Psikiyatrist Kemal Sayar TSK içinde çeteleşen FETÖ’cü darbecilerin ruh halini analiz etti. Bu yapılanmanın dini görünümlü bir çete olduğunun altını çizen Prof. Dr. Kemal Sayar, bunun bir grup narsisizmi olduğunu, kendisinden olmayanları öldürmeyi meşru gördüklerini belirtti.
Psikiyatri alanında Türkiye'nin sayılı uzmanlarından olan Prof. Dr. Kemal Sayar'a 15 Temmuz gecesi darbeye kalkışan FETÖ'cü teröristlerin psikolojik alt yapılarını sorduk. Genel hatlarıyla darbeci psikolojisini anlatan Sayar, FETÖ'cü yapılanmanın zihinsel arkaplanını da değerlendirdi.
Doğrunun kendi tekellerinde bulunduğunu, halk iradesinin doğru olanı seçemediğini düşünen darbeci, halkın iradesini gasp ederek kendi iradesini onun yerine koymak ister. O halkın kendisinden daha üstün olduğuna inanmıştır. Zanneder ki o geldiğinde ülke daha iyiye gidecek. Oysa tecrübeler istisnasız bir biçimde darbelerin ülkeleri çökerttiğini göstermektedir.
Burada ana motivasyon kaynağı olarak dini görünümlü bir çete yapılanması mensubiyetini görüyoruz. Bu çeteye mensup olanlar kendi önderlerini seçilmiş ruhani bir kişilik, kendilerini de seçilmiş ve üstün bir fırka olarak telakki ediyor. Bir grup narsisizmi. Kendi grubunun hak diğer tüm insan ve grupların batıl olduğuna inanan bir monizm söz konusu. Kendisini hak yolunun yegane temsilcisi olarak gördüğü için önüne çıkan engelleri de her türlü gayrı ahlaki yöntemle bertaraf edebileceğini düşünüyor. Kendisinden olmayanları öldürmeyi, onlara şiddet uygulamayı meşru görüyor.
Bir suç organizasyonuyla karşı karşıyayız. Burada önemli olan askeri rütbeler değil batıl davalarına sadakat. Dünyayı toptan değiştirme yolundaki ahir zaman ideolojilerinden bir tanesi bu, onlara göre dünya o kadar kirlenmiştir ki ancak kendileri ve liderleri bu dünyayı temizleyebilir. Seçilmişlik paranoyası bu kişileri Alamut kalesinin haşhaşileri gibi robotlaştırıyor. Sadece itaat eden, emirleri asla sorgulayamayan bireylere dönüştürüyor.
İtaat ve sadakat bu tür yapıların en önemli çimentosudur. Mesih veya Mehdi saydıkları önderlerinin her sözünü sorgusuz sualsiz kabullenir ve ona itaat etmekle manevi rütbelerinin çoğaldığını zannederler. Bütün tekçi ideolojiler gibi Tanrı'yı kendi saflarında görür ve aşılmaz engelleri aşabileceklerini sanırlar. Bir tür büyüsel düşünce. Mistik hezeyan da diyebilirsiniz.
Milletin silahlarını nasıl millete karşı kullanacak duruma geldiler?
Bir robotlaşma ve zombileşme süreci söz konusu. Bireysel irade kollektif iradenin içinde eriyor, kendi idealleri ve dünya vizyonu için önünde engel olarak gördüğü her şeyi yok etmek istiyor. Terör hareketlerinin kökeninde rastladığımız mutlakçı düşünce var burada. 'Benimle olmayan bana düşmandır ve yok edilmeyi hak eder' diyen ve dünyayı kendisine benzeterek kendince düzeltmek isteyen bir dayatmacılık var.
alabiliyorlar?
Her kılığa girebilen, her şer yöntemi kullanabilen bir suç örgütlenmesi var karşımızda. Bir seferde elliye yakın polisimizi gözünü kırpmadan şehit edebilmiş, yüzlerce silahsız insanımızı acımasızca katletmiş bir örgüt bu. Her ihtimali hesap ediyorlar.
Çok dikkatlice sorgulanmaları gerekiyor. Sorgu esnasında ne söyleyeceklerini dahi çalışmış olabilirler. Mahkemeleri felç etmek isteyebilirler.
Bu toprağı vatan kılan şeyin onu imanla sevmek olduğunu, bu toprağın harcında şehit kanı ve anaların gözyaşı kadar, harim-i ismetini cesaretle savunmak da bulunduğunu bize bir kez daha hatırlattı bu gece. İşgal kuvvetlerine karşı ayaklanan o derin bilgeliğin, o vakur asaletin, bin yıldır bu toprağı mayalayan o derviş yiğitliğinin kaybolmadığını, bir ruh ve duygu olarak hep var olageldiğini bize gösterdi. Böylesi bir külli irade ancak buhran zamanlarında tecelli eder ve bir milletin yönünü ışıtır, aydınlatır. Ancak kalbi olan bir millet zulme direnebilir. Bu direnişten hepimizin öğrenecekleri var. Bu gece isimsiz kahramanların gecesiydi. Kahramanlık irade ve cesaretleriyle bir fikir, bir ruh, bir vatan için tank ve tüfeklerin karşısına hayatıyla çıkabilen, onları yaşatmak için kendi hayatlarından vazgeçebilen insanların yazdığı bir destandır. Sıradan insanın şahlandığı, irade ve özgürlüğünün gaspına karşı durduğu o meşum gece, Türkiye'nin kader gecesiydi. İşgal başarıya ulaşsa ve toprak vatan olmaktan çıkarılsaydı, Suriye olmamız işten bile değildi.
Derin bir biçimde sarsıldık, bu ölçüde bir kötülüğü beklemiyorduk. Havsalamızı aşan, sindirmekte, baş etmekte zorlandığımız bir kötülüktü bu. Bir yas eviydi ülke, yiğit insanlarımızı toprağa verdik. Bir yandan da umutlandık. Bir millet, olmak cesaretini gösterebildiği için evlerimize mutlulukla dönüyor, çocuğumuzun başını okşuyor, akşam huzur içinde başımızı yastığa koyuyoruz. Bizim insanımızda kuvvetli bir yurt bilinci var. Yurt hasreti ve yurt ağrısı, bizi biz kılar, türkülerimize, dertlerimize siner. Biz köksüz insanlar değiliz. Özleyecek bir yurdu, üzerine titizlenecek bir ocağı olan insanlarız. Bir doğum evi şu an bu ülke aynı zamanda, yeniden doğuyor. Şimdi ben trafikte giderken daha sakinim. 'Ya şu arabadaki adam bu milletin kahraman evlatlarından biriyse' diyorum. Birbirimize yakınlaştık. Vatanseverlik duygumuz yoğunlaştı. Birbirimizi sevmeyi öğrendik. Bir vatanın ne demek olduğunu yaşayarak öğrendik.