Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Çad’dan Afrika ziyaretinin son durağı Tunus’a geçerken, beraberindeki basın mensuplarına önemli açıklamalarda bulundu ve sorularını yanıtladı.
* Son kanun hükmünde kararnamede (KHK) (696 sayılı KHK’nın 121. maddesi) 15 Temmuz ile ilgili olarak sivillere yönelik düzenleme tartışma yarattı. Muhalefet partileri paramiliter güç ve iç savaş yaratır eleştirisi getiriyor. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de hukuken muğlak bulduğunu söyledi. Bir değişiklik olacak mı?
Bu konuyla ilgili olarak, “15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler” ibaresi geleceğe yönelik belirsiz bir genişlikte yorumlanırsa şeklinde tartışanlar var. Bu düzenlemenin neyle ilgili olduğu aslında belli. Nitekim bundan önce de, bu ifadenin yer aldığı dört ayrı KHK düzenlemesi yapıldı. Onların hiçbirine dair bu güne kadar kimse ses çıkarmadı. Şimdi bu son KHK’yı birileri köpürtmeye başladı. Oysa dediğim gibi bu sadece 15 Temmuz’u kapsayan bir olaydır. Bunun dışında hiçbir şey söz konusu değil. Geçmiş cumhurbaşkanımızın da, burada kalkıp maalesef bir muğlaklıktan bahsetmiş olması üzücüdür. Neye dayanarak siz böyle bir muğlaklıktan bahsediyorsunuz? Hangi madde sizi bu muğlaklığa itebiliyor? Bu üzücü olmuştur. Kendileri tarafından yapılan o açıklama, aldığı retweet’lerle süreci çok farklı bir yere doğru işletmiştir.
Ama şunu söyleyeyim: Gerek Adalet Bakanı’mız gerek Hükümet Sözcümüz bu konuyla ilgili gerekli cevapları vermiş durumdadırlar. Çıkarılmış olan yasal düzenleme son derece açıktır; biz bu düzenlemenin kararlılıkla ve aynen devamından yanayız. İddia edildiği türden, ilerde yanlış yorumlamalar gündeme gelecek olursa, o vakit gereken müdahale zaten yapılır. Öyle bir durumda, ya yargı ya da parlamento, gereği neyse yapar elbet. Bu KHK’lar biliyorsunuz zaten parlamentoya da gidecek. Biz KHK’lar ile sadece süreci hızlandırıyoruz. Yaptığımız iş budur. Mesela, taşeronu da KHK’ya koymamış olsak, konu önümüzdeki yıla kalacaktı. Yani onu KHK’ya koymamızın nedeni de süreci hızlandırma amaçlıdır. Ama o da elbette Meclis’e gelecek, orada tartışılacaktır.
* Taşeronu geri planda tutmak için bu tartışma kasten mi çıkarıldı acaba?
Yok canım alakası yok. Biz doğru bildiğimizi yapacağız ve yolumuza devam edeceğiz.
* 28 Şubat davası ile ilgili tartışma oldu...
28 Şubat’ın yanında olan bir kesim var. Bir de karşısında olan bir kesim var. Cumhurbaşkanı olarak bana düşen nedir? Sadece izlemektir, meselenin takibidir ve “gereği neyse bunu yargı yapar” demektir. Ama FETÖ’cü savcı demeyelim o sürece, bir veya daha fazla. Olayın sadece savcı boyutu da yok. Şu anda bu sürecin içinde olup beraat edenler var. Beraat edenleri kimse konuşmuyor. Onları da konuşmak lazım. Beraat etmeyip şu anda yargı süreci devam edecek olan isimler var. İşlerine geleni kabul ediyorlar, işlerine gelmeyeni reddediyorlar. Böyle bir anlayış olmaz. Onların o kararı veren savcıları Türkiye’de değil, yurtdışında kaçak. Bunları niye dile getirmiyorlar? Bunları da dile getirsinler. Ortada öyle ciddi bir kombinezon vardı ki bu kombinezonla birlikte o zaman bu adımlar atıldı. 28 Şubat bu şekilde yapıldı. Şu anda da yargı buradaki bu sıkıntıyı, yanlışı gördü, bu suretle tekrar bu işi masaya yatırdı. Siz her verilmiş cezayı sonuçlanmış bir ceza ile masaya yatıramazsınız. Ancak bunlar vatana ihanet gibi ağır suçlar olacak ki, ancak o suçların süresi yoktur, tekrar onlar masaya yatar. Burada da böyle bir durum söz konusu. Durum bu hale gelince yeniden dosyalar gündeme geldi. Yargılama süreci tekrar başlamış oldu. Biz diyoruz ki: “Yargı burada adil bir şekilde kararını versin işi sonuçlandırsın”. Bunların içinde onların hışmına uğrayıp ölenler var, isimleri olup da öldüğü için şu anda yargı sürecinin içine girmeyenler var. Tarih en büyük şahittir.
* Savcının mütalaasında dönemin medya kuruluşlarına atıf var. Sadece askerler mi yargılanacak, sivil sorumlularla ilgili bir şey başlar mı?
Beni yargı makamına oturtmayın. Hani şair diyor ya: “Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; / Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!”. Şunu söyleyebilirim: Biz elbette mazlumların, mağdurların yanında oluruz.
* Savunma Sanayi Müsteşarlığı Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Gerekçesi nedir?
Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile ilgili Başbakan olarak 11 yıllık tecrübem var. 11 yıl toplantılara başkanlık ettim, nerelerde aksama var, nerelerde yok, yakından gördüm. Sistemin birlikte çalışması lazım. Yani birbirinden ayrıldığı zaman netice almak zorlaşıyor. Şu anda HAVELSAN, ASELSAN, TAİ vs. hepsi kendi başına bir hegemonya oluşturdukları zaman netice almak mümkün olmuyor. Buraları da FETÖ istila etmişti. Ne kadar temizlik yaparsanız yapın, hala oraların hücrelerine kadar sinmişler, girmişler. Bahsettiğim kurumlar, bu ülkenin en güçlü üniteleri, kuruluşları. Bu işi şöyle bir merkeze bağlayalım, bağlarken de Başbakan da savunma sanayinde icra komitesinde olacak. Konsey içinde İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı ve Savunma Sanayi Müsteşarı var. Yedi kişilik bir ekiple bunu böyle yöneteceğiz. Buradan seri kararlar çıkartmak ve çok başlılığı ortadan kaldırıp süratle netice almak istiyoruz. Bu kuruluşların imkanları dünyada birçok mütekabil kuruluşlarda yok. Netice almamız lazım, insan yetiştirmemiz lazım. Buraları da devreye bu şekilde sokmamız lazım.
Sudan’ın Türkiye-Sudan Üniversitesi kurma teklifinde bulunduğunu belirten Erdoğan, ikili ticari ilişkileri artırma konusunda kararlı olduklarını söyledi. Erdoğan, “Sudan’da TİGEM’e 12 bin 500 hektarlık arazi teklif edildi. Tarım faaliyetlerine başlamamız için önemli bir adım olacak. Hartum’da uluslararası hava limanını Türk firması yapacak. Sudan’da hayvancılık ileride ama teknoloji olarak tarımda çok iyi bir noktada değiller. TİGEM ile birlikte teknoloji kullanarak ortaklaşa yapacağımız çalışma ile daha iyi bir noktaya geliriz diye düşünüyorum” dedi. Erdoğan, “Kızıldeniz Port Sudan’da ise ekonomik bölge konusunda çalışma yapıyoruz. Bir de orada tersane sözü var. Biz Sevakin Adası’nı kendilerinden istedik. Burayı bize tahsis edin dedik. Bunu kabul etti. Birkaç tane özel şahıslara ait yer varmış, ‘Onları da görüşelim, bunları da almamız halinde tahsis edelim’ dedi. Bu gerçekleşirse TİKA ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile devreye girmek suretiyle hazırlanan projeye göre ve aslına uygun olarak orayı yaparız. Bir de oranın adeta planda mütemmim cüzü olarak 300 odalı kervansaraydan bahsettiler. Bunu biz göremedik. Bunlar gerçeğe dönüşürse paket turizmde çok ciddi bir adım atılabilir. Türkiye’den umre ziyaretlerine Sevakin Adası üzerinden gitmek mümkün olur. Buraya kadar uçakla gelinip, oradan deniz yolu ile karşıya geçilir. Tarih yeniden şöyle bir ayağa kalkar. Biz de kendisine ısrarla bunu gecikmeden yapalım dedik. O da bize söz verdi” dedi.
Askeri liman diye bir şey söz konusu değil. Oranın zaten kendi limanı var. Biz o adayı yeniden ayağa kaldırmak istiyoruz.
Sudan ve Çad’ın FETÖ ile mücadelede kararlı bir duruş sergilediğini belirten Erdoğan, “Bu ziyaretimiz Afrika ile münasebetlerimizi farklı yeni bir boyuta taşıyacaktır. Geleceğin Afrika’da olduğunu görüyoruz. Biz bu geleceği bir kenara koyamayız, ıskalayamayız. Sömürge planları ile gelmedik, geçmişimizde emperyalizmin kokusu yok. Bütün arzumuz, -Çad Cumhurbaşkanı’na da söyledim- Afrika’nın kendi ayakları üzerinde durabilmesidir. Daha yeni yeni buralarda dik durmanın yollarını arıyorlar. Çad’dan büyükelçilik için 230 dönümlük yer istedik. Bu arazide Afrika için örnek bir proje yapacağız. Bu külliyenin içinde Türk Kültür Merkezi, kadın yaşam merkezi, sağlık merkezi, ticari birim merkezi, mescid, TİKA’nın ofis lojmanı ve İslam Konseyi binası olacak. İçine Ziraat Fakültesi yapılmasını talep ettiler. Bunu da külliyenin içine yerleştireceğiz. Adı Elcemine Türk Kültür Külliyesi. Bu proje Afrika’da örnek bir proje olacak” dedi.
13 Aralık’ta İstanbul’a attığımız adım önemli bir başlangıçtı. Ama, 13 Aralık bu işin bittiği nokta değil. Ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin vetoya başvurduğu sürece tanık olduk. Onun arkasından, Türkiye ve Yemen’in müracaatı ile BM Genel Kurulu’nun hemen toplanması, ABD’nin veto ettiği tasarının oradaki oylamada 9’a karşı 128 oyla kabul edilmesi önemli bir gelişme olmuştur. Oylama sonucunun ABD’yi tutumunu yeniden gözden geçirmeye sevk etmesini diliyoruz. Şimdi gerekli diğer adımları da atmak lazım. Bu çerçevede Filistin devletinin tanınması önemli. Bazı ülkeler var ki onlar Filistin’i tanırsa, AB üyelerinin ciddi bir kısmı da Filistin’i hemen tanıyabilir.
İsim vermek doğru olmaz. Ama bizim bu konuyla ilgili ikili görüşmeler yapmamız lazım. Markajları geliştireceğiz, genişleteceğiz. Bunların bizzat Mahmut Abbas’a da verdikleri sözler var. Sayın Abbas ile bunları konuşuyoruz. İnşallah şu adımdan sonra yapacağımız ziyaretlerle ve telefon görüşmeleriyle bu süreci devam ettireceğiz. Ben Sudan’da bulunduğum esnada Kral Abdullah ile de telefonda görüştüm. Ne gibi adımlar atılabileceğini konuştuk. Hepsinin Türkiye’ye karşı bir muhabbeti var. “Sizin bu işin bu şekilde takipçisi olmanız bizi de çok daha farklı bir yere doğru taşıdı” diyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da görüşme talebi oldu. Onunla da telefonda görüşeceğiz. Ayrıca Fransa ziyaretim olabilir. Bunları ele alacağız. Onlar da bizi bu konuda yalnız bırakmadılar. Belki bir Vatikan ziyaretimiz olabilir. Papa biliyorsunuz beni ziyaret etmişti. Şimdi iade-i ziyaret yapabilirsek, bu konuları Papa’yla yüzyüze de görüşme imkanımız olabilir.
Görüşmemek için bir sebep yok. Görüştüğümüz zaman, tabii ki düşüncelerimizi aktarırız; yanlış karardan dönmelerinin isabetli olacağını, mevcut gidişatlarının doğru olmadığını kendilerine elbette anlatırız.