan atıldığını dile getiren Özay, o dönemle ilgili şunları anlatıyor: “Milli güvenlik dersine giren albay yüzünden sınıfta kalacağımı anlayınca okulu değiştirmeye karar verdim. Lise bittiğinde ise imam hatip mezunlarının puanları kırıldığı için üç yıl üniversiteye giremedim. 28 Şubat süreci mahkeme davaları on yıl sürdü. Hayatımda üniversiteye yerleşmem, atanmam, yaşadığımız yasaklar yüzünden hep çok geç oldu ve yıllar kaybettik. Buna rağmen üniversiteyi ilahiyat fakültesinde okudum ve imam hatip lisesi öğretmenliğine atandım. Mesleğimde 13. yılım ve öğretmenliği başörtümle özgürce ve çok severek yapıyorum. İmam hatip kardeşlik ruhunu koruyan o yapısına destek olmak bana ayrıca mutluluk veriyor.”
Nereye gitsek polis bizi kovalıyordu
Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nin önünde eğitim hakkı için nöbet tutan isimlerden biri de Esra Battal. Lise bir ve ikinci sınıfın ilk dönemine kadar başörtülü okuduktan sonra, 2. dönemin başladığı ilk gün o korkunç manzara ile karşılaşmış. “Acıbadem Caddesi boyunca sayısız toma ve yüzlerce çevik kuvvet ekibi bizleri karşıladı. Hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Hepimiz şok olmuştuk” diyor. Oturma eylemleri, polis müdahaleleri ve ailelerin çocuklarının arkasında dirayetli duruşu… O kara günler için sıklıkla duyduğumuz şeyler. Battal, ek olarak şunları anlatıyor: “Nereye gitsek polis bizi kaldırıyor ve hatta kovalıyordu. Sokak aralarından dolanıp tekrar okul önüne gelmeye çalışırdık. Bu sefer de evlerden atılan domates ve yumurta yağmuruna maruz kalırdık. Biz dirayet gösterdikçe müdahaleler de sertleşmeye başladı. Caydırma politikası olarak polisler yakaladıklarını polis otobüslerine bindirip karakola götürmeye başladılar. Bazen de toplayıp ücra noktalara götürüp bırakıyorlardı.”
Her gün gazeteleri kontrol ediyorduk
“Tek ümidimiz sesimizi duyurmaktı” diyen Battal, arkadaşlarıyla birlikte her gün gazete alıp haber yapılıp yapılmadıklarını kontrol ederlermiş. “Seküler gazetelerin hiçbirinde haber olduğumuzu hatırlamıyorum. Bu haksızlığa karşı bizimle birlikte duran, destek olan sayısı o kadar azdı ki” diyor Battal. Dönem sonunda öğrencilerin çoğu devamsızlıktan sınıfta kalmış. Onlar için sadece kız öğrenciler ve kadın öğretmenlerden oluşan bir yaz programı hazırlanmış. Bazı arkadaşları kadın da olsa başörtüsüne karşı bir hocanın önünde açılmaktan rahatsız oldukları için saçlarını sıfır numaraya vurarak derslere gelmişler. Görüntüden rahatsız olan hocalar da başlarını örtmelerine izin vermiş. Katsayı problemine rağmen Türkiye 136.sı olarak Sakarya Üniversitesi İktisat Bölümü’nü kazanan Battal’ın, 15 yaşındaki büyük oğlu da annesinin izinden giderek geçen yıl Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni kazanmış. Battal, “Sıra küçük oğlumda inşallah” diyor.
Merdiven altında kartonlar üzerinde namaz kılıyorduk
Kütahya’da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olan yazar Müzeyyen Çelik Kesmegülü, Kütahya İmam Hatip Lisesi’nden mezun olmuş. Üniversiteyi Edirne’de okumuş olan Kesmegülü, ailesinde teyzesinin 1980 darbesi mağdurlarından olduğunu belirtiyor. Abisiyle birlikte kendisi de 28 Şubat mağduru olan Kesmegülü, “28 Şubat’ın etkilerini iliklerimize kadar hissettik” diyor. “Lise hayatından hiç keyif alamamıştım doğrusu. Üniversiteye gidebilmekse neredeyse bir hayaldi. İmkânsızdı hatta. Aynı sınava tabi tutulmamıza rağmen bizden puan kırılıyordu. Hükümetin zulmüne maruz kalmıştık” şeklinde anlatıyor. Kesmegülü’nün üniversiteye girişi de çok sancılı olmuş. ÖSS’den neredeyse tam puan almasına rağmen üniversiteye yerleşememiş. Kıbrıs‘taki bir üniversitede lisans eğitimine başlayıp daha sonra Trakya Üniversitesi’ne yatay geçiş yapmış olan Kesmegülü, “Perukla okudum. Üniversitedeki kişisel hak ihlalleri başörtüsü ile sınırlı kalmıyordu. Fakültemde mescit de yoktu. Namaz kılmamız için tek bir yer bile gösterilmiyordu. Bir grup arkadaşla merdiven altında kartonlar üzerinde namaz kılıyorduk. Ona bile izin vermemişlerdi. Merdiven altını zincirlemişlerdi. Sonra aynı yeri su bastı. Kartonlarımız ıslandı'' sözleriyle anlatıyor.
Çalışma hayatım başlamadan son buldu
Üniversiteye 1994 yılında başlayan Gülsemin Velidedeoğlu, son sınıfa geldiğinde kabusun başladığını anlatıyor. Başörtüsüne özgürlük için yaptıkları bir oturma eylemi sırasında polisler tarafından karakola götürülmüş. Yanındaki arkadaşı ile birlikte polis sorgusu sırasından hakarete uğramış. Odadan çıkarken arkadaşının ağlayarak, “Bize nasıl davrandığını gördün mü? Sanki çiftliğine girmiş tavukları kovalıyordu” dediğini asla unutamıyor. Mezun olup atandıktan sonra da yine başörtüsü yüzünden atandığı okulun bahçesine bile alınmadığını anlatan Velidedeoğlu, “Böylelikle çalışma hayatım başlamadan son buldu” diyor. Mesleğine ancak 17 yıl sonra kavuşan Velidedeoğlu vatanını, dinini ve milletini seven bir nesil olarak evlere kapatıldıklarını, önlerinin kesildiklerini söylüyor.
Yasakların geldiğinden şehrin haberi yoktu
Kütahya’da yaşayan Behiye Hopur Kalaycı, 1998 yılında Selçuk Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı ikinci sınıf öğrencisiyken 28 Şubat’ın izlerini yaşamış. Kalaycı, “28 Şubat, zor zamanlardı ama biz hiçbir zaman mücadeleyi bırakmadık” ifadesinde bulunuyor ve ekliyor: “Yaşımız küçüktü ama bu sıkıntılarla baş edebilecek kocaman bir yüreğimiz vardı.
1997 yılında başlayan sorunlar ikinci sınıfta 1998 yılında Selçuk Üniversitesi’nde yaşanmaya başladı. Asla pes etmedik, bir öğrenci platformu kurmuştuk, hukuki süreçte bize destek olan güzel insanlarla yol aldık. O dönemde Konya gibi güzel bir şehirde üniversitede yasakların geldiğinden pek çok kimsenin haberdar olmaması, basının bazen sessizliğe bürünmesi, belli bir grubun ilk günden yasaklara uyması en çok bizi üzen konular oldu. Düşünsenize Konya sokaklarında yürüyorsunuz anlatmaya çalışıyorsunuz ama herkes şaşırıyor ve anlamakta zorlanıyor. Her insanın inanç özgürlüğü vardır, inancını yaşama hakkı vardır. Bizler o dönemde arkadaş ekibimizde İstanbul’a gittik, Ankara’ya giderek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ziyaret ettik, odalar siyasiler, basın yayın organları, gazetecilerle pek çok görüşme ve destek ziyaretlerinde bulunduk. Okullarımızda devamsızlık yaptık, bazen hüzün dolu bazen de kırık bir kalple yaşama tutunduk, kırık aynalardaki gibi. Kırık aynalara bakarak geçen kardeşlerimizin hikayesini izledik.”
Pencereden sınıfa girerdim
Kalaycı bir anısını da şu sözlerle anlatıyor: “Kampüsün girişinden geçtikten sonra koşarak fakülteye yetişmeye çalışırdım. Kaldırımdan ayağımı yola attığım anda polislerle göz göze gelmenin verdiği travma hâlâ içimde. Pek çok defa pencerelerden sınıfa girmiş, sınıfta diğer öğrencilerin şaşkın bakışlarına maruz kalmıştım. Onlar güldüler, ben güldüm ağlanacak halime. Lavabo ve tuvaletlerde ‘Dışarı çık’ diye bağıran o korkunç sesi duymak can yakıcı bir hale bürünmüştü.”
Bu çirkin emirle karşılaşacağımı hiç düşünmedim
Dini ve milli değerlere önem veren memur bir baba, 28 Şubat döneminde işinden olan sağlıkçı bir annenin kızı olan Büşra Sümeyye Şenyurt, lise hayatının bazen saklanarak, bazen de sınıftan atılarak geçtiğini anlatıyor. Şenyurt, “Bir gün başörtümü çıkarmamak için saklandığımda bir öğretmen beni takip edip yakaladı ve okul hırkamdan tutarak -iğrenç bir şeymişim gibi- bahçeye çıkarmıştı. Yıllarca beni kamçılayan, çalışkanlık ve merhameti öğreten bir cümle kurdu: ‘İşte biz saklanan fareleri böyle yakalarız’ Tüm benliğimle o anda aydınlandım ve daha çok çalışıp var olan gücümle, kimliğimle hiç vazgeçmedim” diyor. “Başörtüsü takmaya karar verdiğim ilk okul günümde, İstiklal Marşı töreninde ‘başınızı açın’ gibi çirkin bir emirle karşılaşacağımı bilmiyordum” diyen Şenyurt, sonraki yıllarda okul müdürü Muhterem Aktaş’ın inisiyatifiyle derslere başı kapalı girebilse de Milli Güvenlik derslerinde aynı muamelenin tekrar ettiğini anlatıyor. Şenyurt, şimdiki gençlere, “Kutsamadan, üstten bakmadan hakkını verecek bir nesle her zaman ihtiyaç var. Zihniyet kolay kolay değişmez. Fakat ülkemiz ve dinimiz için her türlü çabayla tüm engellemelere rağmen akademik, kişisel ve sosyal hayatımızı geliştirmeye her şartta ve her zaman devam edeceğiz” diye sesleniyor.
Yaşımızı aşan şeylerle muhatap olduk
Başörtülü bir şekilde okuyabileceğini düşünerek Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nin süper sınıfına kayıt yaptıran Beyzanur Tavukçuoğlu Yıldırım, bir sene sonra 26 Şubat 2002’de sömestr dönüşü okul kapısında Çevik Kuvvet ve polislerle karşılanmış. “Servisten indiğimde okulun etrafının polislerle çevrili olduğunu gördüm. Okula giremeyeceğimiz bize bildirildi. Yorucu maceramız o gün başlamış oldu” diyor. Başını açmayıp mücadeleyi seçen Yıldırım, “Bir sene boyunca okul kapısında bekledik. Kimi zaman caddeden geçen insanların küçümsemesine ve hakaretlerine maruz kalıyorduk. O yaşta bir çocuk için kesinlikle çok ağır bir yüktü ve bunun beni yıpratmadığını da söyleyemem. Günlerimiz polisle, şiddetle, kavga gürültü ve kaçışlarla geçti. Yaşımızı aşan şeylerle muhattap olduk” açıklamasını yapıyor. Eğitim hayatındaki kaybın yanında yaşananaların bir çocuk için travmatik olduğunun altını çizen Yıldırım, sözlerine şöyle devam ediyor: “İçeri girmesine engel olunanlar kız çocukları olsa da erkek öğrenciler de zaman zaman destek için yanımızdaydı.Ama bir yerden sonra derse gitmek zorundaydılar. Okula girenler ve giremeyenler olarak ikiye ayrıldık. Ben henüz çocuk yaşta karakola da gittim, gözaltına da alındım, mahkemede kendimi de savundum. Maalesef ki polis şiddeti de gördüm ve bunların hepsi belgelendi. Bunları yaşarken en fazla 16 yaşındaydım. Bunun hakkını kim ödeyebilir?”
Gözyaşları içerisinde öğretmenlerimizi uğurladık
Fatma Züheyra Akagündüz de 28 Şubat nedeniyle engellenen binlerce kız öğrenciden biri. Zeytinburnu İmam Hatip Lisesi’nden mezun olmuş. Meslek lisesi ve imam hatiplerin önünü kesmek amacıyla katsayı uygulaması getirilmesinden dolayı üniversitede istediği bölümü okuyamamış. “Ek puan almak için size sunulmuş tek seçenek ilahiyat bölümü idi. Aslında yıllardır söylenen bir pelesengi size uygulamaya çalışıyorlardı. İmam hatipten mezunsan imam, hatip din dersi hocası olabilirdin. Başka meslekler sizin harcınız değil demenin bir karşılığıdır bu dayatma. Ya da düşük puanlı bölümleri tercih edebiliyordunuz. O zaman kendimle bir akit imzaladım ne zaman katsayı sistemi ve başörtüsü problemi halledilirse o zaman tekrardan üniversite sınavına girecektim ve almadıkları üniversitelere hoca olacaktım” şeklinde açıklıyor.
28 Şubat bir dönüm noktasıdır
Bu akdin ilk basamağını 2010 yılında sistemin değişmesi ile birlikte üniversite sınavına girerek gerçekleştiren Akagündüz, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü tam burs ile kazanmış. Çift anadal hakkı da kazanmış olan Akagündüz, sonrasında yine aynı üniversitenin Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde yüksek lisansını tamamlamış. Şu anda ise yine aynı bölümde doktora yapıyor. “28 Şubat aslında bugünden bakınca sadece bir darbe deyip geçebileceğimiz ve yolumuza bu şekilde devam edebileceğimiz bir olgu değil” ifadelerini kullanan Akagündüz, “28 Şubat bir dönüm noktasıdır. Bu toplumda yaşayan her ferdin dönüştüğü ve kanaatimce özellikle İslami kesimin yozlaşmaya başladığı sürecin başlangıç tarihidir. Aynı zamanda 28 Şubat mağduriyetlerin bir kısmının giderilmesi sağlanmış olsa da bu tüm anlamıyla tüm mağduriyetleri yok etmiş diyemeyiz” ifadelerini kullanıyor.