İstanbul'da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'nın (FETÖ/PDY) medya yapılanmasına ilişkin 25'i tutuklu, 2'si tutuksuz yargılanan ve 2'si ikisi yakalamalı 29 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, "örgütün medyadaki en temel faaliyet amacının, stratejisi doğrultusunda algı operasyonu yapmak, bu yolla toplumdaki tepkiselliği yönlendirmek için kendisine meşruiyet alanı sağlamaya çalışmak" olduğu belirtildi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Murat Çağlak tarafından hazırlanan ve İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen 196 sayfalık iddianamede, FETÖ/PDY liderinin medya üzerinden üyelerine gizli veya açıktan talimatlar vermesi ele alındı.
Örgüt lideri tarafından medya organlarında yayımlanan "sohbet" adlı konuşmalarda, bazen örgütün diliyle gizlenmiş şekilde, bazen de açıktan talimatlar verildiği aktarılan iddianamede, "Sohbetlerde dini bir konu anlatılıyormuş gibi yapılıp gerçekte siyasi, ekonomik, örgütün geleceği ile ilgili konular işlenmektedir." ifadelerine yer verildi.
Başsavcılıkça yürütülen bir soruşturma dosyasında, örgütün medya temsilcilerinin nasıl talimat aldıklarına ilişkin konuşma tespitlerinin olduğu, "özgür basın susturulamaz" kampanyasında sözde hiç medya kuruluşuyla ilgisi olmayan örgüt liderinin talimatının dikkati çektiği belirtilen iddianamede, Fetullah Gülen ile kapatılan Samanyolu TV yöneticisi Hidayet Karaca arasındaki konuşmanın bir bölümüne yer verildi.
Gülen ile Karaca arasındaki konuşma sonrasında, "Şefkat Tepe" dizisinin formatının değiştirildiği ve dizide "Karanlık Kurul"un oluşturulduğu bilgisi verilen iddianamede, başka bir görüşmeden sonra da, örgütün basın organı Zaman gazetesinde ısrarla dershanelerle ilgili haberler yapılmaya başlandığı, bu ses kayıtlarının, örgüt üyelerinin medya alanındaki faaliyetlerini örgüt liderinin talimatlarına göre şekillendirdiğini gösterdiği ifade edildi.
Hüseyin Gülerce'nin 24 Ocak 2016'daki tanıklık ifadesinde, "1995'ten itibaren gazetede yayımlanacak olan yazıların önce Fetullah Gülen'e gönderildiği, yazıların onun kontrolünden geçtikten sonra yayımlandığı, kendisine gelen yazıları ekleme, çıkarma, değiştirme ve sansür dahil her türlü işlemi yaptığı, Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni gibi davrandığı, Gülen'in onay vermediği hiçbir haberin ve yazının gazetede yer almadığı, sadece gazetede değil Samanyolu TV'de yayınlanan 'Tek Türkiye' adlı dizideki senaryo konuşmalarının da Gülen'e okunduğuna bizzat şahit olduğu, kendisinin de bazı yazılarına müdahale edildiği" beyanında bulunduğu anımsatılan iddianamede, örgüt üyelerinin lider talimatıyla hareket etmelerinin yanı sıra bu talimatların yerine getirilmesi ve operasyona dönüşme aşamasından da bahsedilmesi gerektiği ifade edildi.
İddianamede, örgüt adına yürütülen "Tahşiyecilere kumpas, Selam-Tevhid, 17-25 Aralık ve MİT tırlarının durdurulması" soruşturmalardan örnekler verilerek, örgüt üyeliğinden soruşturma açılan Mehmet Baransu'nun 17 Aralık 2013'te gerçekleşecek operasyonu kastederek, 2 gün öncesinden, 15 Aralık 2013'te, "Salı günü de sürprizlerim olacak inşallah", Emrullah Uslu'nun da 24 Aralık 2013'te, "O tweeti hatırlatma günü, 'bakan çocuklarının adı yolsuzluğa karışmış ise kim güler kim ağlar" şeklinde tweetler paylaştıkları hatırlatıldı.
Samanyolu TV'de yayınlanan "Şefkat Tepe" dizisinde, 17 Aralık operasyonu talimatı sayılacak konuşmalar geçtiği ve operasyondan 4 gün sonra 21 Aralık'ta yayınlanan 131. bölümde ise oyunculardan birinin, "Hedefe aldığımız her ülkede olduğu gibi burada da etkin, yetkin adamları para ve mutayla ağımıza düşürüp, bizim istihbarata çalışmaları temin ettik, devletin kılcallarına sızdık. Hedefimiz bizi çözen, inancımızı sorgulayan camiadır." şeklinde konuşma yapıldığı belirtilen iddianamede, dizideki ikinci şahısın da, "Zaten zamanımızda önemli olan, bir ülkeyi işgal etmek değil, kılcalları ele geçirmektir. Bir ülkenin kalbi olan kılcalların içine sızmak ve ülkeyi kılcalların verdiği raporlarla yönettirme, asıl galibiyet budur." ifadesinin kullanıldığı bildirildi.
İddianamede, 17 Aralık sözde yolsuzluk operasyonunun, basında da eş zamanlı algı operasyonu ile devam ettiği ve bu bağlamda 18 Aralık 2013 tarihli bazı gazetelerde "yolsuzluk ve rüşvet operasyonuymuş" gibi anlatım yapıldığı kaydedilerek, ileriki zamanlarda da gazetelerde algının sürdürüldüğü aktarıldı.
"Şefkat Tepe" dizisinde 11 Ocak 2014'te yapılması muhtemel MİT tırları operasyonuyla ilgili konuların işlendiği, tırların durdurulması ve öncesindeki algıda katkısı olanlarla ilgili kamu davası açıldığı anlatılan iddianamede, şunlar kaydedildi:
"Soruşturma aşamasında, Suriye'de yaşanan olaylarla ilgili her ülkenin kendi çıkarlarını gözeterek kendine özgü devlet politikası sergilediği, Türkiye'nin de aynı şekilde sınır komşusu olan Suriye ve Irak'ta cereyan eden savaş ve çatışmalara karşı ülke çıkarlarını gözeterek devlet politikası belirlediği, bu bağlamda Türkiye ile soydaş Suriye'deki Türkmen vatandaşlarla yıllardan bu yana süregelen akrabalık ilişkilerinin doğal bir sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve hükümetinin de bu bölgede yaşama tutunmaya çalışan insanlara yardımda bulunduğu, bu insani yardımların da uluslararası bir yardım kuruluşu olan İHH aracılığıyla gerçekleştirildiği, bu yardımlar sayesinde İHH'nın bölge halkı tarafından takdir gördüğü, Türkiye'nin gerek Suriye'de gerekse Irak'ta savaş şartlarından dolayı birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kaldığının bilindiği (Musul Konsolosluğu rehin alma olayı, Türk tır şoförlerinin alıkonulması gibi), bölge halkı tarafından benimsenen İHH'nın ise bu sıkıntıların çözüme kavuşturulmasında aracılık yaptığının değerlendirildiği, FETÖ/PDY üyelerinin ise İHH'nın bu faaliyetlerinden haberdar olduğu, örgütün taktik ve stratejisi gereği uzunca bir süre İHH-MİT ilişkisinin takip edildiği, yapılanmaya mensup TSK içerisindeki örgüt üyelerinin ise bir kısım MİT personelini uyuşturucu kaçakçılığı şüphelisi olarak dinlediği ve izlediği, bu dinleme ve izleme faaliyetleri sonucunda Türkiye'nin Suriye'deki politikaları hakkında bilgi sahibi oldukları, 2013 yılı eylül ayından itibaren sistematik olarak gizli bir şekilde MİT ve İHH üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni zor duruma düşürmek için bu eylemi gerçekleştirdikleri, kamuoyunda eylemin haklılığı yönünde algı oluşturmak için medyanın da kullanıldığı tespiti yapılmıştır."
Örgüt lideri Gülen'in tutuklu şüphelilerle ilgili tahliye talimatı vermesi sonrasında, örgüt üyeliği suçlaması kapsamında tutuklu şüpheliler hakkında örgütün yargıdaki üyeleri tarafından sözde tahliye kararlarının verildiği ifade edilen iddianamede, "Örgüt, devleti ele geçirme planını istediği gibi işletemeyince örgüt lideri tarafından etkili üyelerine, 'yurt dışına çıkma' talimatı vermesi ve üyelerin yurt dışına çıkmaları; darbe mesajı niteliğinde Zaman gazetesinin, sirenler altındaki harabe şehir ve akabinde gülen bebek reklamı, Sızıntı dergisinde asker kamuflajlı bir kişinin çiçek bahçesine açılan bir kapıyı açması ve 'bir ihtimal daha var' şeklindeki gazete reklamı tamamen örgüt veya örgüt lideri tarafından verilmiş mesajlar olup, tespitler dosya arasındadır." değerlendirmesi yapıldı.
İddianamede, 17 Aralık 2013'ten önce emniyet ve yargı tarafından yapılan operasyonlarla ilgili örgüt üyelerince, "operasyonların hukuka uygun olduğu, yargı organlarının verdikleri kararlara saygı duyulması gerektiği, gazeteci veya medya mensubu olmanın insanların suç işlemeyecekleri anlamına gelmeyeceği" şeklinde yayınlar yapıldığı da kaydedilerek, "17 Aralık 2013 sonrasında örgütle mücadele kapsamında yapılan medya ile ilgili operasyonlar, aynı televizyon kanalları tarafından günlerce canlı yayınlarla ve aynı konuklarla 'medyaya darbe' başlığı ile kamuoyuna sunulmuştur. Burada da örgütün ilkesel bir yayıncılık yerine tamamen stratejik olarak örgüt amacı doğrultusunda medyayı kullanmasının tipik bir örneği görülmektedir." değerlendirmesinde bulunuldu.
Özellikle Gezi Parkı olayları esnasında sosyal medyanın Türkiye'de çok etkin kullanılabildiğinin görüldüğü ve FETÖ açısından ise 17-25 Aralık sonrası süreçte algı oluşturulması açısından sosyal medyanın etkin şekilde kullanıldığına işaret edilen iddianamede, örgütün sosyal medyada çok sayıda propaganda hesabı olmasına rağmen özellikle "fuatavni" adıyla kullanılan hesabın, tüm diğerlerini de kapsayacak şekilde sembol haline geldiği ve örgütün yayın, dedikodu yöntemiyle yaptığı algıyla aynı konuların eş zamanlı bu hesapta da işlendiğinin özellikle dikkat çekici bulunduğu aktarıldı.
İddianamede, şunlar aktarıldı:
"Örgüt toplumu germek, üyelerini motive etmek, algı oluşturmak, insanları sindirmek ve devlet kurumlarını aşağılamak, hakaret, tehdit, iftira gibi her türlü suçu örgüt adına faili meçhul şekilde işlemek için oluşturduğu 'fuatavni' ve türevleri mahlaslı hesapların paylaşımlarını incelemek gereklidir. Zira bu şekilde örgütün amacına ulaşmak için sosyal medyayı nasıl kullandığı görülecektir. 'Fuatavni' mahlaslı Twitter kullanıcısının sosyal medyayı kullanmasının en büyük nedeni, Türkiye'nin sosyal medyayı kullanmakta dünya üçüncüsü olmasıdır. Bu Twitter kullanıcısının kimliğinin toplum tarafından bilinmemesi herkes tarafından 'Kim bu fuatavni?' diye sorularak toplumun bilinçaltında merak uyandırması, örgüt mensuplarının bu hesabın dedikodularını yayması, atılan tweetlerde, 'korkma, titre' gibi kara mizahi üslup ile Sayın Cumhurbakanı'na sempati duymayan toplumun belirli kesimi için sempati uyandırması gibi bilinçli davranışlarla hesabın geniş kitlelere ulaşması hedeflenmiştir.
Örgütün bu hesabındaki paylaşımları, halk içinde örgüt sempatizanları tarafından dedikodu yöntemiyle yayılmış, örgütün yazılı ve görsel basınına ve internet sitelerine taşınmış, köşe yazılarında işlenmiş ve takipçileri vasıtasıyla geniş kitlelere ulaşması sağlanmıştır. Halk nezdinde bu hesaptaki paylaşımlar örgütün söylemleri olarak düşünülmeye başlamış ve neticede toplum örgütün hedefi doğrultusunda topyekun algıya maruz bırakılmıştır."