13. İmam Hatipliler Kurultayı Kahramanmaraş Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi'nde düzenlendi. Kurultaya konuşmacı olarak TÜRGEV Yönetim Kurulu Üyesi Bilal Erdoğan da katıldı. Gerek öğrencilik yıllarında gerekse Harvard'taki yüksek lisans eğitimi ve Dünya Bankası'nda çalıştığı dönemde eğitim politikaları alanında çalışmalar yapan Bilal Erdoğan, Yeni Şafak'a “eğitim sistemi" konusunda özel açıklamalar yaptı. FETÖ'nün eğitim sistemi içinde nasıl yuvalandığına da değinen Erdoğan, paralel yapının daha çok bürokratlar üzerinde örgütlenip sistemi manipüle ettiğini söyledi. Erdoğan darbe gecesi için de “Kendimi en kötü senaryoya hazırlamıştım" dedi.
FETÖ'yü konuşacaksak 80 darbesine kadar gitmemiz gerekiyor. FETÖ'nün bu darbelerde nasıl davrandığına, nasıl pozisyon aldığına bakmak gerekiyor. 80 darbesinden sonra ilk okullarını açtıklarını görüyoruz. 80 darbesinden sonra ilk sınav sorularını da çalıyorlar. Benim aldığım duyumlara göre 1985 yılında askeri okul sınavlarının sorularını üyelerine veriyorlar. 1980 darbesine kendi dergilerinde methiye düzen bu grup elbette darbeden nemalandı. 28 Şubattan sonra hapse giren insanlarımız var, hala hapiste olan insanlar dahi var. Bunlardan var mı kimse? Yok. 28 Şubat'ta ne pozisyon aldıklarına bakalım. Meşru hükümet için atılan “Artık bırakın" başlıklarını desteklediler. “Kalbimizden kalbinize yol gitmez" dediler. Başörtüsü ve İmam Hatipler için verilen mücadeleleri tamamen yalnız bıraktılar. O mücadelelerin başarısız olmasına sebep oldular. İmam Hatipler kapatılınca bunların okulu ciddi bir teveccüh görmüş oldu.
80 darbesi sonrası o darbeyi desteklemek suretiyle nasıl nemalandılarsa 28 Şubat'ı da desteklediler ve ondan da nemalandılar. Siz onların “mağdur olduk" edebiyatına bakmayın. Çünkü bunların hayatı yalan, algı yönetimi. Hakikaten bundan sonraki dönem bunların okullarının asıl çok yaygınlaştığı dönemdir. Müslüman ailelerin “İmam Hatiplerin orta kısmı kapalı ya da kat sayı problemi var. Çocuğumuzu bunların okullarına gönderelim. Biraz dini eğitim alsın" diye düşünmeleri sonucu -ki dini eğitim olarak ne verdikleri tartışılır- yaygınlaştı.
Bu işin üzerine daha kararlı gidilmesinin gecikmesinin nedeni bana göre Paralel Devlet Yapılanması'nın genel itibariyle bakanlar üzerinden değil bürokratlar üzerinden gerçekleştirilmesiydi. Milli eğitimdeki yapılanmaları özellikle 15 Temmuz'dan sonra tamamen bitirildi ama 17- 25 Aralık sürecinden sonra da görevlerinden uzaklaştırıldılar. Milli eğitim bürokrasisindeki ağırlıklarını dershane düzeni, teste dayalı düzenin devamı için kullanıp sistemi manipüle ettiler. Dolayısıyla bu işin bu kadar gecikmiş olmasının nedeni bence o yapıdaki etkinlikleri, varlıklarıdır.
Gerçi süreci 7 Şubat'a kadar götürecek olursak o andan itibaren bunların başka planları olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladık. Ama her halükarda bir eğitim görevlisi olarak, okullarla ilgilenen, eğitim politikası üzerine akademik çalışma da yapan biri olarak böyle bir yapının sağlıklı olmadığını söyleyebiliyorum. Öğrencilerin testle eğitilmesi mümkün değil. Öğrencileri birbirleriyle yarıştırarak kaliteyi arttıramayız.
Bence sınavın, testin kendisi kötü değil. Ama sınavın ve testin çocukları yarıştırmak için değil, o sınavı, testi veren kurumun veya o çocuğun öğretmeninin test edilmesi için uygulanmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Böylece eğitim okulda başlayacak, okulda bitecek. Bir öğrencinin dersle ilgili sıkıntısı varsa o dersin öğretmeni ayrıca ona vakit ayırsın ama siz başka kurumlarda, okulda verilen her şeyi ayrıca vermeye çalışırsanız bu milli kaynakları israf etmektir. Bu dershanelerin sistemde egemen olduğu dönemde ciddi kaynak israfını yaşadık. Milyonlarca lira her sene eğitim müessesi dışındaki bir mecraya, ticari kuruluşlara aktarıldı. Keşke o rakamlar eğitim sisteminin kendisine harcanabilseydi.
Eğitimde reform, dönüşüm kolay değil. Zihniyetlerimiz maalesef bu konuda biraz eski. Hala eğitim denince, bu modern kapitalist hayat tarzının dayattığı, fabrikaya benzeyen bir sistemi anlıyoruz. Çocukların hepsinin sıraya oturtulup bir örnek çıkarılmaya çalışılması gibi bir yapı var maalesef. Halbuki bizim kendi geleneğimizde, kendi inanç sistemimizde terbiye esastır. Ahlaki gelişim esastır. Eğitim faaliyetini bir kişinin yatkın olduğu hasletleri, kendi tavrına, tarzına, meşrebine uygun şekilde geliştirerek topluma faydalı bir insan, insan-ı kamile yaklaşmaya çalışan bir insan yetiştirme gayreti olarak değerlendirmeliyiz. O çocuğun neye yatkın olduğunu bulalım. Mutlu olacağı şeyleri yapmasını teşvik edecek bir sistem yapmaya çalışalım. Bu uzun bir serüven, kolay değil.
Bizim şu anda beraber çalıştığımız STK'ların en yaşlısı İlim Yayma Cemiyeti. Sonra Ensar, ÖNDER, TÜRGEV şeklinde geliyor, TÜGVA daha yeni bir vakıf. Okullaşma alanında FETÖ okulları bir boşluğu görüp, o boşluğa yerleştiler ve kendilerine güç devşirmeye çalıştılar. Bundan sonra böyle olmamalı. Daha tabana yayılı, daha çok alternatifin olduğu, insanların farklı beklentilerini karşılayacak birden fazla resmin olduğu bir sivil topluma ihtiyacımız var. Bu nedenle bizim birlikte çalıştığımız, mensubu olduğumuz ya da gidip geldiğimiz dernek çalışmalarında hepsinin bir alanda diğerlerinden daha fazla uzmanlaşmasını arzu ediyoruz. Bu vakıflar hakikaten bugün kendini ispat etmiş, belli alanlarda öne çıkmış kurumlarımız. Ben özellikle Türkiye'deki dindar kesim açısından şunu söylemeliyim, birçok inançlı insanın dert sahibi olduğu ama bu dertlerini bir STK üzerinden faaliyete geçirmediği alanlar hala mevcut. Bu alanda bizim biraz daha gayrete ihtiyacımız var.
Yine de üzerinde durmamız gereken şey gerçekten öğretmenlerimiz. Şu andaki öğretmen yetiştirme veya atama sistemi hala 28 Şubat döneminde ideolojik saiklerle oluşturulmuş bir sistem. Öğretmenlik işini KPSS ile sınıf performansını görmeden atıyoruz. Diyelim ki sınav performansı çok iyi ama o arkadaşımızın öğretmenlik performansı yok. Şu anki sistem böyle bir elemeyi yapmaya izin vermiyor. 28 Şubat rejimi bağlamında getirildiği için maalesef buna neşter atılamadı bugüne kadar.
O gece ailemle Tarabya'daydım. Eşimle çocuklarımızı uyutuyorduk. 2 oğlum var. O esnada internete köprülerin kapatıldığı haberi geldi. Arkadaşlardan gelen mesajlar üzerine televizyonu açtık. Sonra Marmaris'te olan annem babamla iletişim kurdum. Onlar İstanbul'a geleceklerdi. Saat 01.00 gibi çıkıp havaalanına doğru gittim. Anlatılmaz yaşanır herhalde.
Çocukları uyutma zamanı olduğu için saat 10.00 gibiydi herhalde. Köprüde askeri araçlar var. Televizyonu açtım. O görüntüyü gösteriyorlar ama ne olduğunu anlayamıyorlar. Soruyorlar nedir diye.
İtimat ettiğim biri “Bir tuhaflık var" diye mesaj attı. O mesajı aldığımda darbe olduğuna kesin olarak inandım. Ailemle beraberim, darbe oluyor. İlk anda hemen en kötü senaryoyu aklımdan geçirdim. 1-2 dakika bir telaş yaşadım. Eşim de yanımdaydı. En kötü senaryoyu hazmettim.
Şehit olmak iyi senaryo da mahpus olmak, ailenizden ayrılmak söz konusu. Yollar epey sıkışık olduğu için ara yollardan, çevrelerden dolanarak saat 2,5 gibi varabildik havaalanına.
Cumhurbaşkanımızın Marmaris'ten İstanbul'a uçakla gelmesi beni tedirgin etti. Ama kararlılıkla tankın karşısına çıkacak bir Cumhurbaşkanı olduğu için o kararını sorgulamadım. Öyle bir Cumhurbaşkanı olduğu için insanlar tankın karşısına çıktı. Böyle imtihanları yaşaya yaşaya Allah bize dayanma gücü vermiş demek ki.
Sadece ben değil, Sümeyye Hanım da öyle, Esra Hanım da öyle. Fazla dertli oluşumuzdan kaynaklanıyor herhalde. Türkiye'de bu konuda daha iddialı işlerin yapılması gerektiğini yakinen tespit ettik. Hepimizin ABD'de, İngiltere'de eğitim tecrübeleri oldu. Ben yüksek lisansı Harvard'da yaptığım dönemde özellikle eğitim politikası konusunda çalışmalar yaptım. Dünya Bankası'na ilk girdiğimde de eğitim politikası konusunda çalışmalar yaptım. Eskiden beri, ortaokul, lisedeyken bile, yatılı okuyan arkadaşlarımızın tecrübesi nasıl daha iyi olur diye, arkadaşlarımızı nasıl zararlı alışkanlıklardan koruyup daha iyi yerlere, daha faydalı mecralara sevk edebiliriz diye kendi aramızda hep çalışmalar yapardık. Demek ki babamızdan, annemizden gördüğümüz şey olduğu için, insan yetişmesinin önemli olduğunu bildiğimiz için ben ve bütün kardeşlerim bu konuda çalışmalar yapıyoruz. Ama bazen bakıyorsun “Bilal Erdoğan'ın orada ne işi var, Bilal Erdoğan'ın ne titri var diyorlar. Bizi başka siyasilerin çocukları gibi gece kulüplerinde falan mı görmek istiyorlar bilmiyorum. Ama biz bu işlerin içinde görününce insanların bu işlere daha fazla ehemmiyet verdikleri bir gerçek. Eğer hiçbir şey yapamıyorsak bile insanların öğrencilere karşı hassasiyetlerini birazcık arttırabiliyorsak o bile bir hizmettir. Yoksa ne bir havamız olsun, ne makam mevkimiz olsun diye bu işleri yapmıyoruz. Bilakis kardeşlerim adına da söyleyeyim, çok da göz önünde olmayı seven insanlar değiliz.