Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CHP’nin 15 Temmuz’u itibarsızlaştırma girişimlerine kalkışma gecesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun Atatürk Havalimanı’ndan Bakırköy Belediye Başkanının evine gitmesine atıf yaparak "Orada da kahvesini yudumlarken, bir taraftan da ne zaman vurulacak diye herhalde bizi izliyordu" tepkisini gösterdi.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın 47. yıl dönümü törenlerine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, aralarında Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu ve Yeni Şafak İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik’in de bulunduğu gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Biz Kıbrıs davasına başından beri sahip çıkıyoruz. Rahmetli Ecevit o zamanın Başbakanıydı ama Başbakan Yardımcısı olarak da merhum Erbakan vardı malum. Ben de tabi o zamanlar partimizin içerisinde aktif bir görevdeydim ve süreci iyi biliyorum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından bu ziyarete, bu kutlamaya, örneğin, Oğuzhan Bey davet edildiği gibi Temel Bey de davet edildi. Ama Temel Bey maalesef gelmedi. Aynı şekilde CHP ve İyi Parti genel başkanları da davet edildi. Ama maalesef onlar da gelmedi. Öbür tarafta HDP tabi ki davet edilmedi. Çünkü onların millilik diye bir derdi yok. Öyle sayısal duruma da bakılmadı. Sayın Mustafa Destici de davet edildi. Özellikle Erbakan Hocamızın sebebiyle oğlu Fatih Bey davet edildi. Hakeza Oğuzhan Bey o dönemin içerisinde aktif rol oynadığı için o da davet edildi. Sayın Önder Aksakal merhum Ecevit’in şu andaki adeta vekili konumunda kabul edilerek o da davet edildi. Sağ olsunlar geldiler. Ben maksat hasıl oldu diye düşünüyorum. Ben de bu tür programlarda bu hassasiyetlere hep dikkat ederim. Arkadaşlar “Kimler olsun?” dediklerinde, aynı hassasiyeti göstererek, yeter ki milli ve yerli bir duruş varsa, değerlerimize karşı düşmanlık duygusu yoksa kesinlikle biz onlarla beraber oluruz; onlarla beraber yola devam ederiz. Sağ olsun zaten Cumhur İttifakı olarak da Sayın Devlet Bey ile bu konularda her zaman görüşmemizi yaparız. O da bu tür hassasiyetlere değer veren bir insan olarak bizimle beraber. Burada da yine birlikte olduk, programlarımızı birlikte icra ettik.
Bizim o gece geldiğimiz uçak, 14 kişilik bir uçaktı. Üstelik o gece F-16’lar bizim üzerimizden gidip geliyorlardı. Bunlar ise tankların arasından Bakırköy Belediye Başkanının evine gitti. Orada da kahvesini yudumlarken, bir taraftan da ne zaman vurulacak diye herhalde bizi izliyordu. Derdi oydu. Ama kudret, kuvvet sahibi olan Allah’tır. Orada on binler bizi bekliyordu. On binlerle beraber üzerimizden geçen F-16’lar da oldu, helikopterler de oldu. Bunları bir taraftan takip ettik. Bu işi yaşayanlardan bir tanesi de Ümit Paşaydı, o zaman Birinci Ordu Komutanıydı. Önce ona bir açıklama yaptırdık, ardından da biz basın açıklamamızı yaptık. Biz oradaydık ve noktayı koyacağım zamana kadar biz Atatürk Havalimanından ayrılmadık.
Noktayı koyduk ve ertesi gün oradan o şekilde ayrıldık. Bunların hayatından, bunların başından geçmiş böyle bir şey yok, olmamış zaten. Bunların sadece yalan üzerine kurulu bir hayatları var, bir düzenleri var. Akşam bir başka yalan, sabah bir başka yalan… Hele bunları konuşan zatın zaten siyasette bir dünyası yok. Biz tabi hayatımızı siyasetin içinde bu tür olaylarla yaşayarak geçirdiğimiz için böyle bir farklılığımız var. Onun için de hayata bakışımız çok çok farklı. Biz o gece de her zaman olduğu gibi sadece Rabbimize güvendik.
Türk tarafı adada ve bölgede barış ve istikrar için çaba gösteren tek taraftır. Müzakerelerin iki toplum arasında değil, iki devlet arasında yürütülmesinin de zamanı gelmiştir. Bunun için de biz üçüncü kişileri kesinlikle aramıza sokmamakta kararlıyız ve böyle bir şeyi kabul etmemiz de mümkün değil. Fakat tüm bunlara rağmen Türk tarafı olarak biz, bu yapıcı anlayışımızı değiştirmeden milli davamız Kıbrıs meselesinde yeni bir sayfa açtık. Çözüm sağlamadığı defalarca kanıtlanmış parametrelere takılıp kalmak yerine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte adil, sürdürülebilir ve gerçekçi bir çözüm vizyonu ortaya koyuyoruz. Meselenin özüne inerek, her şeyden önce Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit statüsünün tescil edilmesi gerektiğini de savunuyoruz. Kıbrıs Türkünün müktesep hakları garanti altına alınmadan başlayacak yeni bir müzakere süreci başarısız olmaya mahkumdur. Bunun zaman kaybından başka hiçbir anlamı yoktur.
Aslında buraya nereden geldik derseniz; Brüksel’de biz Miçotakis’le bir görüşme yaptık malum. Miçotakis’le yaptığımız görüşmede, kendisine dedim ki, “Bundan sonra üçüncü ülkeyi, dördüncü ülkeyi aramıza koymanın anlamı yok. Yani Yunanistan ve Türkiye var. Senin bir danışmanın var, benim bir danışmanım var. Biz sadece danışmanlarımızı devreye sokalım, onlar kendi aralarında görüşmeleri yapsınlar, bize neticeyi getirsinler, ondan sonra da biz görüşmemizi yapıp işi neticeye bağlayalım.” “Mutabık mıyız?” “Mutabıkız.” “Anlaştık mı?” “Anlaştık.” Şurada daha bir ay olmadı, bizim buradaki görüşmemizden sonra sen hemen kalk, Amerika’da ne kadar Türkiye düşmanı varsa, onları yanına topla! Onlarla beraber güya bize meydan okuma yoluna gitmiş! İşte Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri görüyorsunuz. “Gelin beraberce oturalım, bir yeni konferans düzenleyelim” teklifimize de hala olumlu cevap veremediler. Bundan da sürekli kaçıyorlar. Tablo bu.
NATO’nun kendi sözleşmesine baktığımız zaman, burada bizim olumlu bir cevap vermediğimiz sürece bir defa Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girmesi mümkün değildir. Bunu Yunanistan için yaptılar ama şu anda böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü artık Yunanistan’ı NATO’ya üye yaptıkları zamanki gibi bir hükumet yok Türkiye’de. Şimdi biz varız. Biz olduğumuz için de hele hele Güney Kıbrıs’ı asla ve kat’a sokamazlar, alamazlar. Burada Türkiye’yi bypas etmeleri mümkün olmadığına göre, Güney Kıbrıs’ı almaları da mümkün değildir.
Burada birinci derecede en ideal çağrımız, keşke Kuzey Kıbrıs’taki kardeşlerimiz bu yerler için müracaatlarını yapıp oraların sahibi olsalar, satın alsalar. Hatta bu konuda Türkiye’den de gelip burada mülk sahibi olma noktasına gelenler de olabilir. Bunların önü açılabilir. Buna mani bir hal söz konusu değil. Hatta şu da söyleniyor; Güney bu işlere herhalde pek talipli de olmaz gibi. Buradaki yetkililerden bunları da duyuyoruz. Şu anda bizim en çok dikkat ettiğimiz konu, hukuk içerisinde, herhangi bir sıkıntıya mahal vermeden bu problemi çözmek.
Şu anda özellikle güvenlik noktasında alınması gereken tedbirler neyse bunları alıyoruz. Burada şartları zorluyoruz tabi. Şu anda Pakistan’la bazı görüşmelerimiz de var. İşin bir de Taliban boyutu var. Onlarla ilgili olarak da bazı görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Bu mültecilerle ilgili konuda Dışişleri Bakanlığımız özellikle Afganistan üst yönetimiyle bu konuları masaya yatırıyor. Onların da yapması gerekenleri yapmasını ve devreye girmesini istiyoruz. “Bu konuda sizler de seyirci olmayın, lütfen halkınıza sahip çıkın” diyoruz ve bu çalışmaları devam ettiriyoruz. Yoğun bir kampanya içindeyiz. Tabi nereye kadar netice alırız o da ayrı bir konu. Çünkü sıkıntının boyutu gerçekten büyük.
Türkiye olarak en başından beri tutumumuz Libya’nın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması oldu. Biz Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümetin daveti üzerine Libya’da bulunuyoruz. Tabi bu kritik süreçte Libya’nın kendi içinde birlik ve beraberliğini koruması çok önemli. Libya yönetimi itibarıyla ifade ediyorum, AB ülkelerini kendileri için pek hayırlı bir rüya olarak zaten görmüyorlar.
Macron benimle hem iyi geçinmek istiyor; “Artık birbirimize böyle yüklenmeyelim” diyor. Ama öbür taraftan da aradan birkaç gün geçiyor; işte PKK’nın, YPG’nin bu tür uzantılarıyla el ele adım atıyorlar... Türkiye gibi bir ülkenin bunlardan haberi olmayacağını zannediyorlar. Ama biz bunların bütün olanını bitenini her şeyini biliyoruz. Ve üzerlerine üzerlerine gidiyoruz, gitmeye de devam edeceğiz.
“Ben Atatürk’ün partisiyim” diyen bu adam, “Kuvay-ı Milliye geleneğinden geliyorum” diyor ama bir defa Kuvay-ı Milliye ruhundan haberi yok. Onu bir öğrenmesi lazım. Çünkü ta oralara kadar asker göndermişiz. Tavsiye ediyorum; Misak-ı Milli’yi bir öğrensin. Bundan haberi yok. Ve o “göndereceğim” diyor. Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece, bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız. Bu kadar açık söylüyorum. Bu insani, vicdani ve İslami bir yaklaşım tarzıdır. Tabi bir de şu var; bu nasıl bir devlet adamı veyahut da nasıl bir siyasetçi? Hani yanında güya elçilik falan yapmış olanlar var ya; onlara da bir sor. BM kurallarına göre, mülteciler gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde evlerine dönebilir. Bundan da haberi yok. Nasıl siyaset yapıyor, kimlerin eline kaldı siyaset; yandık!
Bunlar bunları nasıl söyleyebiliyorlar anlamıyorum. Olabilir mi böyle bir şey? “Yargı kararı bile olsa” ne demek! Yargı kararı varsa bitmiştir o zaten. Öyle bir şey olabilir mi? Bunlar nerede geziyor, nerede dolaşıyor? Yargı kararı varsa zaten bitmiştir o iş. Hele hele KHK...
Genel Başkan Yardımcım Hayati Yazıcı Bey başkanlığında bir ekip bu çalışmayı yaptı. Bu konuyla ilgili olarak da aynı zamanda Cumhur İttifakı olarak MHP ile de bir görüşme yürüyor. Dar bölge, daraltılmış bölge vesaire, bunlar hep o görüşmelerin ardından gelebilecek şeyler. Ama nihai olarak şunu söyleyeyim; Cumhur İttifakının mutabakatı olmadan bizim tarafımızdan bir karar açıklanmaz.
Büyük Millet Meclisimiz sosyal medya ile alakalı bir yasa geçirdi. Fakat bu yasanın devamında özellikle yalan terörü hususunda bir adım daha atılması gerekiyor. Bu konuda da yaptığımız bir çalışma var. Uluslararası alanda özellikle bu yalan teröründe ne tür adımlar atılıyor; ne tür düzenlemeler, ne tür müeyyideler getiriliyor; karşılaştırmalı bir çalışma yaptık. Ekim ayından itibaren bununla ilgili de Meclis’te bir çalışma yürütülecek.