EDISYON:

2021’de yayımlanan ilk öykü kitapları

Necip Tosun
04:0015/02/2022, Salı
G: 15/02/2022, Salı
Yeni Şafak
Kerem Bakıcı
Kerem Bakıcı

Yazarlar, neredeyse tüm yazı serüvenleri boyunca ilk kitaplarının peşinden giderler. Sanki tüm yazarlar, ilk kitaptan son kitaba kadar, aynı kitabı, aynı duyarlıkları, aynı sorunları yazmış gibidir. Biçimler değişir, edebiyat anlayışları değişir ama yine de her şey ilk kitap etrafında döner. Bu nedenle, ilk kitaplar o yazarın daha sonraki yazı serüveninin ana damarlarını gösteren en önemli kitap olma özelliğini taşır. Bu dikkatle yazıda 2021’de ilk kitaplarını yayımlayan öykücülerden bir dizi öykücüyü ela aldık.

NECİP TOSUN

İlk kitaplar genel olarak bir yazarı en iyi yansıtan, onun dünyasını ortaya koyan eserlerdir. Kuşkusuz insan hem kişisel yaşamında hem de edebî serüveninde pek çok değişim yaşar, pek çok yollardan geçer ama yine de özü, bakışı aynı kalır. Çünkü denildiği gibi ‘insan kendisinden başkası olamaz’. Duygular, karakter, hayata bakış fıtratı yansıtır. Acemilik zamanla ustalığa dönüşse, dil bilinci gelişse de ilk kitapların temel vurguları tüm edebî serüvende kendini hissettirir. Bu nedenle ilk kitaplar yazarın nasıl bir yazarlık serüveni izleyeceğini sergiler.

Yazarlar, neredeyse tüm yazı serüvenleri boyunca ilk kitaplarının peşinden giderler. Sanki tüm yazarlar, ilk kitaptan son kitaba kadar, aynı kitabı, aynı duyarlıkları, aynı sorunları yazmış gibidir. Biçimler değişir, edebiyat anlayışları değişir ama yine de her şey ilk kitap etrafında döner. Bu nedenle, ilk kitaplar o yazarın daha sonraki yazı serüveninin ana damarlarını gösteren en önemli kitap olma özelliğini taşır.

Bu dikkatle yazıda 2021’de ilk kitaplarını yayımlayan öykücülerden bir dizi öykücüyü ela aldık.

KIRSAL KESİMİ ANLATIR

Toprakta Büyür mü İnsan? Kerem Bakıcı’nın ilk kitabı. İyi bir yerden başlar öykü serüvenine Bakıcı. Sağlam bir dil, keskin bir duyarlık, incelikli anlatım. Kerem Bakıcı Diyarbakır Hazro doğumlu. Çok da aşina olmadığımız bu dünyadan öyküler anlatır. Bakıcı doğduğu yeri şöyle anlatır: “Hazro, Diyarbakır’ın kıyıda köşede kalan, dağlar arasına sıkışmış küçük bir ilçesi. Güzel olduğu kadar kavgası, dövüşü, düşmanlığı da eksik olmayan bir yer. Sabahlara kadar süren silahlı çatışmalar da cabası.” Kan ve ölümün sıradanlaştığı bir coğrafyadan seslenen öyküler, doğal olarak bu kavramlar ve kelimeler etrafında döner. Kırsal kesimin doğası biraz da budur. Acılarla yoğrulan, ölümün kol gezdiği bir bölge… İnsan acımasızlığına dağlar, taşlar bile dayanamaz dile gelir. Kar ise bu acıların en büyük tanığıdır. Bütün bunlar da bir öykü atmosferi oluşturmak için kullanılır.

Genel olarak edebiyatımızda köy, taşra odaklı anlatıların temel vurguları şunlar olmuştur: Kan davası, toprakları sömüren ağa, aşkı bile engelleyen yoksulluk, kadınların ikinci sınıf olarak görülmesi, töre baskısı, insanların doktorsuzluktan ölmesi… Bu temalar aşağı yukarı bütün köy, taşra öykülerinde, romanlarında işlenir. Edebiyatımızda büyük oranda köy gerçekliği sömürülmüş, köy ve köylünün yaşadığı bireysel dramları, toplumsal sorunları ideolojik angajmanlara kurban edilmiştir. Oysa olaylar, gerçekler didaktik bir biçimde değil, estetik bir biçimde aktarılmalıdır. Sahici karakterler, ideolojik bir temsilden çok kendi gerçekliği ile çizilmeli, acılar, dramlar melodrama dönüştürülmeden, kırsal kesimin iyi temsilcisi olan karakterler üzerinden anlatılmalıdır. Köy gerçekliğini edebiyata, sinemaya taşırken sosyal/toplumsal değişimleri sinema sanatının, edebiyat sanatının gerekleriyle hareket edilmelidir.

Kitap üç bölümden oluşur. Birinci bölümdeki öyküler köy atmosferinde geçer. İkinci bölümdeki öyküler ise ergenliklerini birlikte yaşayan bir arkadaş grubunun hikâyelerinden oluşur ve seriyal öykülerdir. Öyküler yazarın da doğduğu Hazro ilçesinde geçer. Kerem Bakıcı, ilk öykü kitabında yoksulları, kıyıda bırakılmışları, apartman görevlilerini, ölümle yüz yüze insanları anlatır. Tüm öykülerde doğa, hayvanlar öykünün en temel anlatım imkânlarıdır. İnsan ve tabiat birbirlerini tamamlayan iki dosttur. Ama öykülerde hep kendini duyuran öne çıkan ise ölüm olgusudur.

İNSAN İLİŞKİLERİNİ SORGULAR

Derya Sönmez’in ilk kitabı Sırça Kanatlar, apaçık bir ilk kitap başarısını gösterir. Öykülerde ağırlıklı olarak insanlar arasındaki iletişimsizlik, anlayışsızlık, sevgi eksikliği ve kaçınılmaz olarak insan yalnızlığı anlatılır. İnsanlar birbirine yabancı bir tren yolculuğunda, bir kafede sadece bakışır sonra herkes kendi yoluna gider. Özellikle kitaptaki “Ormanda” “Ay Karanlık” 2021’in en güzel öykülerindendir.

Daha ilk öykü “Ormanda” da zor bir yazarla karşılaşırız. Öykü ancak ikinci okumayla kendini açığa çıkarır. O da belli belirsiz. Yazar, olayı, temayı, sorunu derinleştirip gizleyerek metnin paylaşımını sadece dikkatli ve sabırlı okura emanet eder. Metin, özellikle bakış açısının romanda, öyküde ne denli önemli olduğunun çarpıcı örneği gibi durur. Öykü boyunca simgesel bir anlatımla karı koca ilişkisi anlatılmaktadır. Ormandaki yolculukla hayat yolculuğu eşitlenir.

“Ay Karanlık” yine güzel öykülerden biri. Karanlık, tekinsiz, imgelerle örülü boşluğa doğru ilerleyen usta işi bir öykü. Öykünün sonu yeniden müphem bir şekilde biter. Bahçıvan kadını terk mi etmiştir yoksa: “Adam gözkapaklarının içinde bir süre daha ilerlemeye devam etti.” “Akşam Suyu” bir başka başarılı öyküdür. İki kardeş yıllar sonra belki de çok önemli meseleleri konuşmak için bir motorla balığa çıkarlar. Bu yolculuk boyunca her şeyi konuşur ama asıl konuşmaları gereken konuyu konuşamazlar. Öykü insan iletişimsizliğinin çarpıcı bir örneği olarak belleklerde yer eder.

Derya Sönmez’i okurken belki bir etkilenme değil ama bir yakınlaşma anlamında Hemingway geçer akıldan. Özellikle onun yinelemeler, yarım bırakılmış cümleler ve örtük anıştırmalarla metne gizem, merak unsuru ve devamlılık katarak oluşturduğu metinleri… Hiçbir biçimsel arayışa girmeden, karşılıklı konuşmalarla dramatik yapının oluşturulması ve en sarsıcı dramatik insani durumlarda bile yalın, sakin, serinkanlı anlatımı…

Sonra Kafka’nın öykülerini hatırlanır. Kafka’nın o karanlık, anlaşılmaz, karamsar öyküleri. Bilindiği gibi onun öykülerinde, parçalanmış ve yaralanmış bir bilinçle hayata tutunmaya çalışan insanlar aynı gerçeklikle ifade edilir; kopuk, eksik ve müphem. İnsan iletişimsizliğinin biçimsel bir yansıyışıdır bu. Derya Sönmez bu iki yazarı da atmosferler olarak hatırlatır.

Derya Sönmez’in öykü sonları da dikkat çekici. Neredeyse tüm öyküyü toparlayan ama sonuca ilişkin hiçbir şey söylemeyen hatta ima bile etmeyen öykünün bundan sonrasının okurda devam etmesini isteyen müphem, karanlık bir son anlayışı...

NİSAN ERDEM’DEN GÖR İHTARI

2021’de Gör İhtarı ile Nisan Erdem geleceğin umut vadeden yazarlarından biri olarak dikkat çekti. Kuşkusuz ilk kitabını yayımlayan genç bir yazardan büyük insanlık meselelerini, derin felsefi konuları tartışmaları beklenmez. Ne var ki nasıl bir duyarlık taşıdığı, nasıl bir bakış açısına sahip olduğu ve dil barajını aşıp aşmadığı önemlidir.

Onun öykülerinde İstanbul dekoru önünde, yaşama acemileri, aylaklar, acemi âşıklar zamanı, hayatı keşfetmek ister ve bir baştan bir başa şehri dolaşır. Büyükşehrin modern insana hediye ettiği klişe “kalabalıklar içinde yalnızlık”tır. Anlatıcılar tam da bu karakteri hatırlatır. Şehrin karmaşası, kaosu içinde incelikli bir hayat, derinlikli bir bakış açısı çıkarmak isteyen anlatıcının arayışları hikâyelerinin konusunu oluşturur.

Kitabın ilk öyküsü “Eltünt Kuş” kitabın başarılı öykülerinden. Öykü, ilham almak, yazı yazmak için Budapeşte’ye giden genç yazarın hikâyesini anlatır. Ne var ki yazarın havaalanında aradığı sevgilisi çok işim var toplantıya geçiyorum diye telefonu kapar. Budapeşte’de sevgilisinden haber alamayınca şehirde mutsuz olur. Kafası İstanbul’da, hiçbir şeyden haber alamaz. Ama üzerinde “Eltünt” yazan bir ilanı görünce kaderi değişir. Bu bir muhabbet kuşu kayıp ilanıdır ve bulanlar için telefon numarası bırakılmıştır. Yazar yalnızlığını yenmek için bu numarayı arar ve kuşun sahibi Nora ile tanışır. Sonradan öğreniriz ki kayıp kuş hikâyesi bir yalandır ve yalnızlığını yenmek için Nora tarafından uydurulmuştur.

İkinci öykü “Çıkış Aranıyor” diğer bir başarılı öykü. Şehir sıkıntısı, bunalımı yaşayan kahraman, bir çıkış arar. Çıkış tabelalarından medet umar, onları izler ve bir çıkış bulmaya çalışır. Neredeyse “tüm şehir bir ölüm tehlikesi”ne kadar götürür işi. Şehrin tüm çıkışlarından bir bir çıkmak ister. Şehrin gevezeliğinden başı ağrır. Ama karakter şehre itiraz etse de aslında şehirden de vazgeçmek istemez: “İstanbul’u çok seviyor ama her gün, her gün çıkış arıyor, garip bir hüzünle “Çıkış” tabelalarına sarılıyor, isimlerinden medet umuyorum.”

Bir başka deyişle şehrin kahrına itiraz eder ama ondan da vaz geçemez. “Ev’den Ev’e: Rapsodi Hayal Kırıklığı” da benzer bir iz üzerinde yürür. Yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle eve kapanan anlatıcının hikâyesini dinleriz. Ama şehir onu rahat bırakmaz. Bir yerden içeri sızar. Yine de şehirden vazgeçemez. Bu anlamda onun öykülerinde şehir, yazarın vermek, aktarmak istediklerinde önemli bir rol üstlenir. Nisan Erdem geçen yılın dikkat çekici isimlerindendi.

MEHTAP GÜL’ÜN MUTEBER GÜNLER’İ

Yılın güzel ilk kitaplarından biri de Mehtap Gül’ün Muteber Günler’iydi. İlk öykü “Trafo”da bir öğretmenin öğrencisine aşkı ve arkasından ikinci evlilik sonrası ailede yarattığı travma işlenir. “Otoliz” öyküsünde ise tıbbi gerçeklerle gündelik hayat arasındaki tezat gündeme getirilir. İnsanın bütün bir evreni unutup, yaptığı işte odaklandığında nasıl bir körleşme yaşadığı anlatılırken, arka planda kadın erkek ilişkileri, kadının güzellik uğruna çırpınması hikâye edilir.

Öykülerde kadın erkek ilişkileri ve bu ilişkideki tuzaklar, erdemler ve faziletler üzerinden ilerlenir. “Yaşmak, Yaşamak ve Pilav” öyküsünde, yoksul ve çıkışsız genç kızın, baba evinden evlenerek kurtulacağını sanan genç kızın hurafelerle dolu bir evlilik zindanına düşüşü, alttan alta ironik bir dille hikâye edilir.

Öykülerde ne erkek ne de kadın çerçevesi çizilmiş bir gelenek, birikim, kural ve hukuk içerisinde hareket etmediğinde, hurafeler devreye girmekte ve her durumda kadın ezilmekte ve erkek haklı çıkmaktadır. Özellikle kadının ekonomik özgürlüğünün olmaması onun ezilmesiyle sonuçlanmaktadır. Evlilik öncesi nazik, kibar insanlar evlilik sonrası kaba saba bir kişiliğe evrilir. Kadın sonunda bir karabasana dönüşen evliliğe başkaldırır ve evi terk eder. “Hortum” benzer bir iz üzerinde yürür. Hasta annesine bakmak zorunda kalan anlatıcı, kırk dördüne gelmiş evlenememiş, bu acıyla birlikte bir de annenin hayatı çekilmez kılan hastalığı ile uğraşmaktadır.

Öykülerde kadın olmanın zorluğu temel vurgulardan biridir. Kadının birinci açmazı ekonomik özgürlüğü olmadığı için bir an önce ve ne olura olsun baba evinden kurtulmak zorunda olmasıdır. İkinci olarak da toplumsal bir görev olarak ona yüklenmiş olan çocuk doğurma beklentisinin ortaya çıkardığı sorunlardır. Kadınlar kendileri dışında gelişen bu sorumluluk altında ezilirler. Toplumsal baskı bu çift yönlü olgular üzerinden oluşur.

Öykülerde ironik dil gizlenmiş, dramı hafifletmek için devreye sokulmuştur.

SERCAN CEYLAN’DAN MASALSI ÖYKÜLER

Sercan Ceylan’ın ilk kitabı Eşikte ve Eksik ağırlıklı olarak masalsı, gerçeküstü yaklaşımla oluşturulur. Sercan Ceylan, öykülerinde, betimlemeler ve ruh çözümlemelerinden ziyade, simgesel, imgesel bir dil kullanır. Bunalım ve düşsel yaklaşımlar öykülerde yer bulur. Özellikle düş ve gerçek ilişkisi öykücülüğünün temel çizgilerinden biri.

“Kaplan’ın Ev Arayışı”nda, kütüphaneyi verip nehri alan kahramanın yaşadıklarına bakılır. Öykü William Blake’nin Kaplan şiirine atıfla ilerler ve hayvanlar ve insanlar iç içe bir hayat sürerler. Borges’in peşinden giden öykü, kitap metaforlarıyla yüklüdür.

“Eşikte ve Eksik” ise sembolik ve muhayyel bir dünyada geçer, imge ve metaforlara yaslanır. Öyküdeki Cevdet Bey geç kalmıştır. Yarım, tamamlanmamış bir kişiliktir. Ailesine, dostlarına yapmak istediklerinde gecikmiştir. Bu yüzden evrakları kabul edilmez, eksiktir. Tam da burada bürokrasi devreye girer. Cevdet Bey’e eksikliğini yüzüne vurmaya başlar.

“Kaplan’ın Av Arayışı” ve “Eşikte ve Eksik” kitabın iyi öykülerinden. Öyküler, kapalı, soyut ve sembolik anlatıma yaslanmıştır. Sercan Kaplan’da, Bilge Karasu, Ferit Edgü ve Kafka’nın sesi hissedilir. Onun öyküleri, yer yer gerçeküstü motiflerle beslenmiş, hayvan ve insanların iç içe geçtiği bir anlatıya yaslanır. Birinci öyküde kaplan metaforu ikinci öyküde ise yılan metaforu kullanılır. Metinler arası ilişkiler onun en tipik anlatım özelliklerinden biridir. Kitapları, şairleri, romancıları, öykücüleri öykülerin merkezine oturtur. Orada gezintiler yapar. Bütün bunlar da postmodern öykü anlayışının önemli özellikleridir.

ALİ GÜNEY’İN GÜÇLÜ ÇIKIŞI

Ali Güney, Grafen Bulut’la güçlü bir çıkış yakalamış gözüküyor. İyi bir anlatım, iyi atmosfer ve dilde özen. Öyküleri bazen küçük bir olayı, enstantaneyi (dayıya küslük vb.) bazen büyük bir insanlık dramını (bürokrasinin ezdiği insanlar, mültecilerin acıları vb.) ele alarak, meselesini içtenlikle aktaran bir yapı içerisinde.

Ali Güney kısa kısa cümlelerle kuruyor öykülerini. Küçük hatırlatmalar, fotoğraflar ve seslerle. Bir ressamın resmini oluşturması gibi fırça darbeleriyle manzara ortaya konurken, resmin bir yerine küçücük bir ayrıntı bırakıyor. Her şeyi anlatsın, fotoğrafı izah etsin diye… Olaya odaklanmadan, vermek istediği duyguya insanda bıraktığı etki üzerinden küçük simgelerle anlatmayı seviyor. Hayatın sarstığı, engel çıkardığı kahramanlar hayata tutunacak küçük tutamaklar buluyor, onlarla yönlerini çiziyorlar.

Kahramanlar hayatın bir yanına sıkışıp verili rolü oynamaya çalışırlar. Kendilerini kandıracak bir rol edinir, onun renklerine bürünür, yaşar giderler. Artık hayal etmek istedikleri bir hayat kalmamıştır. Her şey görünmez olur. Hayat insanların düşlerini kırıp sıradanlaştırır, caddenin sıradan bir esnafı yapar, ekmek kavgasının içine iter ve görünmez kılar. Örneğin bir hayat kadını hayata sadece kurduğu hayallerle tutunur. Onun hayatın demir gibi dövdüğü karakterleri bir yaşam acemisi gibi kıyıya vururlar.

Onun öykülerinde hayatta kendisine sadece küçücük bir yer edinmek isteyenlerin nasıl varlığını oraya sığdıramadıklarını görürüz. Çünkü her yer çok önceden ıkış tıkış doldurulmuştur. Ama bu çağda bir yerden bir yer kapmak ancak boş, yüksüz ve yüzsüz olmakla mümkündür.

ABDULLAH KASAY’IN MUTLAK BİR ÇIKMAZ’I

Abdullah Kasay Mutlak Bir Çıkmaz Yol’da, çocukluğun samimiyet ve saf ikliminde, gençliğin çalkantılı dönemlerinde insanlık hâllerini hikâye eder. Hayatın hikâyeye değmez sanılan küçük ayrıntılarında dolaşır. Doğa bu arayışta bir anlatım imkânı olarak rol alır.

Onun öykülerinde ilk dikkat çeken özellik, yalın, sade bir anlatım ve abartının, süslemenin azlığıyla, savrukluğa kapılmayan bir öykü evrenidir. Abartmadan, altını çizmeden, öykünün o naif yapısına denk düşen ince göndermelerle, çağrışımlarla öyküler yapılandırılır. Sıradan fakat net bir dil kullanılıp sıradan olaylar ve şeylerden hikâye devşirilir. Süssüz, çıplak ve hatta ‘minimalist’ bir yaklaşım denenir.

Bazı öyküleri ise alabildiğine kapalıdır. Kasay anlattıklarıyla bir şeyleri gizler gibidir. Açığa çıkarmak istediği şeyin üstünü bazen de örtmek ister. Böylece bizde bir merak duygusu uyandırır. Geçmişlerini ve ne yaşadıklarını bilmediğimiz kahramanları çoğunlukla yolda görürüz. İçinden çıkamadıkları bir boşlukta var olma savaşı verirler. Bunlar hayatın içine düşmüş çırpınmaktadır. Ama tüm bu devinimler ruhtaki yangını söndüremez. Özellikle rüya anlatımları sever. Bu da merak uyandırmanın önemli imkânlarındandır.

SAVAŞ’TAN BENİ BEKLEMEYİN

Abdullah Enis Savaş’in Beni Beklemeyin’deki ilk öyküsü “Bir Korona Masalı”nda, masalsı bir üslupla zamanlar arası geçişlerle modernizm eleştirisi yapılır. Bir kuş, gül bulamadığını Hazreti Mevlânâ’ya söyleyince, Mevlânâ ile kuş, gül aramaya çıkarlar. İstanbul’da gül bulamayınca güllerin sadece Sadi’nin Gülistan’ında olduğunu öğrenirler. Çünkü insanlar güllere acımasızca davranmış onlar da Sadi’ye sığınmışlardır. Sadi’nin mekânına gelen Mevlânâ ve kuş, gülleri görürler. Böylece kuş gülüne kavuşur.

“Hapis” öyküsü psikolojik bir gerilim öyküsüdür. Takip edildiğini düşünen anlatıcı bir türlü bu insanlardan kurtulamaz: “Öyle ki, sanki o insanların hepsini zihnime hapsettim ve ben de kendi bedenimde, onlarla hapisim.” Şimdi tek bir çıkış gözükmektedir: “Zihnimdekilerle beraber, birlikte son bulacağız!” “Her Şeyi Tutan Bir Şey” öyküsü bir tiyatro metnidir. Sahne açıldığında Nezih ve Fatih’i müzik üzerine konuşurken buluruz. Daha sonra tiyatroda fantastik, gerçeküstü olaylar olur. “Bilmem” ve “Grift” öyküleri, sokakta, hayatı, yazıyı, insan ilişkilerini sorgulayan kahramanların iç konuşmalarından oluşur.

Abdullah Enis Savaş, öykü yolculuğunda öncelikle odaklaşma, tematik zenginleşme ve sembol üzerinden öyküleri anlatma konusunda bir yol izleyerek öyküsünü iyi bir yöne yöneltebilir.

İlk kitap, edebiyat dünyasında bayrak dikme olayıdır. Bu yüzden yazar var olduğunu, bir sesi olduğunu duyurmak istemiştir. Hep dalgalanmasını, burçlarda yükseklere asılmasını ister. Herkes görsün ister, konuşulsun, duyulsun. Üzerine yazılar yazılsın, varlığı, sesi kabul edilsin. O sese, duruşa, bayrağın dalgalanışına âşıktır. Bu yüzden ilk kitapların gölgesinde bir edebiyat serüveni izleyecektir. Oysa var olabilmesi, sesinin bir yankısı olması için, o bayrağın hep orada dalgalanması için güçlü bir kale inşa etmesi gerekir. Sonunda o kaleye bu bayrağı dikecektir. Kalıcı olabilmesi ve bayrağın hep dalgalanması için bir ömür rüzgâr için mücadele edecektir.

#Kerem Bakıcı
#Derya Sönmez
#Nisan Erdem

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.