Son dönemde ihracatımız artıyor. Havana’da Türk kökenli bir firma, enerji gemileri vasıtasıyla Küba’nın toplam elektrik üretiminin üçte birini karşılıyor. Ayrıca turizm alanında faaliyet gösteren Türk kökenli firmalar var. Türkiye buradaki işbirliği imkanlarını dikkat ve titizlikle yürütüyor.
Ticaretin arttırılması konusunda talepleri var. Biz burada Küba’nın kanser ve immünoloji araştırma merkezini ziyaret ettik. Orada tıbbi alanda yapmış oldukları önemli araştırmaları var. Türkiye'yle işbirliği yapmak istiyorlar. Ayrıca özellikle tarımda, bazı sanayi ürünlerinde, turizmde, enerji alanında işbirliğine hazırlar. Bu alanlarda Türkiye ve Küba arasında işbirliği yapılabilir. Sağlık alanında zaten ortak bir çalışma grubu kurulması için karar alınmış. Sağlık Bakanlığı'yla görüşmeler yapılmış, Türkiye'ye ziyaret gerçekleştirmişler. Bu alan, Kübalıların çok iddialı oldukları bir alan. Burada bir işbirliği yapılabilir.
Bu onların vereceği bir karar. Çünkü biliyorsunuz hala devlet işletmeleri bu oteller. Bu kadar büyük bir krizden kurtulmak bakımından kendilerine de gayet dostane bir şekilde şunu söyledim. 2019’da yapılan anayasa reformuyla anayasal düzenlerini tahkim ettiklerini ve bir reform yaptıklarını düşünüyorlar. Ancak bu tek başına yetmez. Bunun ekonomik ve sosyal reformlarla ilerletilmesi lazım. Böylece ekonominin kendi dinamiği içerisinde çalışacağı, serbest pazar ekonomisinin şartlarının etkili olacağı bir açılımı yapabilirler. Eğer bunu yaparlarsa hem dünyada çok farklı iş insanlarıyla işbirliği yapma imkanına kavuşurlar hem de belki bu ambargoların yakıcı etkilerini de hafifletmiş olurlar.
Sadece anayasa çalışmalarının başarılı bir şekilde yürütülmesi değil, aynı zamanda siyaset kurumunun güçlenmesi için de partiler arasında diyaloğun önemli olduğuna inanıyorum. Benim yıllardır söylediğim; şimdi meclis başkanı olduktan sonra da yapmaya gayret ettiğim şey, bu iklimin oluşturulmasıdır. İklimin oluşması için de insanların birbirlerine karşı yumruk sallaması değil, insanların birbirleriyle el sıkışması lazım. Fikirler farklı olabilir, görüşler farklı olabilir, hedefler farklı olabilir ama hepimizin, Türkiye'nin geleceğini daha iyi yapabilmek, daha olumlu işler yapabilmek için müşterek çalışabilme zeminini kurmamız gerekiyor.
Bu anayasa çalışmaları, aslında hem Türkiye'de siyasetin normalleşmesi bakımından önemli bir fırsat olur hem de bu karşılıklı normalleşme sürecinin anayasa başta olmak üzere yasama faaliyetlerinin kalitesinin arttırılması bakımından katkısı olur. Siyasi partiler arasında görüşmelerin yapılmış olması, Sayın Cumhurbaşkanımızın ana muhalefet partisinin liderini kabul etmesi ve bu görüşmenin oldukça sıcak, dostane bir ortamda geçmesi Türkiye demokrasisi adına kazançtır.
Bu parlamentonun şöyle bir özelliği var. Geçen seçimde halkın verdiği oyların yüzde 95’i parlamentoda temsil ediliyor; 14 siyasi parti var, altı siyasi partinin de grubu var. Bu şu demektir. Çok sesliliğe açık bir parlamentomuz var. Eğer burada partiler bir uzlaşma zemini geliştirebilirlerse bu parlamentoda istenilen bir anayasa gerçekleşebilir. Bunun için önce bu iklim meselesi...
Ardından ikinci olarak söyleyeceğim şey ise zemin meselesidir. Doğru zemin ve doğru yöntem bulunmasıdır. Bu çalışmaların doğru zemini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Tabii ki herkes fikrini söyleyecek; toplumun bütün kesimleri, anayasayla ilgili külli bir fikir de söyleyebilir, isteyen istediği maddelerle ilgili teklifler de yapılabilir. Bunun için parti ziyaretlerinden sonra sivil toplum kuruluşlarının, hukuk camiasının, üniversitelerin, kanaati olan grupların da fikirlerinin alınması için zemini düzgün bir şekilde oluşturmaya gayret edeceğiz.
Ayrıca bu tartışmalar yapılırken doğru bir yöntemin tespit edilmesi lazım. Açıkçası şuna başından itibaren özen gösteriyorum. Doğru zemini, doğru yöntemi söylüyorum ama “Şu yöntemle yapacağız” ya da “Şöyle olması gerekir” diye bir dayatmayı ortaya koymanın doğru olmadığına inanıyorum. Partilerle görüşmelerimizi tamamladıktan sonra yönteme ilişkin belki teklifler talep edeceğim.
Şimdiye kadar ziyaret ettiğim partiler, anayasa çalışmaları için kapıyı açık tutmuştur. Yani iyi karşıladılar, çok olumlu görüşmeler oldu. Ama tabii ki anayasa görüşmelerinde yöntemi bulunduktan sonra esas tartışma, konulara girildikçe ortaya çıkacaktır.
Tabii ki. Zaten bu siyasi partilerin tamamı kendi programlarında da anayasa değişikliklerinden bahsetmişlerdir. Dolayısıyla bu bir fantezi değil, bu bir hayal değil. Olabilir. İlk turdaki görüşmelerimizi çok sıcak, çok olumlu gördüm. Ümit ediyorum ki sonuç alırız.
Doğru iklim ve doğru yöntemi o nedenle birlikte söylüyorum. Bu bir iklim meselesidir. Cumhuriyet'in ikinci asrı, yeni bir yüzyıl, Türkiye Yüzyılı, burada Türkiye'nin hedefleri var. Parlamento da önüne yeni bir anayasayı yapabilme işini hedef olarak koymalıdır. Öncelikle bu iklimin oluşabilmesi için müzakere, fikirleri karşılıklı söyleme, el sıkışma önemlidir.
Nihayetinde bu tartışmaların olması, tartışmaların da sağlıklı bir şekilde yürümesi, sonuçta anayasanın değişmesi meselesi bir bakıma matematik bir işidir. Yani burada 400’ün üzerinde bir oyu hedefleyen yaklaşım esas alınmalıdır. Dolayısıyla parlamentoda 400’ün çok üzerinde bir destek bulunursa, toplumsal olarak çok ciddi bir mutabakat sağlanmış olur. Anayasa tartışmaları, toplumsal mutabakatın sağlanmasına vesile olmalıdır. Ama toplumsal ayrışmaya, kutuplaşmaya vesile olacak anayasa tartışmalarının Türkiye'ye faydası olmaz.
Şunu kesinlikle belirteyim. Bu işin tartışma yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, anayasa yapma iradesine de gücüne de yetkisine de sahiptir. Bu süreci kimsenin zehirlemesine müsaade edilmemesi lazım. Bu süreç, ciddi bir şekilde parlamenterler arasında, siyasi iradeyle olacak bir şeydir. Siyasi iradenin temsilcileri, konularını gündeme getirirler ve tartışırlar.
Bu süre içerisinde denge denetim mekanizmaları, parlamentonun gücünün artırılması, hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, özellikle hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi konular gündeme gelebilir. Burada mühim olan anayasanın zamanın ruhuna uygun bir şekilde, kapsayıcı, kuşatıcı, demokratik ve özgürlükçü olmasıdır.
Ben seçimden, Türkiye’nin güncel tartışmalarından ziyade karşı karşıya kaldığımız küresel ve bölgesel tehditlerin Türkiye siyasetinin üslubunun değişmesini zorladığına inanıyorum. Bölgemizdeki büyük sıkıntıları, problemleri görüyorsunuz. Son olarak İsrail, Gazze'de insanlık dışı saldırılarını, katliam boyutlarını aşan soykırımını sürdürüyor. Biz bu bölgenin insanları, kendi farklılıklarımızı aşılmaz engeller olarak görüp, ya tek tek her birimiz emperyalizmin hedefi olacağız ve tek tek hepimiz çok ağır bedeller ödeyeceğiz ya da biz sorunlarımızı oturup medeni ve fikri olan insanlar olarak tartışıp çözüm üreteceğiz.
Türkiye, çok engin bir demokrasi tecrübesine sahip. Demokraside çok ağır bedeller ödemiş olan bir ülke. Türkiye bölgesel ve küresel sorunlara artık yüksek perdeden ses çıkarıyor. Görüyorsunuz bütün dünyayı dolaşıyoruz. En çok sevindiğim husus şu. Herkes Türkiye'yi farklı bir yere koyuyor. Yani Afrika, Asya, Latin Amerika, Karayip ülkeleri de Türkiye'yi farklı bir yere koyuyor ve Türkiye'yi bir oyun kurucu, dünya üzerinde de sözü olan bir ülke olarak görmeye başlıyor. Bu çok kıymetli bir şey.
Türkiye kendi sorunlarını çözebilmek için oturup konuşmasını başarabilen bir siyaset diline, üslubuna kalıcı olarak sahip olmak zorundadır. Çünkü bugün karşılaştığımız meseleler hiçbir zaman geçici değildir, sadece kılıf değiştiriyorlar. Bu bölgenin bu kadar büyük bir aktörünü kimse tek başına bırakmaz, kimse göz göre göre Türkiye'nin güçlenmesinin önünü açmak istemez. Biz mücadele ederek, gayret ederek bu yolda yürüyeceğiz. Bunun ilk şartı da demokrasiyi güçlendirerek, kendi aramızda ortak kararlar alarak ilerlemektir. Bu iklime doğru Türkiye'nin gitmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum.
Siyasette şahıslar üzerinden konuşmak istemem. Doğru bulmam ama Sayın Özel’in, Sayın Cumhurbaşkanını ziyaret etmek istiyorum diyerek daha hemen en başında bir çıkış yapmasını son derece olumlu bulduğumu ve bir diyalog arayışı içerisinde olmasını takdirle karşıladığımı ifade etmek isterim.
Tasarruf tedbirlerine ilişkin Meclis Başkanlığı görevine gelir gelmez koruma ve araç sayısı ile protokolü asgari düzeye indirdik. Bu konuda bir genel sekreter yardımcısı arkadaşımızı görevlendirdik. Mecliste yapılabilecek bütün tasarruf tedbirleri masaya yatırıldı. Bunlarla ilgili çalışmalar yapılıyor.
Meclis’te en çok harcama kalemlerinden birisi, basılı malzeme. Meclis’te basılı olan malzemeleri ciddi oranda azalttık. Meclis tutanakları dahil… Buradan çok büyük bir tasarrufun olduğunu biliyoruz. Geri dönüşümle ilgili de çalışmalarımız var.
Ayrıca Meclis’teki araçlarla ilgili yapılan ihalede hemen hemen yarı yarıya bir tasarruf sağlandı. Meclis’teki idari kısmın makam araçlarını Togg ile değiştirdik. Meclis’te elektrikli araç şarj istasyonlarını da kurduk.
23 Nisan'da makam aracı yerine otobüs kullanılması yönündeki uygulamamız, tasarrufu teşvik etmek için yapılmış bir işti. Tabi ki tek başına o uygulamayla Meclisin büyük bir tasarruf yapmayacağını biz de biliyoruz. Bu durum karşısında bazı kötü niyetli zihinlerin ortaya döküldüğünü görmek gerçekten üzüntü verici. “Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, AK Partilileri aldı gitti.” diyenler bile oldu. Bunu diyen kişinin yayımladığı haberin fotoğrafında CHP'li arkadaşımız da var.
O gün ayrıca pratik olarak ben bir şey daha gördüm. 23 Nisan’da Meclis’ten Anıtkabir'e gittik, oradan Birinci Meclis’e ve tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki programlarımıza geldik. Toplu bir şekilde hareket etmenin ne kadar büyük bir zaman tasarrufu sağladığını da gördük.
Meclis kuvvetli bir tasarruf yaparsa, bunu da gösterirse, bu diğer bakanlıklara ve kamu kurumlarına da örnek olur.
Bu resmi bir ziyaret. Göreve geldiğimiz günden bu yana tarifeli uçakla gitmemiz mümkün olan her yere tarifeli uçakla gittim.
Milletimizin emanetine halel getirecek hiçbir adımı atmadığım gibi bu yöndeki haksız eleştirileri yapanlardan çok daha ciddi bir şekilde kamu malının nasıl korunması gerektiğini biliyorum. Mesela; aynı gün içerisinde sabah Antalya’da, öğle vakti ise Denizli’de bir programımız vardı. Bu iki programı Meclis Başkanı olarak nasıl yapacağım? Geçenlerde çok haksız bir şekilde dile doladıkları, iftira attıkları, “Aile ziyareti için gitti” dedikleri Mardin'e, “Akademi ve Siyonizm: Baskılar, Korkular ve İtirazlar” ana temasıyla düzenlenen Uluslararası Beytülmakdis Akademik Sempozyumunun açış konuşmasını yapmak üzere gittim. Gittiğimiz uçakta beş milletvekili arkadaşımız da vardı. Uçakla gitmemizin bir diğer nedeni, aynı gün Ankara’daki programlarımızın yoğunluğu. O gün Irak Temsilciler Meclisi Başkanvekili ile görüştük, programa yetişmek için de uçağı kullandık. Bütün bu ziyaretleri, şahsi gezim olarak yapmıyorum. Hiçbir ziyarete de tek başıma gitmiyorum. Gerçekleştirdiğim bütün ziyaretler resmidir ve hepsi de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki milletvekili arkadaşlarımızla beraber gerçekleştirilmiştir. Bu son derece maksatlı ve haksız bir eleştiridir.
Mardin Artuklu Üniversitesince düzenlenen Uluslararası Akademik Sempozyumda bu konuda çağrıda bulundum. Buradan bir kez daha bu çağrımı tekrarlamak isterim.
Türkiye olarak dünyanın dört bir tarafında zor durumda kalan öğretim üyelerine hep kucak açmış bir milletiz. Atatürk zamanında, Almanya'da Nazilerin zulmünden kaçan Yahudi bilim adamları Türkiye'ye gelmiştir ve Türkiye'de bilimsel hayatın gelişmesine önemli katkıları olmuştur.
Dünyanın dört bir tarafında şu anda Siyonizmin baskılarıyla işini bırakmak zorunda kalan öğretim üyelerinin, akademisyenlerinin tamamına çağrıda bulunuyoruz. Dünya üniversitelerinde Siyonist baskılar yüzünden işinden atılan insanlara Türkiye üniversitelerinin kapıları açıktır.
Ben bir akademisyen olarak bana yapılan ilk teklifi değerlendirdim ve Mardin Artuklu Üniversitenin sempozyumuna katıldım. Orada çok sayıda yabancı bilim adamıyla da bir arada olduk, dayanışmayı ortaya koyduk.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, hükümetin, bizlerin Gazze konusundaki duyarlılığı, halkın duyarlılığı ile birebir aynıdır. Çok büyük gösteriler Türkiye'de de oldu, büyük mitingler oldu. Dolayısıyla her platformda destekler sürdürüyor. Mühim olan bunun istikrarlı bir şekilde sürdürülmesidir. Filistin davasında yeni bir dönemin başladığına inanıyorum. İki gelişme bu kanaate sahip olmamda çok önemli. Birincisi, batılı ülkelerindeki üniversitelerinde yapılan gösteriler; hatta ondan önce, hükümetlerinin “Sakın sokağa çıkmayın” diye tehdit etmesine rağmen büyük kalabalıkların gerçekleştirdiği kitlesel gösterilerdir. İnsaf ve vicdan sahibi insanlar dini, dili, rengi, siyasi fikri ne olursa olsun artık bir araya geliyor. Bu tasarlanamayacak bir şeydir. Bu kadar büyük bir katliamın sonunda, soykırımın sonunda insanlık vicdanı harekete geçmiş ve “insanlık cephesi” kurulmuştur. Bu kadar güçlü bir insanlık cephesinin kurulması, bütün insanlığın yüz akıdır.
İkincisi ise, şu an yaşadığımız için anlamadığımız ancak ileride çok daha net anlaşılacak olan şey, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Uluslararası Adalet Divanı’na başvurusudur. Sorgulanamaz, yargılanamaz, hesap sorulamaz, toz kondurulamaz İsrail hükümetine toz kondurulmuştur. Güney Afrika'yı da bir kere daha tebrik ediyorum. Çok büyük tarihi bir iş yaptılar. Bundan sonra çok yoğun bir mücadele sürecek. İsrail ve destekçileri her türlü baskıyı ortaya koyacaklar. Sonuçta hükümetler ne yapar yapsın halkın vicdanı var, halkın sesi var; bu ses her yerde çok güçlü bir şekilde gündeme gelecek.