Bizim eski üstadlarımız, “tarih tekerrürden ibarettir” derken ne güzel buyurmuşlar? Fazla uzatmadan anlatayım: Hasta yatağımda, “bazı amirallerin hükûmete karşı kaleme alıp yayınladıkları/yazdırıldıkları bildiri”yi duyunca, eskiden kaleme aldığım bir makalem/acı bir hatıram yâdıma düştü. Meramımı anlatmak için uzatmadan o makalemi aşağıya alıyorum...
Bizim eski üstadlarımız, “tarih tekerrürden ibarettir” derken ne güzel buyurmuşlar?
Meramımı anlatmak için uzatmadan o makalemi aşağıya alıyorum:
“Hiç unutamadığım acı dolu bir hatıra”
Pervari’de de kaymakamın yerine, karakol komutanı, kazanın idaresini eline almıştı. Herkes büyük bir korku içerisinde olduğundan, hiç kimse olup-biten hakkında konuşamıyor; darbenin aleyhinde konuşanlarsa hemen derdest edilerek götürülüyordu. Küçük memurlardan çekinilmediğinden, onlara dokunulmadı. Çünkü onlar da alınsa, devletin bürokrasi işlemleri nasıl yürütülecekti!? Mamafih birkaç ay geçmeden rahmetli babamı da, o zamanlar Siirt’e bağlı olan Beşiri kazasına sürgün ettiler…
Her neyse Siirt’ten Pervari’ye gidişimin ilk günleriydi. Bir-iki hafta geçtikten sonra, yani 1960 yılının Temmuz sonları bir Pazar günü tellal vasıtasıyla herkes belediye bahçesine çağrıldı.
Her neyse; Pervari’ye gidişimin üçüncü haftası pazar günü sabah erken Sofi Felit’in sesi duyuldu:
- Ey millet! Komitan emir virmiş; herkes belediye bahçesi gelecek! Kim gelmesse ceza verecek!
Bunları söyledikten sonra, ardından da Kürtçe bağırıyordu:
Halk, belediye bahçesine akın akın gitmeye başladı. Kim gitmemezlik edebilirdi ki!
Ben de merak ettiğimden, mecburen oraya gidecek olan babamın elini tutarak beraberce belediye bahçesine gittik.
Herkes toplandıktan sonra, karakol komutanı konuşmaya başladı:
Korku içinde ne yapacağını bilemeyen ve CHP döneminde hükümetten yeteri kadar zulüm gören zavallı halk, korkularından ellerini ceplerine atmaya başladı. Kimin ne parası vardı ki!
Cebinde bir şey olanlar para veriyor; parası olmayan da parmağındaki evlilik yüzüğünü götürüp teslim ediyordu. Küçük kafamla, “Devlete yardım ediliyor; ne güzel!” diye kendi kendime mırıldanıyordum.
Bu gönülsüz törenden eve dönerken babamla konuşmaya cesaret edemedim. Evlilik yüzüğü gaspedilmişti…
Muhtemelen bazı okuyucular bu anlattığımı mübalağa sanıp inanmayacaklar. Ama bu inanmayanlar, CHP’li olmamak şartıyla ben yaştaki insanlara sorsunlar da 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ve ondan sonraki bütün askeri darbelerin Türkiye’ye neler kaybettirdiğini öğrensinler…
Öğrensinler de bildiri yayınlayan amiralleri anlayabilsinler!
- * Türkçe ezan ile ilgili annemin bana anlattığı hazin ve korkunç olayı da yeri gelmişken zikretmek isterim. Şöyle anlatmıştı rahmetli annem: “Oğlum! Sen 3-4 yaşlarındaydın. Bir gece yarısı evimizin arkasındaki kayalıklardan Arapça’ya benzeyen bir ses geldi. Kıyamet koptu sandım. Öyle korkmuştum ki, hemen babanı uyandırdım ve ona, ‘Benim duyduğum sesi, sen de duyuyor musun? Galiba kıyamet kopuyor!’ dedim. Bunun üzerine baban da dinlemeye başladı ve o da bana, ‘Evet, Kıyamet kopuyor’ dedi. Sonra birden bire ses kesildi. Ama ondan sonra ne ben uyuyabildim, ne de baban… Sabah olunca, hemen komşumuz olan rahmetli Musa amcanın evine gidip olayı onlara da anlattım. Meğer onlar da o sesi duymuş ve bir mana verememişlerdi. Ortalık aydınlanınca, sesin ne olduğu anlaşıldı. O zamanlar Pervari’de bir deli vardı. O deli de bizim gibi Arapça ezana o kadar hasret kalmış ki, o gece kayalıklarda Arapça ezan okuyup, ona olan özlemini gidermek istemiş. Fakat aynı sesi duyan jandarmalar da hemen koşup o deliyi‘suçüstü yakalayıp’götürmüşler… O felaket rejim günlerinde, delilerin bile ezanı Arapça okumalarına tahammül edemiyorlardı. Deliyi kelepçeleyip Siirt’e, oradan da başka yerlere götürmüşler… Sonra da hiç kimse o zavallı deliden bir haber alamadı. Allah bir daha o“Arapça ezan düşmanları”na fırsat vermesin! Yaaa oğlum… İşte Cumhuriyet Halk Partisi, Müslümanların başına bunları getirdi. Herhalde biliyorsun ki o zamanlarda Kur’an okumak da yasaktı…”