TBMM Başkanı Binali Yıldırım, Özbekistan dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Yöneltilen sorular ve Yıldırım'ın yanıtları şöyle:
En önemli gündem maddelerinden bir tanesi, biliyorsunuz efendim Türk-Amerikan ilişkileri. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Toplantıları için Sayın Cumhurbaşkanı Amerika'daydı. BM Güvenlik Konseyi'ndeki toplantılara katıldı ve bir konuşma yaptı. Hem BM'nin işleyişine dair eleştirileri vardı hem de Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında Trump yönetimine dair eleştirileri oldu Sayın Cumhurbaşkanı'nın. 12 Ekim'de biliyorsunuz rahiple ilgili duruşma var, bazı beklentiler var dile getirilen. Elbette yargı bağımsız ama Türk-Amerikan ilişkilerinin gidişatıyla ilgili görüşlerinizi merak ediyoruz doğrusu.
1985'ten bu yana "Birleşmiş Milletler'in Güvenlik Konseyi'nin yapısında değişiklik gerekir" diye herkes söylüyor. 35 yıla yaklaşmış, değişen bir şey yok. Bu ne oluyor? Birleşmiş Milletler'in küresel sorunlara çözüm üretmede ne kadar yetersiz kaldığını ortaya koyuyor, Teşkilatın güvenilirliği, yaptırım gücünün olmadığını ortaya koyuyor.
Soğuk savaş döneminde işte iki kutuplu dünya bir müddet birbirini dengelemiş, ama 90'lı yılların başında o denge de kaybolmuş vaziyette. Hal böyle olunca, bölgesel sorunlar azalmıyor, artıyor. Dünyada yaklaşık 70 milyon mülteci var. Yani 194 ülkenin demek ki 74 milyon nüfusu olan kaç ülke var? Yaklaşık 20.
Son büyük ülke de mülteciler ülkesi haline gelmiş. Neden çözüm üretilemiyor? Bu 5 biraderlerin olaylara kısa vadeli ülke çıkarları ile baktıkları için. Halbuki uzun vadeli ve küresel barış, refah ve ülkeler arasındaki uçurumu gidermeye yönelik hiçbir programları yok.
Amerika Birleşik Devletleri'ne de bütün dünyanın gözü önünde, "bu FETÖ işi kardeşim, hala burada niye umursamaz davranıyorsunuz? Bu adam Türkiye'de darbe yapmaya çalıştı, şu kadar insanın ölümüne sebep oldu." dedik hala kılını kıpırdatmıyor Amerika. Ondan sonra da diyor ki, "ya Türkiye niye bize şaşı bakıyor?" Türkiye bakmıyor, Türk milleti bakıyor. Amerika eğer Türkiye'yi kazanmak istiyorsa, adım atması gereken 3 konu var.
Yani şimdi Amerika, Hakan Atilla Davası'nı izledik, hokkabazlık. Kendi ülkesinde olunca hukuk işliyor, Amerika hukuk devleti. Türkiye'de olunca, Amerika, "Türkiye'de hukuk devleti yok, bizim adamlarımız tutsak" filan gibi laflar ediyor. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil.
Evrensel hukukun kuralları her ülke için geçerlidir. Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu bir dünya istiyorsak, burada her ülke ne kadar güçlü olursa olsun veya her ülke ne kadar zayıf olursa olsun, mesele hükümranlık haklarına, egemenlik haklarına geldiği zaman, karşısındaki ülkenin büyüklüğüne hiç dikkat etmez.
Yani Cumhurbaşkanı genel anlamda müzmin hale gelmiş sorunlar için bir kez daha dünyanın dikkatini çekti.
En büyük hassasiyetlerimizden olan, Fırat'ın doğusundaki 700 kilometrelik hududumuz boyunca bir terör yapılanması var, buna karşı tedbir almamız gerekiyor. Amerika eğer bizim NATO ortağımızsa, unutmamalı ki o sınır NATO'nun sınırıdır.
Sadece burada yapacağı iş birliği Türkiye'nin hayrına değil, aynı zamanda NATO'nun da güvenliği için gerekli.
Türkiye'de üretimi, ekonomiyi ayakta tutan devlet değil artık özel sektör. Niye? 1'e 9; devlet 1 yatırım yapıyorsa, özel sektör bugün 10 yatırım yapıyor. Bu krizin de kamu sektörü krizi olmadığını bilmemiz lazım. Bu kriz reel sektörümüzü etkileyen bir krizdir. Yani özel-reel sektör fark etmez, bu Türkiye'nin meselesidir ve üstesinden de Türkiye'nin gelecek imkanları vardır. Nasıl var?
Bunu da kamu maliyesiyle, yani Hükümet, daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemimiz gerekli tedbirleri alarak bu işi düze çıkartacak, yani bir problem görmüyorum.
Doğrusu benim Meclis Başkanı olarak yapacağım; Meclis'e gelen bu af teklifini diğer kanun teklifleri gibi ilgili komisyonlara göndermek. Ondan sonrası partilerin kararıdır. İşte müzakere olacak, uzlaşılacak yahut uzlaşılmayacak, bir şekilde iş bir noktaya gelecek. Yani detaylarına girdikçe belki bazı düzeltmelerle yeni bir şekil verilip yol alınabilir. Bunlar tamamen varsayımlar.
Şimdi 16 Nisan referandumu, akabinde yapılan 24 Haziran seçimleri Türkiye'de 95 yıllık yönetim sistemini, yönetim anlayışını değiştirdi. 95 yıllık oturmuş bir değişimi 95 günde hazmedip gerçek mecrasına getirmek kolay değil. Yeni sistem uygulamalarla öğrenilip tekâmül edecek bir sistem.
Zaman zaman hata da yapılacak, hatalardan doğrusu öğrenilecek ve devam edilecek. Çünkü daha önce biz zaten bu sistemin kampanyasını yaparken de en çok zorlandığımız şey sistemi anlatırken oldu. Niye? Hayırcılar, elde bir sistem var, elle tutuluyor, her şeyi biliniyor, işte nasıl yapılıyor, nasıl ediliyor, yani ellerini-parmaklarını bala daldırıp ağzına alıyor, "bal tatlı" diyor. Biz kavanozun dışından elimizle sıvazlıyoruz, "ya bu bal güzel, bunu alın" diyoruz; böyle bir zorlukla kampanya yaptık. Ama muvaffak olduk, vatandaş itimat etti, kabul etti.
Eskiden ne oluyordu? Aslında Parlamento Hükümet'in vesayetinde çalışan bir organdı; Hükümet bir şey gönderiyorsa çıkıyor, çıkmasın dediği bir şey varsa çıkmıyordu. Bu sistemin gereği böyleydi, kimin iktidarda olduğunun önemi yok. Şimdi bunun değişmesi umut ediliyor, bekleniyor, değişmesi gerekir. Milletvekili yürütmeden bağımsız olarak teklifler verecekler. Ama bu teklifler de tabii işlerin yürümesi değil de işlerin çıkmaza sokmasına hizmet ediyorsa, orada da bir yanlış var demektir. O teklifler bütün partiler arasında müzakere edilecek, değerlendirilecek, ya yol verilecek ya da verilmeyecek. Yani aslında Parlamento'nun bu anlamda bir gücü, kendi gücünü artırmış oluyor yasamayla birlikte. Denetim faaliyetleri de yapıyor.
Muhalefet-iktidar Partisi tanımı kalktı artık aslında Anayasa'da, ama zihinlerde duruyor. Yani onun hemen yarın kalkacağını kimse düşünmesin. Ben ilk açılışta nasıl bir Meclis yöneteceğimi söyledim; "Daha çok müzakere, daha az münakaşa".
Türkiye'de gerçek anlamda demokrasi işliyor; Meclis'te de işliyor, sokakta da işliyor, her yerde işliyor. Dolayısıyla münakaşaları müzakereye çevirmek için elimden geleni yapacağım arkadaşlarımla beraber; amacım bu. Ama münakaşaların daha öteye taşınmaması lazım, işte kavgaya, hakarete … Bunların da olmaması için elimden gelen gayreti göstereceğim. Ben Meclis'e bu konuda güveniyorum, bir mesafe alacağımızı düşünüyorum.