Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ay sonunda toplanması beklenen Milli Güvenlik Kurulu’nu Kuzey Irak’ta yapılacak referandumun önüne çektiklerini açıkladı. Erdoğan, Barzani için “Bu konudaki hassasiyetimizin ne denli ileride olduğunu çok daha net, açık görecektir” dedi. Türkiye, MGK kararıyla, Irak’ta yapılacak referandumun Türkiye’nin milli güvenliğini tehdid eden bir adım olarak kabul edilemez olduğunu net bir şekilde vurgulayacak. Barzani hükümetini ekonomik olarak izole edebilecek hatta Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığını arttırmasını da içerebilecek ciddi tedbirler masada.
MGK, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de yapmaya hazırlandığı referandumdan 3 gün önce toplanacak. Bir hafta erkene çekilen toplantıda Barzani’nin referandum ısrarı tüm yönleriyle değerlendirilecek. Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını milli güvenlik sorunu gören Türkiye’nin güvenlik algılamaları ve caydırıcı önlemler masaya koyulacak. Adımlar arasında ticaret, petrol transferi gibi Kuzey Irak yönetimini ekonomik anlamda çökertecek tedbirlerin yanısıra, Türkiye sınırlarına sıçrayabilecek çatışmalara karşı Ankara Anlaşması’nda da açıkça ifade edilen tedbirleri ve 75 k.m. derinlikte askeri harekat sahası ihtimali bulunuyor. Ankara Anlaşması gereği sınırlardaki muhtemel değişiklik ve Irak hükümetinin verdiği toprak bütünlüğü vaadini karşılamamasının da 1926’da yapılan sınır anlaşmasının yeniden değerlendirmesinin yolunu açabileceği belirtiliyor.
Bağımsızlık referandumu bölge ülkeleri için de tehdit. Bu tehditlerin başında, referandum sonrası Irak’ta önce etnik, sonra mezhep temelli yeni bir çatışma ortamına girilmesine dair güçlü beklenti geliyor. Halen DEAŞ ile mücadelenin sonuçlanmadığı Irak’ta Barzani’nin referandum yoluyla ayrışma adımı samimi bulunmuyor. Bölgesel dengelerin yeniden kurulması girişimi olarak görülen referandumun Türkiye’nin sınırları boyunca uzanan terör koridoru planlamalarının bir aşaması olarak yankı bulması da endişeleri arttırmış durumda. Yine Barzani’nin, başta Kerkük olmak üzere Türkmenlerin yoğun bulunduğu bölgelerde hukuku çiğneyerek başlattığı işgal girişimi de Türkiye’nin tepkisini çekiyor. Türkiye ve İran, bölgeye yönelik temaslarını ve istişarelerini arttırdı. Son olarak geçen hafta MİT Müsteşarı Hakan Fidan Irak’ı ziyaret etmiş, aynı dönemlerde İranlı komutan Kasım Süleymani de Irak’ta temaslarda bulunmuştu. İki ismin de Irak’ta Barzani yönetimiyle görüştüğü ve gerekli ikazlarda bulunulduğu belirtiliyor. Türkiye bir yandan Barzani yönetimine son ikazlarda bulunurken bir yandan da konuya ilişkin Bağdat hükümeti ve İran ile temasta. İran ve Irak hükümeti ile Türkiye’nin bölgesel endişelerin giderilmesine yönelik istişarelerinin sürdüğü belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde Ortadoğu Başdanışmanlığını yapan Kerkük Vakfı Başkanı Uluslararası Türk-Arap Diyaloğu Birliği Genel Sekreteri Erşat Hürmüzlü: “Bugün Barzani’nin referandum kararı karşısında bütün Irak halkları, Türkmenler, Araplar hatta bazı Kürtler de Türkiye’den birtakım caydırıcı icraatlar bekliyor. Bu sadece Türkiye’den de değil, İran’dan ve Bağdat Hükümetinden de bekleniyor. Sayın Başbakanımızın İbadi ile görüşmesi ve mutabakat içinde olunduğunun açıklanması önemli bir adım. Bölgedeki bu üç güçlü devletin bir söz ve hareket birliğine varmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri gerekir. En büyük oyuncu Türkiye ve MGK’da da caydırıcı önlemlerinin ortaya koyulması bekleniyor. Bugün Barzani hükümetine Irak kendi kapısını kapattı. Türkiye ve İran da kapısını kapatırsa, ama bunu halka zarar gelmeyecek ölçüde yaparsa Barzani’nin ekonomisine darbe olur ve büyük caydırıcılığı olur. Türkiye Habur’u kapatıp Ovaköy sınır kapısından Irak ile ticaretini sürdürebilir. Hava trafiğinde Kuzey Irak Türkiye’ye muhtaçtır. Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçebiliyor. Dolayısıyla hava trafiğine ilişkin bir takım önlemler alınabilir. Yine 1926 Ankara Anlaşmasında bazı maddeler var ki Irak hükümetinin buna uymasını öngörüyor. Eğer ayrışma olursa Irak anlaşmanın taahhütlerini yerine getirmemiş olur. MGK’dan 1926 Anlaşmasını masaya getirilmesine ilişkin bir açıklama da gelebilir.”
Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması, 05 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalandı. Antlaşmanın 1. Maddesi ile Türk-Irak hududu, Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihinde kararlaştırdığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinleşti. Kuzey Irak’ta bağımsız bir devlet kurulması halinde 1926 Ankara Antlaşması ile Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ortadan kalkmış olacaktı. Böyle bir durumda statüko ante’ye dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesi yeniden Türk toprağı olacaktı. İşte anlaşmanın ilk beş maddesi:
Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Okur: “Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin hayat damarları Türkiye’den geçiyor. Bölgesel yönetimin ekonomisi, gelirlerinin yüzde 80-90’ı Türkiye ile bağlantılı kazanılıyor. Türkiye’nin petrol satışlarını durdurması, bölgesel ticarete kısıtlama getirmesi bile Erbil’i ciddi ölçüde zora sokacaktır. Erbil bugün uzun süredir maaşları ödeyemeyen, temel alt yapı ile ilgili hizmetleri sunamayan bir yapı olarak karşımıza sunuyor.
Bağımsızlıktan umulan halkın refahının artması ise Türkiye’nin verdiği sinyal, Erbil’in üzerine daha ciddi yüklerin birikeceğini gösteriyor. Bir diğer konu da PKK koridorunu engellemeye yönelik seçenek. Türkiye Fırat Kalkanı ile nasıl bunu yapmışsa Telafer-Şengal güzergahından çekeceği çizgiyle Irak’ta da yapabilir. Ankara Anlaşması’na dikkat çekmekte yarar var. Irak’ın toprak bütünlüğüyle ilgili bir mesele. Bağdat hükümetiyle referandumun önlenmesi konusunda aynı çizgiyi savunsa da Bağdat Hükümetinin Süleymaniye, Erbil ve Duhok’ta bir referanduma evet demesi denklemleri değiştirir. Türkiye’nin Ankara Anlaşmasını gündeme getireceği bir noktaya varır konu.
Bölgede statüko yeniden değişecekse, Türkiye’nin kendi güvenliği ile ilgili teminatlar içeren yeni talepleri olacaktır. Burada uluslararası hukuk nezdinde Türkiye’ye de söz söyleme hakkı doğar. Bugün Musul kırsalında bulunan ve Musul’a bağlı olan belirli bölgelerde de referandum yapılmak istendiği düşünüldüğünde ve Musul ile ilgili yeni egemenliğin söz konusu olması halinde Türkiye, tarihte yaptığı gibi kendi tezlerini uluslararası kamuoyuyla paylaşmaya başlar.”