Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kiev dönüşü ana konusu yine çözüm süreciydi. Cumhurbaşkanı siyasi gündemi etkileyecek açıklamalar yaptı. Özellikle Dolmahçe'de Başbakan Yardımcı ve İçişleri Bakanı eşliğinde HDP ile yapılan ve yeni evreyi başlattığı düşünülen toplantıyı doğru bulmadığını söylemesi çözüm süreciyle ilgili tartışmalara yeni boyutlar getirecektir. Aynı zamanda cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki koordinasyon sorunları açısından da Erdoğan ilk kez bir farklılığın altını çizdi, Kiev dönüşü. Hem Kürt politikası hem Türkiye siyaseti açısından kulak kabartmak gereken bir söyleşi okuyacaksınız.
Ben yıllardır bekliyorum, yeni değil. 2005'ten bu yana, Diyarbakır konuşmasından bu yana bekliyoruz. Nitekim geçenlerde ne dedim? Uygulamayı görmek lazım. Uygulamayı görmedikten sonra bu konuda bir şey söylemek mümkün değil. Açık açık bir şey söyledim. Ret politikalarını kaldıran iktidar, bizim iktidarımızdır. İnkâr politikalarını kaldıran bizim iktidarımızdır. Asimilasyon politikalarını kaldıran bizim iktidarımızdır. Bunlar kalktıktan sonra hala bu ülkede Kürt sorunu vardır denilebilir mi? Kürt vatandaşlarımın sorunları olabilir, Türk vatandaşlarımın sorunları olabilir. Ama Kürt sorunu demek suretiyle bu ülkede maalesef adeta bir ayrımcılığa doğru çanak tutanlar, bundan rant elde edenler var. Buradan siyasi Kürtçülük yapıyorlar ve bu siyasi Kürtçülükten de rant elde ediyorlar. Biz diyoruz ki bu ülkede benim Kürt vatandaşımın elde edemediği ne var? Cumhurbaşkanı mı olamıyor? Başbakan mı olamıyor? Bakan, milletvekili, genel müdür, müsteşar mı olamıyor? Bütün bunlara rağmen bakıyorsunuz, hala Kürt sorunu diyorlar. Silahların gölgesinde siyaset yapanlar var. Gelinen noktada da tablo ortada: İmralı başka, dağ başka; parti içinde de biliyorsunuz, eş başkanları başka, Dolmabahçe'de konuşanlar başka.
Bir metin okunmadı iki metin okundu. Onların okuduğu metinle Yalçın Bey'in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Aynı metin değildi dikkat ederseniz.
Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda Hükümetin Başbakan Yardımcısı'yla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Daha önceleri gerektiğinde bir arkadaşımız onlarla görüşmeler yapar ve açıklama yapılırdı. Ama o toplantıda olduğu gibi medyanın karşısına çıkmak suretiyle, iki ayrı metin deklare edilmiyordu. Böyle bir şey hiç yaşanmamıştır. Bunu doğru bulmuyorum. Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok. Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim? Metni incelersek oradaki konuların çoğunun demokrasiyle falan yakından uzaktan alakası yok. Hala yeni yeni talepler ortaya çıkıyor. Daha sonra Başbakan Yardımcımızın yaptığı bir açıklama var. Onların tamamen aksine. Yani birbiriyle tamamen örtüşen bir şey yok. O zaman neyi görüştüler? Buna ortak bir deklarasyon diyebilir misiniz? Böyle bir şey var mı?
Çözüm Süreci meselesi, sadece Kürt meselesi üzerine bina edilmiş bir mesele değil. Sürecin meselesi; Güneydoğu'da, Doğu'da, ülkemizin genelinde ölümler dursun, anneler ağlamasın üzerine kurulu. Süreç, tüm bunlara yönelik bir adımdır. 78 milyon tümüyle sürece dahil. Onun içindir ki tüm vatandaşlarımız buraya katkı sağlıyor. Biliyorsunuz bunun ilk adımı Demokratik Açılım'dır. Ondan sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'dir. Ondan sonra buna Çözüm Süreci dedik. Yani böyle bir süreç gelişti. Bu Kürt sorunundan ari bir süreçtir. Kürt sorunu ifadesini kullananlarla ilgili sürekli olarak diyorum ki demek ki bazıları hala ret, inkâr, asimilasyon politikalarının devam ettiğini sanıyor. Halbuki biz tüm bunlara son verdik. Bunlar ayaklarımızın altında. Kimse kalkıp da bu ülkede “Tayyip Erdoğan Kürtleri yok farz ediyor” diyemez. Kürtlere herhangi bir tavır sergiliyor diyemez. Hakkari bu işin en güzel örneği. Hakkari'de havalimanı yapıyoruz. Adamlar durmadan müteahhit değiştiriyorlardı. Gelip makineleri yakıyorlar, tehdit ediyorlar, müteahhit gidiyor. Kaçıp giden müteahhit de Kürt. Aynı şeyi Ağrı'da, Kars ve Iğdır'da da yaptılar. Buralar dikkat ederseniz Kürt vatandaşlarımızın yoğun olduğu bölgeler. Ama biz bu tehditlere rağmen oraları da bitirdik, Hakkari'yi de bitireceğiz.
Siz daha ne istiyorsunuz? Gazetelerden bir tanesinde “Evlatlarımızı istiyoruz” diye yazıyor. Tamam da bu evlatlar öldüyse, öbür tarafta Türk'ün evlatları da öldü. Aynı şeyi maalesef diğer etnik unsurlara mensup olan vatandaşlarımızın evlatları da yaşadı. Zaten bütün derdimizi bunun üzerine bina ediyoruz. 40 bin insan öldürüldü bu ülkede. Yazıktır, günahtır. Diyarbakır meydanındaki anneler niçin ağlıyorlar? Evlatları dağa kaçırıldığı için. Bu anneler Kürt değil mi? Kürt. Beşinci kattan atılan Yasin Börü Kürt değil mi? Kürt. E nasıl sen onu hem oradan atıyorsun hem de araçla üzerinden geçiyorsun? Bunun hangi vicdanda yeri var?
Bakın. Hükümetle Cumhurbaşkanı her an her konuyu görüşüyor diye bir şey yok. Yani olaya böyle abartılı yaklaşım doğru değil. O dediğiniz başkanlık sistemine geçtiğimiz zaman olabilir. Başkanlık sistemine geçmeden olmuyor. Orada kendi tasarruflarını kullanmışlar. 'Hayırlı olsun' demek düşer bana. Ama ben de, bu durumdan rahatsız olduğumu söyleme hakkına da sahibim. Bunu söyledim. Akil insanlardan böyle bir grubun gönderilmesi konusu benim Başbakanlığım zamanımda da gündeme gelmişti. Bana bunu sordular ve ben dedim ki doğru bulmuyorum. Şimdi bu bilindiği halde, şu an böyle bir şey yapılıyorsa, konu bana sorulduğunda ben yine aynı şeyi söylemek durumundayım. Nitekim, yine aynı şekilde, buna katılmadığımı söylüyorum. Niye katılmıyorum? Çünkü birileri hep bundan geçmişte prim yapmışlardır. Hatırlarsınız. Sizlerin de bizlerin de görüştüğümüz bazı köşe yazarları dağa gitmiştir. Dağa gittikten sonra da kitabını yazmıştır ve o görüşmeden prim yapmıştır. Hatta bizim resmi konutta ben bir yemekli toplantıda bunu söylemiştim de bir tane köşe yazarımız 'Ama bu hakaret oluyor' diye isyan etti. Yok dedim, vakıa bu; şöhret basamaklarını daha kolay tırmanmak için böyle bir şey içerisine giriyorlar. Dolayısıyla bu husus istismara açık bir olay. Mesele, İmralı'nın ne dediğini öğrenmek değil mi? Bunu öğrenmek için bunun siyasi temsilcisi olan parti üç temsilci seçiyor ve muntazaman kendisiyle konuşuyorlar. Başkalarının da gitmesine ne gerek var? Mesele, bilgi almak ve mesaj vermekse zaten bu yapılıyor.
Akil insanları kuran benim. Ama Ada'ya bir de böyle bir ekibin gönderilmesini yanlış buluyorum. Bir ara şu çıktı. 15 kişi gitsin. On kişi gitsin. Bu ayrı bir felakettir. Bu Ada'nın meşruiyetini artırma adımıdır. Dolayısıyla bu tehlikeli bir adımdır.
Anadilde yaygın eğitim diyorsunuz. Bir defa eğitim sistemimizin içerisinde anadil seçmeli ders olarak konuldu mu? Bitti. Daha ne olacak? Bir de zorunlu mu olsun diyorsunuz? Bu ülkenin resmi bir dili var. Batılı ülkelerde, kendi evlatlarımız için bırakın zorunluyu seçmeli derse bile müsaade etmiyorlar. Halbuki AB müktesebatının içerisinde var bu. Türkiye'de seçmeli ders olarak biz bunu zaten koymuş durumdayız. Şimdi kalkıp bir de zorunlu istiyorlar. Bu istemelerin ardı arkası kesilmez. Niye? Samimi ve dürüst davranmıyorlar. Partiyi kurup da ben Güneydoğu'yu dolaştığım zaman, kanaat önderleriyle yaptığım toplantılarda bana; “Sadece şu olağanüstü hali kaldırın yeter. Biz sizden başka bir şey istemiyoruz” diyorlardı. Ve biz olağanüstü hali Abdullah Bey'in Başbakanlığı döneminde kaldırdık. Kimileri bugün halen bu ülkeyi bölmeye yönelik adımlar, talepler peşinde. Onun için bölücü terör örgütünün bu tür taleplerine evet demek bu milletin tarihine de yapısına da çok çok terstir.
Yorum yapmayayım. Ben de bir cümleyle cevap vereyim. Bunlar 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benim Çankaya'ya çıkamayacağımı söylüyorlardı. Yüzde 52 milletim bana teveccüh gösterdi. O, yüzde 10'u bile bulamadı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Denizli'de toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, muhalefet partilerinin tavrını eleştirdi. Özay Gönlüm'ün 'Asmam yıkıldı' türküsünün sözlerini muhalefete uyarlayan Erdoğan, özetle şunları söyledi:
Korkaklar zafer anıtı dikemez. Çekilin milletin önünden. Buncacık cürümünüz var, onu da harcamayın. Seçimlere kalmış şurada 2,5 ay. Ortada ne bir projeleri var ne bir gayretleri var ne bir çabaları var. Varsa yoksa, 'Cumhurbaşkanı şunu dedi, hükümet bunu yaptı'. Tamam da siz ne diyorsunuz, siz ne yapacaksınız? Hele onu bir söyleyin.
İşi meşhur Denizli türküsüne çeviriyorlar. Asmam yıkıldı, suyu sıkıldı. Bugün koca kızı görmedim canım sıkıldı. Amanın canım sıkıldı. Rahmetli Özay Gönlüm bunları görse bu türküyü şöyle söylerdi; Gündem yıkıldı, muhalefet sıkıldı. Bugün cumhurbaşkanını görmediler, canları sıkıldı. Amanın canları sıkıldı. Benim ne söyleyeceğimle uğraşacağınıza, siz millete ne
söyleyeceksiniz onu söyleyin.
Darbelerle, muhtıralarla, vesayet rejimleriyle yıpranmış Türkiye'nin artık ihtiyacını karşılayamayan bu sistemi bir kenara bırakıp başkanlık sistemine geçmeliyiz. Hemen başlıyorlar diktatörlük, padişahlık demeye. Bu ülkede diktatörlüğe benim milletim müsaade eder mi? Bizde tek adamlı olmaz. Onu geçmişte anamuhalefetin öncüleri yaptılar. O milli şef olarak onların kültüründe var.
Nevruz, inşallah ağlayan annelerin son gözyaşı olsun, barışın, dayanışmanın miladı olsun. Ama bizde geçmiş yıllarda olduğu gibi değil, unutmayın havai fişekleriyle, molotofkokteyleriyle, sapan taşlarıyla her tarafın yakılıp yıkıldığı bir Nevruz değil, aşkın, heyecanın, birbiriyle hakikaten bütünleştiği bir miladı olsun.