Son birkaç ayda 600'e yakın İslam aliminin katledildiği Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığınan Çerkes asıllı ilim adamı Cevdet Said, önümüzdeki 20 yıl içinde İslam coğrafyasındaki bütün diktatörlerin tarihe karışacağını söyledi. Said'e göre, diktatörlükle yönetilen bütün ülkeler demokratik dönüşümü er ya da geç yaşayacak
Uzun yıllardır kendi köyümüzde yaşıyordum. Yaşanan çatışmalardan köyümüz de etkilendi. Esed askerlerinin keskin nişancı ateşiyle kardeşim vuruldu. Yaşadığım eve havan mermisi düştü. Ayakkabılarımı dahi giyemeden kaçmak zorunda kaldım. Bugüne kadarki çalışmalarım, kitaplarım o evde kaldı. Şam'a kaçtık ancak burada da bombardıman ve hayati tehlikemiz devam etti. Daha sonra Deyr-i Zor'a geldik. Ailemin bir bölümü uçakla geldi. Benim yurtdışına çıkışıma izin vermediler. Deyr-i Zor'daki muhaliflerin yol göstermesiyle Urfa Akçakale'ye ulaştık.
Bu ne ilk savaş, ne de son savaş. Mısır gibi biz de demokrasiye geçeceğiz. Bunun başka çaresi yok. Önümüzdeki 20 yıl içinde özellikle İslam coğrafyasında diktatörlüğe bağlı tüm ülkelerin demokrasiye geçeceğine inanıyorum. Türkiye bugünkü demokrasi ortamına kolay gelmedi. Defalarca kesintiye uğradığını biliyorum. Ancak akla uygun olmayan hiçbir sistemin kalıcı olacağına inanmıyorum. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Geçerli olan tek güç akıldır.
Burada pek çok dostumuz var. Bize evlerini açan, sahip çıkan güzide insanlar ve kitaplarım üzerinden benimle irtibat ve muhabbet kuran dostlarımız var. Ancak ben kısa bir süre sonra Suriye'de savaşın biteceğine inanıyorum. Bu savaş bitince geri döneceğiz.
Bu gibi ülkelerde yaşayanlar zaten ölmüş demektir. Çünkü bizim bir hayatımız yok. Bizim hayatımız bir kişinin iki dudağı arasındadır. Biz zaten yaşayan ölülerdik.
Eğer bir devlet başkanı size zulmederse siz doğruları yüzüne karşı söyleyin. Ama sakın silaha sarılmayın. Çünkü bu gider başkası gelir. Biz yalnızca doğruyu söylemekle mükellefiz.
60 sene evvel insanları uyandırdığım için beni işimden ettiler. Defalarca hapsedildim. Önce 4 ay, ardından 1 sene hapis yattım. Mal-mülk edinmemi yasakladılar. Bunun üzerine ben de kızdım, köyüme yerleştim. Çiftçilik yaparak, toprak sürerek geçimimi temin ediyordum. Arıcılık yapıyordum. Tabii ki bir yandan da kitaplarla ve internette dünya ile temas halinde oldum her zaman. BBC'den her gün dünyada ne olup bittiğini takip ettim.
Muhalifleri çağırmıştı, 'gelin görüşelim' diye. Benim de bu görüşmede bulunmamı talep ettiler. Ancak 'beni hapse atacaksanız atabilirsiniz, görüşmeye gitmeyi kabul etmiyorum' dedim. Çünkü Esed'den önce Muhaberat ile defalarca yüzyüze geldim. Muhammed Ammar isimli bir doktor arkadaşımı çağırdılar. Esed'in eniştesiyle 4 saat sohbet etmişler karşılıklı. Arkadaşım yolcu edildikten sonra kapıdan dışarı çıkmadan yakalayıp hapsettiler. Esed yönetiminin devlet anlayışı bu.
Elbette. Ortadoğu'daki, Arap ülkelerindeki bu uyanış Türkiye'nin kendisiyle gelmesiyle doğrudan ilgili. Söylediğim gibi 20 seneye kadar bütün Arap ülkelerinde değişimin tamamlanacağına inanıyorum. Türkiye'nin yaşadığı tüm sıkıntıları biz de yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bunları adeta doğum sancıları olarak niteleyebiliriz. Tıpkı Avrupa'nın akla aykırı olarak gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı'nın ardından birleşmesi gibi Müslüman ülkelerin de kendi aralarında biraraya geleceğine ve birleşeceğine inanıyorum.
Mısır hem tarihi kökeni itibariyle köklü ve büyük hem de halkının eğitim seviyesi çok yüksek bir ülke. Mısır bu yoldan artık geri dönmeyecek. Türkiye'yle beraber hareket edeceklerine inanıyorum.
ABD bir ülkeye müdahale edeceği zaman gerekçesi 'demokrasi' oluyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim köyümüzde bir hayvan kaybolduğu zaman ev sakinleri bir dua okurlar, kurdun ağzını bağlarlardı. Kurt yemesin diye. Sabahleyin de kurt açlıktan ölmesin diye kurdun ağzını açarlardı. Dünya şimdi bu hale geldi. Birleşmiş Milletler'deki veto sahibi beş ülke dünyanın ağzını bağlamış, bizim kurda yaptığımız gibi istedikleri zaman açıyor, istedikleri zaman bağlıyorlar. Müslümanlara karşı gücü elinde bulunduran ülkelerin yaptıklarını ben buna benziyorum.
Malumunuz Kur'an-ı Kerim'de Şura Suresi var. Ayette istişare emrediliyor. Bunu reel politikada nasıl örneklendiriyorsunuz diye sorarsanız, Recep Tayyip Erdoğan'ın Irak savaşı sırasında, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden geçmesi konusundaki tavrını söyleyebiliriz. Erdoğan, Amerika'nın talebine karşı "Arkadaşlarıma, halkımıza danışayım" dedi. Sonuç olarak Türkiye 'hayır' dedi. Demokrasi yerine diktatörlükle yönetilseydi ve Türkiye'nin başında zalim bir insan olsaydı, ABD'nin talebine evet derdi. Tıpkı Arap liderlerinin Amerika'ya 'buyur' dedikleri gibi. Sandıktan seçimle çoğunluğun oyunu alan insanlar aynı zamanda fakir ve gariban insanları da yönetim mekanizmasına katmış olurlar. Aksi hallerde para ve güç sahibi insanların yönetimde sözleri geçer. Şunu hiçbir zaman unutmamak lazım ki, Peygamberlerin yanında olanlar daima fakirler ve zenciler olmuştur. Oysa zenginler daha fazlasına sahip olmak için ve elinde olanı kaybetmemek için dünyayı harap etmeye devam ediyorlar.
1864 Çerkez sürgünü sırasında önce Anadolu'ya gelmişiz. 10 sene kadar Türkiye'de kaldıktan sonra Suriye'nin Bir-i Acem köyüne yerleştik. Tabi o zaman gittiğimiz yer, bugünkü Suriye değildi, Osmanlı'nın Şam vilayetiydi. Ben de 82 yıl evvel orada doğdum.
Üç yıllık medresede okudum. Ardından 5 yılda daha uzak bir şehirde okudum. Ben devam etmek istiyorum, ancak babam 'gavur olursun' diyerek okumamı istemiyordu. O dönemde Suriye rejiminin okullarında okuyan gavur olur düşüncesi vardı. O gavurun nasıl bir şey olduğunu çok merak ettiğimi görmeyi ve tanımayı istediğimi hatırlıyorum. Annem ise babamın aksine okumamı istemiyordu. Mısır, Ezher'de okuyup gelenler vardı köyümüzde. Babam Ezher'de okuyup gelenleri görünce Mısır'da eğitime devam etmeme razı oldu. Köyden araca bineceğimiz yer 10 km uzaktaydı. Babam ata bindirdi ve beni götürürken yolda "Sakın Vahhabi olma, Vahhabiler Hz. Peygamber'in dediklerini kabul etmez" dedi. Babama Ben de o zaman başka bir şey olurum dediğimi hatırlıyorum.
Elbette. Bu sebeple anlatıyorum. Bugünle ilgili bir şey söylemek için önce İslam kardeşliğine dair geçmişimizin, İslam dünyasının ve bizim insanımızın ilme, diğer Müslümanlara bakışının, tarihimizin çok iyi bilinmesi gerekiyor.
Mısır'da her mezhebin okulu vardı ben 10 sene Hanefi fıkhı üzerine eğitim veren bir okulu tercih ettim. Ancak bu yeterli gelmedi. Daha fazla okumak istiyordum. Kuran'ı anlamak istiyordum. Ne bulursam okumaya başladım. Kahire'de Arap dili ve temel İslamî ilimler üzerine ihtisasımı tamamlarken çağdaş İslam düşüncesine ilişkin okumalar yaptım.
Cezayirli İslam alimi Malik Bin Nebi diyebilirim. Pek çok isim okudum ama o dönemde İslam dünyasının en büyük meselesi olarak görülen Filistin'den ve Müslümanların İsrail ve zihniyetiyle mücadelesinden daha mühim bir mesele daha bulunduğunu söyleyen Malik Bin Nebi bakış açısı ve tespitleriyle beni çok etkiledi. Özetle Müslümanların dağınık ve birlik olamayan, müstemleke haline dikkat çekiyor ve bunun sebeplerini açıklıyordu. Benim de ilk kitabım bu mesele üzerine oldu.
Mesela tarih konusunda merak sahibi olmamın nedeni Muhammed Esed'dir. Kendisinin önemli bir tesbiti var. "300 senelik dünya tarihini bilmeyen bir insan, bilen insanların içine girerse deli gözüyle bakılır" diyor. Bana göre de İslam aleminin başına gelenlerin altında bu tespit yatıyor. Tarihimizi öğrenmediğimiz için analiz de edemiyoruz. Osmanlı bu yüzden bölüşüldü.
Allah (cc) Kuran'ı Kerim'de " Hem kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye atları, katırları, merkepleri yarattık; ve şimdi beklemiyeceğiniz daha neler (acaip şeyler) yaratacağız!... (Otomobil, uçak ve füzeler... gibi)." Diyor. 1400 yıl önce insanların akıllarından bile geçiremediği uçaklarla seyahat ediliyor bugün. Kuran 1400 yıl önce bugünü ve yarını ve daha sonrasını anlatıyor. Gök gürültüsünden sesle ilgili gelişmelere uzanan, önce gözünü, ardından şimşeği fark edip buradan ampulün keşfine yol alan bir insanlıktan söz ediyoruz. Netice şudur. İslam alemi tarih bilincine ve akla önem vermediği için bugün bu haldedir.
25 sene önce kitaplarım Türkçe'ye tercüme edildi. Ancak Türkiye'ye gelme imkanı bulamadım. Ramazan'da bir konferans için çağırıldım ama aynı tarihlerde Libya'ya da çağırdıkları için gelememiştim. Türk düşünürleri ise her zaman yakından takip ettim. Yine Muhammed İkbal'in çağdaşı Celal Nuri, Mehmet Akif, Namık Kemal gibi Türk şair ve yazarların eserlerini okudum. Dünya tarihini okurken Osmanlı ve Türkiye tarihini de okuma fırsatı buldum. Said-i Nursi'yi, Atatürk'ün Türkiye tarihindeki işlevini inceledim ve takip ettim. Atatürk'ün başındaki Çerkez kalpağı kültürel olarak bize yakın görünürdü. Suriye'deki Çerkezlerin Türkiye'yi yakından izleme sebepleri arasında bunun da olduğunu söyleyebilirim.