Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Habertürk TV'de gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Açıklamadan öne çıkan başlıklar şöyle:
Geçen yıl da benzeri uygulama yapmıştım. Bu yıl bakanlığımız bünyesinde özel eğitimle alakalı genel müdürlüğümüz var. Hem materyal hem eğitim anlamında çalışmalar yapıyor. Bu genel müdürlüğümüzü 9 Eylül Pazartesi günü Narin yavrumuzun okuluna gönderdik. Beraberinde 4 tane travma ve yaz üzerine çalışmış uzman arkadaşımız vardı. Bakanlıktan 11-12 kişilik heyet Narin'in okulunda başlangıç startına verdi. Hafta içinde hem öğretmen arkadaşlarımız hem de Narin'in arkadaşlarıyla, köydeki ebeveynlerle rehabilitasyon sürecini yürüttüler. Ben tekrar başsağlığı diliyorum. Bunun bir an önce okuldaki çocuklarımız açısından unutulup eğitim öğretim hayatının başlaması gerekiyor.
Yıl içerisinde 922 ilçemizin tamamına genel müdür düzeyinde bir arkadaşımızı gönderdik. Cumhuriyet tarihinde bunun bir örneği yoktur. Problemleri yerinde izleme şansı buldular. Onun üzerinden çalışmalar yürüttük. Her arkadaşımız bir ile gidiyordu. Kimi kendi memleketlerine gitti, kimisi Narin örneğinde olduğu gibi travmatik olaylarla karşılaştığımız ile gitti. İllerde şu anda okullarımızla ilgili olarak iki ana konumuz var. Bir tanesi taşıma ile ilgili yaşanan sıkıntı. Bazı revizyonlar yaptık. Bakanlığımıza bağlı pansiyon ve yurtların doluluk oranlarının artırılması için tedbirler aldık.
Adrese yakın değil de başka parametrelere göre seçtiğim okula kaydetmek istiyorum dediğinde hukuki olarak haklı bir talepte bulunmayan kişi. Orada özellikle ilkokul ve ortaokullarda çocuklarımızın okula başladıklarında ilkokul öğretmeni seçimi, ortaokulda şube seçimi konusunda baskılar oluyordu. 'Ben şu öğretmene kaydettirmek istiyorum' gibi. Şimdi 'Ben çocuğu o öğretmene yazdırmak için okul müdürü benden para istedi' deniliyor. Bu yıl okullar açılmadan önce bir genelge gönderdik. 43 maddelik genelge.
Diyelim ki okul idaresi bir veliden kayıt için şu hesaba para yatır dedi. Okul müdürlerimizin böyle bir hesap açma inisiyatifi yok, böyle bir yetkileri yok, bu zaten bizatihi bir suç. Okul aile birliklerini kim domine ediyor? Bir başkanı var, kendi okulunda farklı hizmetleri görmek için velilerden bağış toplayıp okul aile birliği hesaplarına yatırabilirler. Okul aile birliğinin banka hesapları vardır. Okul müdürlüğü üzerinden bu hesaplar bizim açımızdan mümkün değil. Ama para vermeyen öğrenciyi kayıt etmiyorum diye bir şey yok.
Ben lisans düzeyinde 1990'lı yıllarda idare hukukunda öğrendiğim ana konu şu; idari yargıda dava açma hakkı ve yetkisi kime aittir? Hakkı ve menfaati ihlal edilen kişi dava açabilir, bir de eğitimle ilgili sendikaların dava haklarını Danıştay kabul etmiştir. Herhangi bir milletvekilinin idari yargıda dava açma inisiyatifi yok zaten. Ben Milli Eğitim Bakanı olarak 1 yıl önce 'okullarda çocuğu emanet ettiğim bir öğretmeni seçme inisiyatifim olmalı' dedim. Mülakatları buna revize edeceğiz dedik ve değişiklik yaptık. Mülakatların süresi ve içeriğiyle ilgili. Değişikliği yapmadan önce aday KPSS skoruna göre 3 katı aday davet ediliyor, mülakata giriyor, mülakat skoru atama notu oluyordu. Biz de süreci değiştirdik ve dedik ki yüzde 100'de değil de KPSS'nin ve mülakatın yüzde 50'sini alıyoruz dedik.
Mülakatlarla ilgili her ortamda şunu söyledim 'Kul hakkı yemeyecek adil biçimde deneme dersi anlatmak istiyoruz'. KPSS'ye girmiş adaylardan üç katı adayı mülakata davet edeceğimizi deklare ettik. Mesela ortaöğretim matematik öğretmenine dedik ki '10. sınıf matematik müfredatından şu tarihte mülakata gireceksin, bize ders anlatacaksın' dedik. Bütün lisans boyunca aldığı matematik dersinden değil. 10. sınıf müfredatında diyelim 15 konu var. 'Bu 15 konudan seni mülakata alacağız' dedik. Verilen cevapları 4 başlıkta değerlendireceğiz dedik. Adaya diyoruz ki, '10. sınıf matematikten herhangi konuyu anlatmanı isteyeceğiz, anlatırken şunlara dikkat edin'. Aday arkadaşımız salona gittiği zaman gerçek kimliği belli değil, kapalı. Ben şube müdürü olarak juri üyesiyim diyelim. Karşıma gelen kişinin adı, memleketi yok. Bir kod numarası tanımladık. Aday da kendisini sınav yapacağı 3 kişinin kim olduğundan haberi yok. Aday geliyor, orada bilgisayar ekranında kendisine bir soru için tuşa basıyor.
Bu soruyu cevaplandırdıktan sonra başka diyalog yok juri üyeleriyle. Juri üyeleri 4 parametre üzerinden değerlendirip notunu veriyor. Aday arkadaşımız her ihtimale karşı, 'bana bu soru soruldu ben de şunları söyledim' diye yazılı kayıt düşüyor. İlave olarak ses ve görüntü kaydı var. Bu sınav döneminde ne bir siyasetçiden, ne bir tanıdığımdan ne arkadaşlar aracılığıyla bize hiçbir isim gelmedi, biz de hiçbir ismi komisyonlarda paylaşmadık. Böyle bir işe giren en yakın arkadaşım bile olsa buna tevessül ederse gereğini yapacağım dedim. Burada adaletsizlik yok. Dedik ki aday salondan çıkar çıkmaz juri üyeleri notları vermiş olacak ve ekran kapanacak. Bir daha müdahale şansı yok juri üyelerinin. Bana bu konuda birisi gelsin desin ki 'şu tedbiri alırsanız içim rahat edecek', onu da alırız biz. Bu anlamda sağlıklı işleyen mülakat süreci yürüdü, sınavımızı yaptık.
Biz mülakat sürecini tamamladıktan sonra mevzuat değişikliğini yönetmeliğimizde yaptık. Yüzde 100 mülakat notuyla atanırken yüzde 50 olarak tanımladık. Bazı siyasetçi ve sendikalar bunu yargı konusu yaptılar. İptal olursa yüzde 100 mülakatı ile yapacağız. Bize diyorlar ki 'Danıştay kararını açıkladı'. Ben de diyorum ki davaların tarafı biziz, Danıştay bir karar alsa önce bize gönderecek. Karar bazı arkadaşların davaları yetkisizlik sebebiyle reddedildi, bu bir karar değil. Danıştay'ın kararı bize ulaştığında kararımızı açıklarız. Yüzde 50 mülakat üzerinden notları açıkladık, atamalar yaptık. İki ay sonra Danıştay kararını verdi ve iptal etti. Bu telafisi imkansız zararlar doğurmayacak mı? Ben diyorum ki yargıyla ilgili bu süreci bekleyelim, neticesinde atamamızı yapalım. Şu anda Danıştay kararı yok, yürütme durdurma talebi reddedildi. Yönetmelik iptali ile ilgili açılan kararda esasa ait kararı bekliyoruz.
18 milyon öğrenci, 1 milyon 250 bin civarında öğretmenle en büyük kitleyiz. En ciddi sorunlardan bir tanesi kendi kişisel popülaritelerini artırmak, sosyal medya takipçilerini artırmak gibi gerekçelerle bu konuda insanlar bilgi sahibi olmadan hüküm beyan ediyorlar. Çok kişiyle karşılaştım, 'sosyal medyadan sana sataşıyorum cevap vermiyorsun' diyorlar. Takipçisi sayılarını artırma peşindeler. Bu süreçte popüler olma heveslerinin ön planda olduğunu düşünüyorum. Bir sendika temsilcisi süreci geciktireceğini düşündüğümüz için dava açma taraftarı olmadık dedi.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adıyla müfredatlarımızı revize ettik. Orada üzerinde vurgu yaptığımız önemli hususlardan bir tanesi, Türkiye Cumhuriyeti devleti binlerce yıllık geçmişi ve geleneği olan devlet yapısı. Bu devlet geleneği millet olma bilincini gelecek kuşaklara aksettirdiği için binlerce yıllık devlet geleneğine sahip olmuşuz. Geçmişimizde atalarımız, dünyanın neresinde olursa olsun, bir haksızlık, adaletsizlik, zulüm görmüşse ona müdahale etmiş. Metindeki Çanakkale ifadesi bu birinci kısmıyla ilgili, millet olma bilincimizle ilgili. Kurtuluş Savaşı'nın bir anlamda başlangıç noktası olduğu için. İkincisi de etrafımızda bu tür insan hakları ihlalleri, zulümlere karşı tepki verebilecek kitlemiz olsun, böyle bir nesil yetiştirelim diye arzu ettiğimiz için. 1 yıldır şu an Gazze'de şehit edilen öğrencisi sayısı 10 binin üzerinde. Yıkılan okullardan bahsetmiyorum. 40 binin üzerinde bir şehitten bahsediyoruz. Dünyanın gözü önünde bir vahşet 1 yıldır devam ediyor. Buna sessiz kalmak devlet geleneğimizle örtüşmez, millet olma bilincimizle örtüşmez. İlk dersimizi böyle yaptık.
15 dakikalık video hazırladık. Öğretmen arkadaşlarımız bu video ile derse başlasınlar istedik.Hem Kurtuluş Savaşımız hem de devlet geleneğimizle nasıl davranmışız, bunun devamı için nasıl bir refleks göstermiliyiz sorusunun cevabı videoda var. Videoda ne Atatürk'le ne Kurtuluş Savaşı ile ilgili bir eksiklik yok. 9 Eylül, Atatürk vurguları var. Gazze ile ilgili kısım videonun üçte birinden daha az bir bölüm. Kim izledi, kim gelmedi diye bir takip yapmadım. Hafta boyunca bu etkinliği okullarda neler işlenebilir diye paylaşmıştık.
Ben Milli Eğitim Bakanlığı olarak kiminle protokol imzalayabilirim? Ya gerçek bir kişi ile bir hayırseverle. Bize bir okul yapacaktır vs. Veyahut bir hukuki tüzel kişilikle protokol imzalayabilirim. Cemaat ve tarikatlar hukuki anlamda tüzel kişilik midir? Böyle bir tüzel kişilik yok. Türkiye birhukuk devleti, hukuk devletinin formlarına uygun şekilde tüzel kişilik hüviyetini kazanmış yapıyla protokol imzalayabilirim. Vakıftır, dernektir. Ben İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı değilim. İçişleri Bakanlığımızın sivil toplum olarak tanımladığı yapı benim için legaldir. Hangi ideolojiye mensup olduğuyla ilgili istihbarat araştırması yapmam. İçişleri Bakanlığımızın bünyesinde bununla ilgili genel müdürlük var aynı şekilde Vakıflar Genel Müdürlüğü var. Hukuk düzenine aykırı fiili, uygulaması olan dernek ve vakıf sivil toplum hüviyetini kaybeder. Bize katkı verecek legal her türlü yapı, STK, meslek örgütü ve federasyonla imzalayabilirim.
Parlamentoda da söyledim siz 'cemaat, tarikat' diyorsunuz, ben vakıf ve dernekle protokol imzalıyorum. 5 bine yakın bu anlamda protokolümüz var. İsimlerini açıklamak istemiyorum ama çok farklı perspektiften dünyaya bakan sivil toplum örgütleriyle protokollerimiz var. Bu yapı İçişleri Bakanlığı'nda dernek olarak tanımlanmış. TÜSİAD, TOBB, federasyonlar bizim yaptığımız 4-5 bine yakın protokolün içerisinde. Cemaat ya da tarikat diye tanımlanan protokol sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Orada ikinci yalan var. Hiçbir sivil toplum örgütüne bütçeden bize ayrılan pay içerisinden 1 kuruş para harcamayız. Protokol yapıyorsak bakanlıktan kaynak aktarmayız. Bütçeden şu kadar para cemaat ve tarikatlara ayrıldı diyenler yalan söylüyorlar. Burada da protokolün içeriğine aykırı bir şey yapılırsa protokolü feshedeceğimize dair hükümler koyuyoruz. Hukuka halel getirecek hiçbir şey yok, protokollerde hiçbir sorun görmüyorum. Bu protokoller eskiden beri imzalanan protokoller.
Birkaç önerme yazdım. Sorularım şunlar; çocuklarımızın, öğretmenlerimizin sırtından ağır bilgi yükü aldığımız için mi bizi eleştiriyorsunuz? Beceri odaklı eğitim yaptığımız için mi eleştiriyorsunuz? Öğretmen inisiyatifi ve öğrenci katılımını artırdığımız için mi eleştiriyorsunuz? Merhametli, çevresine saygılı, erdemli, milli ve manevi değerleri özümseyen bireyler olmasına mı itiraz ediyorsunuz? Tarihimizin, Osmanlı'nın kuruluşundan Cumhuriyet'e, kurtuluş savaşından Atatürk'ün hayatına kadar almış olmamıza mı itiraz ediyorsunuz? Cumhuriyet tarihinde darbe süreçlerinin müfredatta olmasına mı itiraz ediyorsunuz? Mavi vatan, gök vatan gibi kavramların coğrafya dersinde olmasına mı itiraz ediyorsunuz?
Mavi vatan, gök vatan gibi kavramların coğrafya dersinde olmasına mı itiraz ediyorsunuz? Ben akademisyenim okuduğum bir sürü yayın var. Eğitimle, genel siyasetle ilgili yayınlar var. Kurtuluş savaşı sürecinde okuduklarım var. Bağımsızlık mücadelesinde okuduklarımın da etkisi olmuştur şüphesiz.
Beni tanımayan insanlar 'sen 1 sene oldu Bakan oldu' diyorlar. Ben bu bakanlıkta 5,5 yıl diyebileceğim süre müsteşarlık yaptım. Bu esnada akademisyen, entelektüel, uluslararası deneyimi olan yüzlerce, binlerce kişiyle konuştum. Bir il ziyaretimi yaptığımızda ne kadar vaktim olursa öğretmen arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Bu konuda söyleyecek sözü olan herkesle oturduk konuştuk ve buna göre çalışma yaptık.
Fransız okullarıyla ilgili duruşumuzu açıkladık. Türkiye milli ve bağımsız devlet. İç hukukumuza uygun olarak eğitim yapan herkesin hakkını korururuz. Bu hukuka saygı göstermeyenlere karşı gereğini yaparız. Fransız yetkilileriyle konuştuk. Uluslararası bir sözleşmede ısrarcı olduğumuzu paylaştık. Onlar da 6 ay içinde hazırlayacaklarını söylediler. Bizim taleplerimize pozitif cevap verirlerse uluslararası süreci yürütürüz. Şu anda hukuki zemini olmayan okullar hala. Olmaması gerekiyor. Konunun müfredatla alakası yok. Hiçbir hukuki zeminleri yok. Legal değil. Detaylı konuşmak lazım bunu. Biz demokratik dünyaya örnek olabilecek bir noktamız var. Şu an Türkiye'de 34 tane azınlık okulumuz var. Lozan'la haklarını garanti altına aldığımız. Her türlü ihtiyaçlarını gidermek için çaba sarfediyoruz.
Lozan'da, Lozan mektuplarında ismi geçmemesine rağmen kurulan, ta 1940'lı yıllarda kurulan, Türk öğrenci alan okullara gerekli müdahaleyi yapmamız gerekiyor. 2014-15 yılında aynı süreci yürütmüştüm. Fransız Büyükelçisi ile konuştuğum şey de buydu. Hala düzeltilmedi. Bu olmaz. Hukuken de bu bir problem. Hukuken geçerli olan bir işyeri değil. Vergisinden öğretmen istihdamına kadar problem.
Memuriyetten öğretmenliğe geçiş gibi bir çalışmamız yok. Başka bir sınavla memur olarak girmişler. Bu tarafta öğretmen adayların sınavı var. O geçişler çok doğru değil. Hazine ve Maliye Bakanlığımızdan, stratajik daire başkanlığımızdan aldığımız kadroyu muhafaza ederiz.
Özel okullarla ilgili mevzu pandemi ve sonrasındaki parametrelerdeki değişiklik sebebiyle bir dengesizlik ortaya çıkmıştı. Geçen yaz oturduk, kendileriyle mutabakata vardık. Özel okuldaki eğitim ücretleri enflasyon + yüzde 5. Pandemi koşullarından dolayı düşük olduğu için öğretmen arkadaşlarımızın ücretlerini konuştuk. Konfeksiyon, kırtasiye ya da benzeri sebeplerle okul eğitim fiyatına yapamadıkları zammı oralardan telafi yolunu seçmişlerdi. Bu yıl itibariyle stabil hale geldiğini söyleyebilirim. Öğretmen arkadaşlarımızın maaşlarıyla başlıyorlar. Şu anda denetliyoruz. Binden fazla okula denetim yaptık, müeyyide uyguladıklarımız var. Ağır müeyyidelirimiz var. Bu konuda denetim anlamında çok yoğun mesai içerisindeyiz.
Bizim denetleme yetkimiz okula kayıt yaptıran öğrencini bir sonraki eğitim öğretim yılında gelecek zamla ilgili denetim yapma yetkimiz var. Çocuğu okula yeni kayıt ettiriyorsanız, ne olacağına dair yetkimiz yok. Öğretmen maaşlarına da yetkimiz yok ama iyi niyet çerçevesinde mutabakat yaptık.