
Türkiye topraklarının en batı noktasını oluşturan Gökçeada'nın doğal güzellikleri her geçen yıl daha fazla tatilci tarafından keşfediliyor. Tertemiz bir denizin yanı sıra Türk ve Rum geleneklerinin kaynaştığı son derece renkli bir kültürel dokuya sahip olan Ada'da bu huzur dolu atmosferi bozan tek şey ise Yunan uçaklarının bitmek tükenmek bilmeyen tacizleri…
---------------------------------- manset ------------------------------------------- ---------------------- manset ---------------------
Homeros'un İlyada'sında denizler tanrısı Poseidon'a barınak olmaya lâyık gördüğü, sert rüzgârlarıyla ünlü Gökçeada'ya ilk kez gelen biri için, neredeyse iki-üç saatte bir göğü yırtarcasına Ada'nın üzerinden geçen savaş uçaklarının olağanüstü düşük irtifası bazen gerçekten de ürkütücü olabiliyor. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının en batı noktasını oluşturan Gökçeada'nın sakinleri için "vakayi âdiye"den bir durum bu. Herhangi bir utanma belirtisi göstermeden Gelibolu sahillerine kadar yaklaşmaya kalkışan Yunan jetlerinin çığırtıları ve onları geri püskürtmek için derhal harekete geçen Türk F-16'larının tehditkâr volta atışları hiç kimsenin keyfini bozmuyor. Çoğunluğu sahillere, bir kısmı da turistik kafeteryalara dağılmış durumdaki birkaç bin insan, yukarıda yıllardır sürüp giden kovalamacaya zerrece aldırış etmeksizin, Ada'nın geleneksel içeceği olan "dibek kahvesi"ni yudumluyor ve benzerine başka bir yerde zor rastlayacağınız lezzetteki gözlemelerden atıştırıyorlar.
İdarî açıdan Çanakkale'ye bağlı bir ilçe olan Gökçeada, Cumhuriyet tarihi boyunca Türk devleti tarafından denizin ortasında alelâde bir çıkıntı değil, kelimenin tam anlamıyla bir "onur anıtı" olarak algılandı. Burası, ülkemizin siyasal sınırları içinde güneşin en son battığı yer. Hatta, daha da kesin bir adres vermek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında akşam karanlığı en son olarak Ada'nın en batı noktası olan Bademköy bölgesinde basıyor. Rum hakimiyetindeki yıllarda adı "İmroz" (İmbros) olan bu kara parçası, aynı zamanda Türkiye'nin sahip olduğu en büyük ada olma özelliğine sahip. Ada Anadolu'nun işgali sırasında, 1922-23 arasında bir yıl süreyle Yunan yönetimine geçmiş.
Yanıbaşımızdaki -her biri stratejik açıdan çok ciddi önemi olan- bir düzine kadar adayı Lozan'daki ateşkes masasında Yunanlılara akıl almaz bir biçimde kaptırırken, Ege'de kurtarmayı başardığımız iki önemli deniz üssünden biri de Gökçeada olmuş. (Diğeri ise, berrak havalarda onun zirve noktalarından da gözlenebilen Bozcaada.)
Adalar konusunda hasadı tam yapamamış olmanın sıkıntısını yaşayan Yunanistan ise o gün bugündür Gelibolu sahillerindeki bu iki büyük "kaya"yı uçaklarıyla habire yokluyor. Amaç gayet açık, en yakın Yunan adasından yapılan bir hesaplamayla, Yunan hava sahasının 6 mil olduğu iddiasını "de facto" yani "fiili durum" oluşturarak Ankara'ya kabul ettirmek. Ancak Türk tarafının bu zarfı açmaya hiç mi hiç niyeti yok. Dünyanın en büyük hava filolarından birinin temsilcisi olan Türk F-16'ları Yunan jetleri burunlarını Gökçeada yakınlarına uzattıkça bir anda ortaya çıkıyorlar. Daha çok Balıkesir ve İzmir'deki jet üslerinden kalkan bu uçakların görevi ise kimi zaman (1996'daki trajik olaydaki gibi) gerçekten çok tehlikeli olabilen "dog fight" (it dalaşı) manevralarıyla komşunun fazla meraklı kuşlarını tatlı-sert bir üslupla yuvalarına geri göndermek. Yakın zamanda Yunan basınınında ifşa edilen bir haber, 1996 yılında bu tür güç gösterilerinden birinde bir Türk F-16'sının Yunan jetlerince "yanlışlıkla" düşürüldüğünü ve bu olayda bir pilot yüzbaşımızın şehit olduğunu ortaya çıkarmıştı.
"Ada hakimiyeti" konusunda bir daha asla yaş tahtaya basmak istemeyen Türkiye, hele de "Kardak krizi"ni yaşadıktan sonra artık Gökçe ve Bozca adalar konusunda yalnız havada değil, karada da işi gayet sıkı tutuyor. Öyle ki Gökçeada çevresindeki küçücük kayalıkların bile Kadastro Müdürlüğü tarafından tek tek tescilleri yapılmış, her birine birer isim verilmiş ve bunlar resmen "Türkiyeli" olmuşlar. Gökçeada'da bulunan ve Türkiye'nin en seçkin kara birliklerinden birini yetiştiren 5. Komando Alayı Karargâhı da bu hassasiyetin en önemli kanıtlarından biri. Ayrıca, şimdilerde Ada'ya varolan küçük çaplı bir havaalanının yanısıra, -muhtemelen askerî uçuşlar için- ikinci bir pist daha yapılmakta.
Çepeçevre sahip olduğu masmavi denize, pırıl pırıl kumsallarına, konuksever ve güleryüzlü halkına, Türkiye'nin diğer tatil merkezlerine göre hayli ucuz sayılabilecek konaklama ve yeme-içme maliyetlerine karşın, Gökçeada özellikle yerli turistler için hâlâ büyük ölçüde meçhul bir tatil merkezi. Bunun da en önemli nedeni, yalnızca deniz yoluyla yapılabilen sınırlı ulaşım. Gelibolu yarımadasındaki iki noktadan (Çanakkale ve Kabatepe limanları) yapılan feribot seferleri özellikle fırtınalı havalarda sık sık aksayabiliyor. Sabah erken saatlerde ve akşam üzeri yapılan seferlerde Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin köhne vapurlarının yanı sıra, nisbeten daha iyi durumda olan bir de özel sektör feribotu faaliyet göstermekte. Yaklaşık iki saat süren yolculuk için otomobillerden 15, yayalardan ise 2 milyon lira ücret alınıyor. Ancak özel işletmenin seferleri yalnızca baş başından sonbahara kadar mevcut. Ada sakinleri yılın yaklaşık dokuz ayı Ege'nin azgın dalgalarının vicdanına kalmış durumdalar. Bu durum özellikle sağlık hizmetlerinde büyük sorunlara yol açabiliyor. Devlet hastanesindeki sağlık hizmetlerinin yetersiz kalması halinde ana karaya gönderilmeleri gereken hastalar için, çoğu kez güçlükle ikna edilebilen balıkçı teknelerinin gidiş-dönüş ücreti 2 milyar lirayı bulmakta. Belediyenin ise henüz bu ihtiyacı giderebilecek özel donanımlı bir ambulans teknesi yok. Tabii, işin en acı tarafı ise buralarda hala gözü olan Yunanlıların kendi denetimlerine geçen diğer adalarda bu gibi "rutin" insani hizmetleri çoktan halletmiş durumda olmaları…
Ama yine de ne gam! Biliyorsunuz biz Türklere -AIDS dahil- hiç bir şey asla zarar veremez! Daha önceden Gökçeada'nın tadına varmış olan tatilciler, doğabilecek bu gibi olumsuzlukları hiç kafalarına takmadan, varsa otomobilleriyle, yoksa da yaya olarak mevcut feribotlarla "Türk güneşinin son topraklarına" doğru her şeye karşın keyifle yol alıyorlar.
Kıyı şeridinin toplam uzunluğu: 95 km.
Nüfus: Kışları 7 bin, yazları 11-12 bin kişi
Türk toprağı olduğu tarih: 1456 (Fatih Sultan Mehmet'in fethiyle)
Önemli merkezlere uzaklıkları: Çanakkale limanı 65 km., Kabatepe limanı (Eceabat) 29 km., Bozcaada 68 km., Limni adası (Yunanistan) 33 km., Semadirek Adası (Yunanistan) 28 km.
Güvenlik örgütlenmesi: Merkezde polis gücü, kırsal kesimde jandarma teşkilâtı
Doğal yapı: Yüzde 77 dağlık, yüzde 12 engebeli, yüzde 11 ova. Sönmüş volkanik kütlelerle kaplı.
Su kaynakları. Dünyanın en zengin tatlı su kaynaklarına sahip dördüncü adası.
En olumlu üç özelliği: Sessizliği, denizinin temizliği, konuksever ve güleryüzlü halkı
En olumsuz üç özelliği: Ulaşımın zorluğu, karayollarının bakımsızlığı, hizmet sektöründeki (otomobiller ve her çeşit araç-gereç için bakım-onarım hizmetlerinin zayıflığı, gazete-dergi sevkıyatında aksamalar, kritik tıbbî müdahalelerde uzman personel eksikliği, televizyon yayınlarında netlik sorunu ve izlenebilen kanal sayısının azlığı) çeşitli yetersizlikler.
Resimaltı: "Türk güneşinin battığı en son toprak parçası" olan Gökçeada, yerli tatilciler tarafından henüz tam anlamıyla keşfedilememiş gerçek bir huzur diyarı…
----------------- imza------------------
----------------- imza------------------
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.