Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturması kapsamında tutuklanan eski Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, iki hafta boyunca toplam 8 gün, soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcılarınca alınan ifadesinde, İstanbul'daki özel yetkili mahkemelerde görev yapan hakim ve savcılar hakkındaki şikayetler ile ilgili verdiği kararları da anlattı.
Özellikle Ergenekon davası hakim ve savcıları hakkında soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullandığını aktaran Okur, ancak kurul içindeki FETÖ mensuplarının oylarıyla bu kişiler hakkındaki şikayetlerin hepsinin reddedildiğini kaydetti.
İbrahim Okur, Ergenekon ve Balyoz gibi kamuoyunda önemli yer tutan davaların sulandırılmaya çalışıldığını anladığını, diğer nedenlerle birleşince 2012'den sonra FETÖ mensuplarının etkilerini kırmak için çeşitli tasarruflarda bulunduğunu, özel yetkili hakim ve savcıların yetkilerinin kaldırılması için çalışma yaptıklarını söyledi.
Okur, özellikle 17-25 Aralık operasyonlarının ardından yapılanın, hükümete yönelik bir operasyon olduğunu anladığını dile getirerek, "Şimdi anlıyorum ki o dönem yargı mensupları ile emniyet içerisindeki cemaatçiler birlikte hareket etmişler, hatta hakim ve savcılar, emniyet mensuplarının talimatlarına göre davranmışlar. Nitekim o tarihte de anlattığım olaylarda görüleceği gibi hakim ve savcıların hukuki olarak düşünmediklerini, hukukçu olmayanların düşündüğü şekilde düşünerek, belli amaçlar için çalıştıklarını anlamıştım." sözlerini kullandı.
Okur, 17 Aralık 2013 sabahı dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in kendisini aradığını belirterek, eski bakanın "Arkadaşlar İstanbul'da bir şeyler yapmış, bu soruşturmaları öğrenebilir misin?" dediğini aktardı.
Bunun üzerine, aradığı Fikret Seçen'in, kendisine "Rıza Sarraf isimli bir iş adamı hakkında soruşturma olduğunu, başka dosyalarda da Beyoğlu Belediye Başkanı ile bakan çocuklarının adının geçtiğini, Zekeriya Öz'ün başında bulunduğu büronun soruşturma yaptığını" söylediğini aktaran Okur, Seçen'in verdiği bilgileri Ergin'e ilettiğini ifade etti.
İbrahim Okur, o gün yaşananları şöyle anlattı:
Okur, "Ben, 17-25 Aralık soruşturmalarına ilişkin talimatın Fetullah Gülen tarafından verildiğini düşünüyorum ancak bunun kimin tarafından, ne şekilde alındığını, alanların yargı mensubu olup olmadığını bilmiyorum. Zira o dönemlerde zaten, HSYK içerisinde dahi bu yapıya mensup üyeler ile neredeyse konuşmuyor durumdaydık." ifadesini kullanarak, FETÖ'ye yönelik davalar kapsamında tutuklu bulunan eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in Ankara'ya merkeze çekilmesinin ardından, İstanbul'da kalmayı sürdürdüğünü ve "bu işleri" takibe devam ettiğini Rasim Aytin'in kendisine anlattığını belirtti.
İbrahim Okur, çok sonradan, televizyonda bir programa katılan Yılmazer'in, dönemin başsavcıvekilinin kendisine gelerek, "İlker Başbuğ'un alınması konusunda ne yapmaları gerektiğini" sorduğunu, Yılmazer'in ise "Hukuk ne gerektiriyorsa onu yapın." dediğini anlattığına işaret ederek, bunun üzerine "şok olduğunu" dile getirdi.
Okur, "Zira bu doğruysa ayrı bir vahamet, yanlış ve yalansa ayrı bir vahamet vardı. Bir başsavcıvekiline, üstelik beyanına göre görevde olmadığı bir dönem bu şekilde bir talimat ifadesi kullanabilmesi, yargı mensuplarının kendileri gibi Fetullah Gülen cemaati mensubu olan kişilerden talimat aldığını göstermektedir. Bende de bu inanç pekişmiştir." dedi.
Hatay ve Adana'da MİT'e ait tırların durdurulmasına da değinen Okur, buna ilişkin soruşturmada görev alan dört yargı mensubunun, FETÖ'ye mensup bulunduğunu ve bunun sıradan değil, hükümete karşı yapılan bir operasyon olduğunu vurguladı.
Okur, 1 Ocak 2014'te dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek'in kendisini aradığını ve telefonu Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'a verdiğini belirterek, "Bana, Adana başsavcısı ile görüştüğünü, başsavcıya Hatay'da MİT tırının durdurulmasını sorduğunu, söz konusu tırın MİT'e ait olduğunu söylediğini, aralarında tartışma geçtiğini söyledi. Benden, başsavcı ile görüşüp arama yetkilerinin olmadıklarını iletmemi istedi." beyanını verdi. Bunun üzerine, dönemin Adana Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık'ı arayarak, olayı sorduğunu, onun ise "Kesin bilgisi olmadığını ve bilgi aldıktan sonra söyleyeceğini" belirttiğini anlatan Okur, Bağrıyanık'ın "Deliller olduğunu, ihbar neticesi aramanın yapılacağını, tırın MİT'e ait olduğuna dair belge bulunmadığını" söylediğini ifade etti.
Söz konusu kişiye tırların MİT'e ait olduğuna dair yazı gönderildiği bilgisini verdiğini aktaran Okur, şunları kaydetti:
FETÖ mensuplarının bu şekilde bir eylemde bulunacakları konusunda önceden bilgisi olmadığını ileri süren Okur, "160'lar" olarak bilinen Yargıtay üyelerinin seçimininden sonra, daha önce var olan teamüller bir yana bırakılarak, hakim ve savcıların yetkilendirildiğini anlattı.
Okur, "FETÖ mensupları gibi 2014'teki HSYK seçimlerinde bağımsız aday olduğuna" dikkat çekilmesi üzerine, adaylığı yönünde hiçkimsenin talimat ve telkinde bulunmadığını, anayasal hakkını kullandığını iddia etti.
Bağımsız aday olduğu için FETÖ mensubu olarak nitelendirildiğini, oysa diğer başka bazı bağımsız adaylar için bu isnatta bulunulmadığını kaydeden Okur, "Fetullah Gülen cemaati mensuplarının bu konuda bir talebi olmamıştır. Seçim sürecinde 'Ortak hareket edelim.' diye Fetullah Gülen cemaati mensuplarıyla bir araya gelmedim." dedi.
Hatta FETÖ mensubu M.B'nin kendisine, "Maksimum alacağınız oy 500'dür. Niye aday oluyorsunuz?" dediğini aktaran Okur, "Aday olmamın tek nedeni, basında çıkan saldırılar ve linç edilme karşısında bir dönem birlikte çalıştığım insanların bana sahip çıkmamasıdır." ifadesini kullandı.
"YARSAV Başkanı Murat Arslan'ı tanıyıp tanımadığı" sorulan Okur, Arslan'ı, eşinin Anayasa Mahkemesi raportörlüğü yapması nedeniyle tanıdığını, bu kişi ile özel bir arkadaşlığı bulunmadığını söyledi.
Okur, "Yargı mensuplarına YARSAV'a üye olmaları konusunda talimat verip vermediğinin" sorulması üzerine, böyle bir talimatının olmadığını savundu.
İbrahim Okur, HSYK'da görev yaptığı dönemde, MİT veya diğer devlet kurumlarından FETÖ'ye ilişkin herhangi bir uyarı almadığını belirterek, "Sadece 7 Şubat krizinde bir kez Hakan Fidan ile makamında görüştük. Bu görüşmede 7 Şubat 2012'de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrılması konusu hakkında bilgi verdi. Yargı içindeki paralel yapıyla ilgili bir bilgelendirme yapmadı." dedi.
Soruşturmanın şüphelilerinden eski İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak'ın ifadesinde, "Askeri casusluk soruşturmasında Kadir Gülcü, Zafer Kılınç ile hareket ederek İbrahim Okur'dan aldıkları talimat doğrultusunda soruşturmayı yürütmüşlerdir. Ben bu soruşturmanın hükümeti sıkıştırmak için yürütüldüğü kanaatindeyim." dediği aktarılarak, bu konuda söyleyecekleri sorulan Okur, söz konusu casusluk dosyasını, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Veysel Kösele'nin tutuklandığını basından öğrenince duyduğunu, ertesi gün yemekte, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, Genelkurmay Başkanlığının rahatsız olduğunu belirterek, bu konuyu sorması üzerine Kadir Gülcü'yü aradığını belirtti.
Okur, Gülcü'nün, "Veysel Kösele'yi evraklar arasında isminin geçtiğini görünce şüpheli olarak çağırdığını, ifadesi sırasında, tanıdığı halde Foça'da beraber çalıştığı bir albay ile bir kaymakamın kızını tanımadığı yönünde beyanat vermesi üzerine, delilleri kararttığı gerekçesiyle tutuklamaya sevk ettiğini" söylediğini belirterek, şunları ileri sürdü:
Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse ile irtibatının sorulması üzerine Okur, bu kişi ile Genelkurmay Başkanı'nın göndermesi üzerine bir kez görüştüklerini, başka irtibatının olmadığını söyledi.
İbrahim Okur, Yargıtay üyeliği için ayrılan sayıyı yetersiz bulan FETÖ mensubu kurul üyesi Ahmet Berberoğlu'nun, "Bu konu hoca efendi ile konuşuldu. 140 denmiş. Benim açımdan bu konu kapanmıştır. Bu listede en az 140 kişi olacak." ifadesini kullandığı hatırlatılıp, örgütün bu isteğini neden yerine getirdiğinin sorulması üzerine şunları dile getirdi:
Okur, Zerrin Güngör'ün Danıştay Başkanlığına seçilmesi süreci ile Ömer Faruk Eminağaoğlu, Abbas Özden ve Orhan Gazi Ertekin ile ilgili oylamaları anlatarak, FETÖ ile hareket etmediğini söyledi.
İbrahim Okur, ifadesinin sonunda şunları kaydetti:
"MİT Müsteşarı'nın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrıldığı 7 Şubat 2012 tarihinden itibaren bu yapı ile arama mesafe koydum, mücadele etmeye başladım. Yargı içindeki etkinliklerini ortadan kaldırmak için diğer arkadaşlarla birlikte mücadele edip, kararlara imza attım. Milli Güvenlik Kurulu bu yapıyı 26 Şubat 2014 tarihinde terör örgütü olarak nitelendirdiği halde ben 7 Şubat 2012 tarihinden itibaren bu yapının tehlikeli, amaçlarının farklı olduğunu belirterek mücadele ettim. Diğer devlet kurumları ve kişilerin aksine ben en güçlü oldukları dönemde bu yapıyla mücadele etmeye çalıştım.
Fetullah Gülen cemaati içinde yer almadım. Bu yapıya herhangi bir şekilde aidat veya himmet adı altında para ödemedim. HSYK üyeliğim sona ermeden bu yapı içinde bulunan kurul üyeleriyle ilişkimi kestim. Gözaltı sürecinden başlayarak bir algı operasyonunun içinde kaldım Evimde gözaltına alındığım halde gazeteler lüks rezidansımda arama yapıldığını, spor bir araç ile kaçarken Kocaeli'de yakalandığımı yazdılar. Hatta hakim bey Gölcük'teki donanmaya mı sığınmaya gidiyordunuz diye ön yargı ile bana yaklaştı. Avukatım bunun üzerine evimde gözaltına alındığıma dair arama kararı tutanağını hakime sundu. Hatta gazeteler Bylock üzerinden İbrahim Canzıs'a kararname hakkında talimatlar verdiğimi yazdılar. Baylock kullanmadığım halde bu şekilde haberler yapıldı. Baylock programını tutuklandıktan sonra cezaevinde öğrendim."